0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
278
Okunma

Nazım Abiyle Ankara Tren Garında tanıştım. Saçı, sakalı ağarmış, ak ile siyah birbirine karışmış, yılların acımasızlığı elinde, yüzünde kırışmış, hayatın yorgunluğu üzerine çökmüş bir halde bir bankta oturuyordu. Gözleri trenden inenlerdeydi. Sanki her yüze tek tek bakıyor gibiydi. Gardaki işaretçi abiye; hep aynı yerde mi oturuyor diye sordum, hiç kalkmaz oradan dedi.
Cebinden bir tabaka çıkardı ve içinden bir adet sigara aldı. Sigara ağzında başladı aranmaya. Ceplerine, sağına soluna bakındı. Dedim ki tam zamanı, çakmağımla sigarasını yaktım. Yüzüme acısı bol bir tebessümle baktı eyvallah delikanlı dedi. Sorgusuz sualsiz oturdum yanına. Adım Emre Vehbi dedim, şairim, kendi halinde yazarım dedim. Yoksa seni de mi ben okutmuştum dedi. Öğretmen misiniz dedim. Öğretmendim dedi. Şey dedim. Yüzüme baktı elini uzattı Nazım dedi. Adım Nazım Hikmet. Tokalaştık. Ben dedim. Ben insanların hayatlarından kesitleri yazmaya başladım. Eğer izin verirseniz sizin yaşamınızdan da bir kesiti kitabıma yazmak isterim dedim. Olur dedi. Gazeteci misin dedi. Dedim yok, söylediğim gibi şiir kitapları olan bir gezgin, bir sanatsever dedim. İnsanları da sevdiğin belli dedi. İnsanı severim elbet, insansa şayet dedim. Nasırlı ellerinle başımı okşadı. Sen yüce gönüllü bir insansın dedi.
Nazım abi sokak insanları gibi değildi. Temizdi, Kokmuyordu. Gerçi sohbet esnasında hamama götürdüklerini, gün aşırı yıkandığından bahsetmişti. Her neyse biz hikâyemize devam edelim. Nazım abi öğretmen okulunu bitirip eğitim fakültesine Ankara’da başlamış. Rahmetli babası uzak şehirlerde okutamam seni oğul dediği için yaşadığı şehirdeki bölümleri yazmış. Ve kazanmışta. Gazi Üniversitesi Sınıf Öğretmenliğini layıkıyla okumuş. Piraye’siyle de orada tanışmış zaten. Hayretle Piraye miydi ismi dediğimde güldü. Yok dedi ben öyle çağırıyordum onu.
Üniversite zamanlarıydı diye başladı sohbete. Bende ses alıcısının tuşuna bastım. Benim hayırsızla tanışmam, Türk filmi kesiti ile başladı. Ne demek o diyemeden çarpıştık dedi. O bir yandan ben bir yandan koridorda koşuştururken çarpıştık. Onun elindeki kağıtlarla benim elimdekiler birbirine karıştı. Hırsla topladı saçılan kâğıtları, bende utanarak almadıklarını topladım. Tekrar özür diledim ama duymadı bile. O önde ben arkada aynı amfiye koşar adım gittik. Boş bulduğumuz koltuklara oturduk. Ben iki koltuk arkasındaydım. Ders notlarına bakarken farklı notları gördüm. O an kafamı kaldırdığımda göz göze geldik. Karışmış ne yapcaz der gibi bir hareket etti tebessüm ederek. Çıkışta hallederiz der gibi bir hareket de benim yaptığımı hatırlıyorum. Sanırım aşk o bakışla başlamıştı.
