1
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
307
Okunma

Zaman değişti. Siyaset değişti. Siyasetçiler de… Ama en çok da dil değişti; üslup, nezaket, sorumluluk ve vicdan… Bugün yaşanan birçok siyasal çarpıklığın müsebbibi olanların hala hiçbir sorumluluk almadan, dahası geçmişle bugünü kıyaslamadan kendilerini aklamaya çalışmaları, en hafif tabirle bir inkar biçimidir. Oysa çocukluğumuzda tanıdığımız siyasetçilerin duruşları, bugünkü manzarayla kıyaslanamayacak kadar vakur, ölçülü ve sorumluluk sahibiydi.
O yıllarda siyaset, bir kavga değil bir yarıştı. Fikirler çatışırdı, ama kişiler değil. Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş gibi isimler; görüş ayrılıklarına rağmen nezaketi elden bırakmadan konuşur, tartışır, mücadele ederdi. Bu isimleri bugün biri kötülese, halkın vicdanı buna izin vermez. Çünkü halk, bir siyasetçinin sadece söylediklerine değil, nasıl söylediğine de bakar. Bugünün siyasetinde ise hakaret, küçümseme, hatta küfre varan bir dil sıradanlaşmış durumda. Geçmişin siyasetinde asalet vardı, bugünse gürültü çok, erdem az.
Demirel ve Ecevit, biri sağın diğeri solun temsilcisiydi ama ikisi de ülkeyi yönetirken karşıt görüşleri yok saymadılar. Erbakan, söyledikleriyle zaman zaman alay konusu olsa da, yıllar sonra ne kadar isabetli ve ileri görüşlü olduğu anlaşıldı. Engellere rağmen inandıklarından vazgeçmedi. O dönem onun yanında açıkça duran tek isimse, bugün hala "başbuğ" unvanıyla anılan Alparslan Türkeş’ti. Onun vefatından sonra o çizgiyi layıkıyla taşıyacak başka bir kimse çıkmadı; o duruş, o denge bugün hala eksik.
Son dönemlerinde Demirel’in kendi çizgisine aykırı adımlar atması, Ecevit’in yaş, sağlık ve çevresindekilerin etkisiyle etkisizleşmesi, bizlere zamanın ne kadar acımasız olduğunu gösterdi. Bugün, onların yerini alanlara dönüp baktığımızda, “Gelen gideni aratır” sözü boşa söylenmemiş diyoruz. Çünkü geçmişin temsilcilerinin içinden çıkan bugünün figürleri, ne geçmişin ağırlığını taşıyabiliyor ne de o zamanın siyasi ahlakını.
Geçmişle bugün arasında kıyas yapmak için büyük analizlere gerek yok. O zamanın söylemleriyle bugünün ses tonlarını karşılaştırmak bile yeterli. Kimin özgürlük dediğine, kimin otoriteye methiyeler düzdüğüne, kimin demokrasiden bahsedip en çok onu çiğnediğine bakmak yeterli. Ne acıdır ki bugün, demokrasi naraları atanlar; çoğu zaman onun mezar taşlarını dikenler oluyor.
Yalan, her zaman yalandır. Söyleyenin kimliği yalanın niteliğini değiştirmez. Ama bugün öyle bir çağdayız ki, doğruyu dile getirmek cesaret değil, artık yalnızlık sebebi. Özgürlük sevdalısı görünüp iktidar bağımlısı olanlara bir çift sözümüz olsun: Ne kadar susturursanız susturun, hakikatin sesi eninde sonunda bir yolunu bulup çıkar karşınıza.
Çünkü milletin hafızası uzun sürelidir. Unutmaz…
Unutmayız…
Başbuğ’a, Karaoğlan’a, Erbakan Hoca’ya, Çoban Sülo’ya , Özal’a ve Yazıcıoğluna rahmetle…
*
Mehmet Demir