0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
203
Okunma
Jale eve döndüğünde annesiyle ablasını bavullarıyla, kapının eşiğinde buldu. “Ne oluyor burada?”
Jülide, “Jale biz gitmeye karar verdik. Annemle feribot bileti aldık. Seni aradık ama telefonun sessizde kalmış sanırım, açmadın. Benim defileye yetiştirmem gereken işler var biliyorsun, tatili uzatamam. Eşimle kızımı da özledim, bana ihtiyaçları var. Gitmem lazım. Sen biraz daha kal, burası ruhuna iyi gelecek biliyorum. Yeni bir iş bakmaya başladın mı?”
Jale, “Tabi ki, o gün birçok yere başvurdum bile. Pes etmek yok, yola devam. Baş mimar olacağım, öyle kolay kolay vazgeçmem. Onlara benden selam söyle. Hadi Allahaısmarladık. İyi yolculuklar. Yolunuz açık olsun. Anne, görüşürüz, iyi yolculuklar.”
Reyhan elinde su dolu bir kapla sokak kapısından dışarı çıktı, “Jülide’m, Allahaısmarladık. Yine gelin. Özletmeyin kendinizi. Bir dahakine çocuğunu da getir oldu mu?”
Jülide başıyla onaylayıp el salladı, “Oldu, getiririm. Görüşürüz yine hoşça kalın.” Kol çantasını alırken, yakınında duran Jale’nin kulağına fısıldadı, “Reyhan çok sinsidir, dikkat et. Her şeyini anlatma ona.” dedikten sonra Jale’ye uyarı niteliğinde etkileyici kısa bir bakış attı. Herkesle vedalaştılar, annesiyle birlikte bavullarını arabaya yerleştirip babasına gitmek üzere yola çıktılar.
Jülide babasını gördüğü anda ona doğru koşup sımsıkı sarıldı, “Babacım…”
Hikmet onun yanağını okşadı, “Kızım, bir baba nasıl suç işler deme bana. Tüm suç ben de. Beni affet kızım. Beni affet.”
Jülide, “Elimizden bir şey gelmiyor baba. Hakkını helal et olur mu?”
Hikmet gözyaşlarını tutamadı, “Kızım olur mu öyle şey, benim senin üzerinde bir hakkım yok ki. Sen hakkını helal et. Size sahip çıkamadım, koruyamadım.”
Jülide onu ilk kez ağlarken görüyordu, “Helal olsun babacım. Hoşça kal, yine fırsat buldukça geleceğiz.” Feride, “Hikmet, sonunda itiraf ettin, zaten böyle olsun istiyordun. Umarım, pişman değilsindir.” Hikmet, “Beni merak etmeyin, ben burada iyiyim. Jale’yle telefonla görüştüm. Söyleyin ona, kendini suçlayıp durmasın. Hadi gidin artık, feribota geç kalacaksınız.” Feride, “Sana iyi bakıyorlar mı?” Hikmet, “Evet, gayet iyiyim. Hadi Allahaısmarladık.” Vedalaştıktan sonra kapıya yöneldiler, Jülide kapıdan çıkmadan önce, kendine hâkim olamadığından, birkaç kez arkasını dönüp babasına baktı.
Reyhan ve Bereket Ana mutfakta yemek yapıyorlardı. Bereket Ana masada oturmuş, keskin bir bıçakla patatesleri soyuyordu. Reyhan ocaktaki yemeği karıştırırken, “Dün Jale’ye fal baktım, inanmıyorum filan dedi ama gayet inandı Bereket Ana. Senin bu torunun, biraz nasıl desem? Saf bir kız.” Bereket Ana, “Tarot marot, istemem ben. Bir daha bu evde fal bakılmayacak. Benim bir arkadaşım, kartlarını başkasına satmış. Kadın bir gün sonra uykusundan uyanamamış, yüzünün bir kısmı…” Kulak memesini çekip, dudaklarıyla uzun bir öpücük sesi çıkardıktan sonra, masaya üç kez yumruk yaptığı eliyle yavaşça tıklatırken, “Allah korusun, felç olmuş. Tarot kartları lanetliymiş. Bu olayı duyduğumdan beri, o kartlara elimi sürmedim.” Reyhan, “Bereket Ana, bu batıl inançlara inanma diyen sen değil miydin? Şimdi de bu saçmalıklara, kendin mi inanır oldun?” Bereket Ana, “Gözümle gördüm diyorum, arkadaşım gözümün önünde eriyip gitti. Görmesem, inanmazdım Reyhan.”
Reyhan akşam yemeğine kalamayacağını söyleyip herkesten izin istedi. Tarot kartları konusunda Jale’yi uyarmak aklına bile gelmemişti, o konuyu tamamen unutmuştu. Jale ablasının yokluğunda, üst katta tek başına kaldığından uyumadan önceki sessizliği garipsemişti. Bu sessizliğe alışması gerekiyordu, bir süre daha adada yaşayacak, yeni işe kabul edilmeden buradan ayrılmayacaktı. Bu konuyu Mete’yle de konuşmuştu. Onun adadan ayrılmayacağını öğrenince çok sevinmiş ve hemen birikmiş izinlerini birleştirmenin bir yolunu bulmuş, İstanbul’a dönüşünü uzak bir tarihe ertelemişti. Jale akşam vakti uyku tutmayınca üzerine geçirdiği ince hırkasıyla alt kata indi.
