0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
130
Okunma

Haber kanallarını geçerken sesi kısık ama görüntüler çarpıyor göze. Bir çocuğun başında toplanmış birkaç insan, ellerinde plastik bir örtü, arka planda koşuşturan çaresizlik… Toprak kana karışmış. Yüzler bulanık ama gözler net çünkü acı da net. Gazzeydi orası ya da Arakan belki de Doğu Türkistan. Zaten artık yerin adı değil, görüntünün içeriği değişiyor. Acı aynıy, fon değişiyor sadece.
Bir insan ne kadar uzun süre sessiz kalabilir? Ya da daha doğrusu, bir insan ne kadar uzun süre susarsa hâlâ insan kalabilir?
Müslüman coğrafyaların sessizliği neredeyse doğal bir refleks hâline gelmiş. Her sabah yeni bir bombardıman, her akşam yeni bir isim, bir yaş, bir mezar taşı. Sonra sosyal medyada birkaç satır tepki, altında kırmızı kalp, üzgün yüz ve yanmakta olan bir mum emojisi. Ardından herkes kaldığı yerden devam ediyor hayatına. Sanki ölen başka bir türdenmiş gibi oysa bazı yerlerde hayat hiç başlamıyor bile.
Bir çocuk gözünün önünde vurulan babasının ayakkabısını tutarken ne düşünür? Ya da annesi kampta sürüklenirken o çocuk neye dönüşür? Koşmak yerine saklanan çocuklar, oyun yerine suskunlukla büyüyorsa o topraklarda sadece insanlar değil, insanlık da ölüyordur.
Zulmedenler korkmuyorlar çünkü cezalandırılmayacaklarını biliyorlar. Zulme uğrayanlar bağırmıyor çünkü seslerini duyan olmadığını öğrenmişler, diğer Müslümanlarsa sadece bakıyor çünkü bakmak, duymaktan ve hissetmekten daha kolay. Bir ekranın karşısında vicdan devre dışı kalıyor, dokunulmayan bir acı gerçek gibi gelmiyor insana müslümanlara.
Dünyanın büyük kurumları uzun cümlelerle tepki bildirileri yayımlıyor, diplomatik ama sonuçsuz paragraflar hazırlıyor, onlarca dile çevrilen ama tek bir hayatı bile kurtarmayan açıklamalar yapılıyor Bir-Leşmiş Milletlerden.
Bir çocuk öldüğünde dünya dönmeye devam ediyorsa yanlış bir şey vardır.
Bu çocuk her gün başka bir coğrafyada, başka bir isimle, başka bir bayrak altında ölüyorsa ve kimse yerinden kalkmıyorsa, yanlış olan sadece dünya değildir. Yanlış olan biziz.
Gazze yıkılıyor, Arakan yakılıyor, Doğu Türkistan susturuluyor.
İnsanlar tatil planı yapıyor.
Filtreli fotoğraflar paylaşılıyor.
Kahve mekanlarında hikâyeler atılıyor.
Sonra biri çıkıp “Ne yapabiliriz ki?” diyor.
O cümle, vicdanı öldüren kurşundur.
Çünkü o cümle, hiçbir şey yapmamanın bahanesidir.
Bir çocuk açlıktan bayılıyorsa, bir annenin kucağında nefesi tükeniyorsa, bir babanın elleri zincirlenmişse o anda susan herkes sorumludur.
Susmak, zalime güç verir.
Katil, sustuğumuz kadar cesurdur.
Yalnızca İsrail değil.
Yalnızca Çin değil.
Yalnızca katliam yapan milisler değil.
O görüntüyü görüp geçip giden, içi sızlamayan, iki dakika sonra unutan herkes aynı suça ortaktır.
Ümmetin acısı sadece onların coğrafyasını değil, bizim insanlığımızı da yakıyor.
Kınamak vicdan temizlemez.
Paylaşmak yardım etmez.
Bir çocuk ölürken yapılan her şey gösteriştir, eğer arkasında eylem yoksa.
Yıkılan evleri yeniden inşa edemiyorsan, sessizliğinle tuğla koyma harabeye.
Bir şey yapamıyorsan dua et.
Yapabiliyorsan konuş.
Konuşamıyorsan yaz.
Yazamıyorsan susma.
Ama hiçbir şey olmuyormuş gibi davranma.
Çünkü sen sustukça, o çocukların çığlığı yankılanacak bir yere ulaşamıyor.