Dersten sonra bahçede buluştuk. Bir bankta aşkımız sarmaşık misali sarıvermişti ruhumuzu. Ben öyle hissetmiştim. Uzun uzun konuştuk. Öyle uzun konuşmuşuz ki dersi kaçırdık. Madem ders gitti gidelim bişeyler içelim dedim. Olur dedi. Üç buçuk saat çay bahçesinde konuşmuşuz. Ben beni ona anlattım, o da kendini anlattı bana. Kalkarken elini tuttum, Piraye dedim, Nazlı diye düzeltti beni. Ama Piraye de güzelmiş dedi güldü. Sanırım ben sana âşık oldum dedim. Sanırım ben de dedi. Ama zamana bırakalım acele etmeyelim dedi. Zaman ne gösterir bilinmez dedi. İşte o zaman bir öküz gelip böğrümün tam üstüne oturmuştu. Söz vermiştik birbirimize okulu bitirecek ve mesleğimizi yaparken evlenecektik. Peki, öyle mi oldu dedim. Evet, öyle oldu. 2 ayrı şehirde düğün gibi nişan yaptık biz. İlki Erzurum’ da, ikincisi de Ankara da oldu dedi. Epey borçlanmıştık yani. Babam ayrı, ben ayrı kredi çektik.
Bize göre Piraye hayatını uç noktalarda yaşamayı seviyordu. Bir tane varken bir başkasını almayı ben onda gördüm. O yüzden bankalara benim kredi borcum hiç bitmiyordu. Her kredi bitmesine 3-5 ay varken tekrar kredi çekiyordum. Ben kazanıyorum ben harcarım diyordu. Kavgalar, atışmalar başladı zamanla. Yetemediğimden şikâyet ediyordu hep. Maaş olarak yetemiyordum haklıydı. Ama ben o kadardım zaten. Sonra ben mecburen emekli oldum. O çalışmaya devam etti. Biz güdül de oturuyorduk ama o Gölbaşı’ na tayinini istedi ve oldu da. 1 sene gidip geldi. Sonra 3 arkadaş oradan ev tuttular ve o zaman ipler koptu zaten. Her aradığımda ya çok meşguldü, ya da çok yorgundu. Her akşam onu görmeye gidiyordum. Dört Beş saatim yollarda geçiyordu.
Babası Erzurum’dan milletvekili seçildi. Erzurum da bir okula tayin istedi. Benim anam vardı yaşlı. Bırakamadım onu, anamda gelmek istemedi zaten. Döneceğim diye gitti evlat. Tam tamına 21 yıl,17 gün, 11 saat oldu dönmedi. Ben o günden bu yana onu burada bekliyorum. Anam öldükten sonra zaten eve de gitmez oldum. Buralarda yatıyorum. Kışları gar çalışanlarının yatakhanesinde kalmama izin veriyorlar. Peki, bunca yıl bekledin de hiç gitmeyi düşünmedin mi be Nazım Hikmet Amca dedim. Sertçe baktı yüzüme, O istedi gitmeyi gittiği gibi de gelir dedim. İyi de on gün gelmedi, bir ay gelmedi hadi diyelim bir sene gelmedi, sen gitseydin, tutup kollarından alıp gelseydin Piraye’ni dedim. Güldü. Nazımların kaderi bu sanırım dedi.
Kokusuna sarılıp sarhoş olmak vardı oysa. Ama ben Onsuzluğun hüznüne ve de kahpeliğine sığınıp berduş, ayyaş biri oldum çıktım be evlat dedi.
Bu devirde aşklar böyle işte dostlar. Baş üstüne diyerek başlar, bel altı devam eder ve en son ayaklar altında çiğnenerek biter.
Aşkınız hiç bitmesin inşallah. Bırak kimseler hatırlamasın, efsane olmasın aşkınız ama her gördüğünüzde kalbiniz onun için atsın. Aşk yağmurlarında donunuza kadar ıslanmanızı diliyor sevgiler saygılar sunuyorum.
İyi insanlara denk gelmeniz dileğiyle, iki katlı şehrimden kucaklar dolusu sevgiler…
Emre Vehbi ALKAN
Şiirbaz
13. Ocak. 2004
5.0
100% (1)