Elindeki bir bardak suyu, salondaki masaya taşırken arkasında bir ses duydu, “Kızım tavanda örümcek var, görmüyor musun? Kocaman baksana şuna! Yüzüme bakma yüzümde değil. Bak tavanda, işte orada! Örümcek ağlarını üzerimize örüyor! Allah’ım sen yardım et! Sen koru bizi!” Bereket Ana bir anlık sessizlikten sonra konuşmasına daha sakin bir ses tonuyla devam etti, “Kızım o kartları temizleyeceksin. Eski Bademli köyüne gidecek, orada yaşlı bir çınar ağacı göreceksin. Onun altında dua ettikten sonra kartları ağacın toprağına gömeceksin. Bir sonraki gün, kartların tek bir mektuba dönüştüğünü göreceksin. Sakın ola, o mektupta okuduklarını kimseye anlatmayasın! Eğer mektupta istenileni gerçekleştirmez, gülüp geçersen. Bu lanet bir örümcek ağı gibi seni saracak. Başına türlü türlü belalar getirecek.” Jale onu hafifçe sarsarak, “Bereket Ana, uyan rüya görüyorsun! Uyan Bereket Ana, uyan! Bereket Ana! Uyan!” Yavuz Dede sese uyanmıştı, “Yine mi dolaşıyorsun, Bereket! Bereket! Uyan canım! Uyan!” Bereket Ana kısa bir süre şaşkınlıkla etrafa bakındıktan sonra, “Yavuz bu saatte burada ne yapıyorsun? Jale kızım ne yapıyorsun? Hadi herkes yatağa, neden uyumadın sen?” dedikten sonra Jale’nin kolundan kurtuldu. Yavuz Dede kolunu eşinin omzuna koydu, kolunu sıvazlarken Jale’ye uzaktan gülümsedi, “Jale hadi yat sen de uyu. Gel canım, biz de yatağımıza dönelim. Sabaha daha çok var.” derken yatak odalarının kapısının eşiğinden geçmişlerdi.
Jale elinde tuttuğu bardağın farkına varınca hepsini tek seferde içip, mutfağa bıraktıktan sonra üst kata çıkmak üzere sokak kapısını açtı. Bir süre sonra yatağına dönmüştü, babaannesinin sözlerinin etkisiyle yeniden o örümceği hatırladı. Şimdi emniyette öylece duruyor muydu? Yoksa polis onu dışarı salmış veya öldürmüş müydü? Oturduğu çekyattan kalktı, yorganı yarısına kadar açtıktan sonra içine yerleşti. Uzanıp yastığı kaldırıp altına baktı, dümdüz beyaz çarşafı inceledi, gayet temiz ve gergin bir şekilde duruyordu. Yastığı tekrardan yerine koyup başını üzerine koydu. Sırtında bir kaşıntı hissetti, bu kaşıntı ensesine doğru ilerleyince kıpırdanıp yorganın, sırtına değen kısmını tutup genişletti. İçgüdülerine karşı koyamadığından sırtını eliyle yokladı, temiz çarşafın hissiyatı haricinde dokunduğu bir şey olmadı. Hafif bir of çekerek yorganı üzerinden çekti. Lavaboya gidip aynada uzun sarı saçlarını eliyle ensesinde topladı, arkasını dönüp sırtını incelemeye başladı. Görünürde hiçbir şey yoktu fakat içini bir tiksinmeyle karışık tuhaf bir his kapladı. Ani bir hareketle tuvaletin kapısını kapatıp, üzerindeki her şeyi çamaşır makinesinin üzerine çıkarmaya başladı. Çırılçıplak kalmıştı, üzerini inceledi fakat sırtını ve arka bacaklarını göremiyordu. Saçları sırtından akıyor onu kaşındırıp duruyordu, sağ eliyle saçlarını ensesinde tutup aynada sırtına tekrardan baktı. Aynayı çıkartıp yavaşça yere koydu, kimse uyanmamalıydı. Bu saatte tuvalette yaptığı anlamsız hareketlerin farkına varınca bu durumu garipsedi ama örümceğin nerede olduğunu yeniden düşündü. Belki de tuvalette yalnız değildi, o sekiz bacaklı tüylü yaratık küvetin içinde veya soğuk mermer zeminde bir yerlerde ona uzaktan sessizce bakıyordu. Mete’nin sözleri aklına geldi, “Örümcekler kimseye saldırmaz, aslında insanlardan kaçarlar. Onlar için asıl tehlike biziz, insanları ısırmaları da oldukça nadirdir. Sevgilim sen cesur birisin.” demişti. O zamanlar sevgilim sözünü Mete’yle bağdaştıramıyordu, bu kendi aralarında arkadaşım demekti. Şimdiyse iş ciddiye binmiş, gerçekten sevgili olmuşlardı. Bunları düşünürken duvara yasladığı aynada arka bacaklarına baktı, örümcek yoktu. Üzerini aceleyle giyindi, ardından aynayı duvardaki yerine astı. Ensesinden dökülen saçları, belli ki onun rahat bir uyku çekmesine izin vermeyecekti. Çamaşır makinesinin üzerinden aldığı siyah lastik tokayla saçının sağ tarafını ördükten sonra sol tarafı örmeye başladı. Henüz sol tarafı bitirmemişti, tuvaletin ahşap kapısı çalındı. Kapının sarı buzlu camı hafifçe titredi, tıklatma sesi tuvaletin fayanslarında yankılandı.