0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
169
Okunma
Gölgenin uzanan parmakları beni kavramadan geriledim. Kalbim deli gibi atarken, adını bilmediğim bir güç beni geri çekiyordu. Ama bu kez kaçış yoktu. Gölge, her geçen saniye daha da belirginleşiyor, tüm odayı kaplayan bir karartıya dönüşüyordu. Fısıltılar çoğaldı, Mehmet’in sesi, annemin ninnisi, hatta çocukluğumdan kalma şarkılar... Hepsi birbiriyle karışıyor, kulaklarımda uğultuya dönüşüyordu. Geriye doğru sendeledim, elim istem dışı eski bir sandığa çarptı. Sandığın kapağı aralandı ve içeriden soluk, sararmış bir fotoğraf düştü. Fotoğrafta genç bir kadın vardı, benimle inanılmaz derecede benzer. Yanında ise, gözleri korkuyla dolu, küçük bir kız çocuğu duruyordu... Ben.
Gölge şimdi tam karşımdaydı, parmakları fotoğrafı gösteriyordu. Boğuk ses yeniden yankılandı: "O, sana bunu vermemi istedi." Şaşkınlık ve korkuyla dona kaldım. O, annemdi. Ve o küçük kız, ben... Bir anda, çocukluğumdan silinmiş tüm anılar, tıpkı kırık bir ayna gibi zihnime çarptı. Annemin anlattığı masallar, babamın neden bizi bu evden uzak tutmaya çalıştığı, tavan arasının her zaman kilitli olmasının sebebi... Yıllarca süren bastırılmış bir hafıza sel gibi üzerime boşalıyordu. Bu ev, ailemin yıllar önce yaşadığı bir trajedinin sessiz tanığıydı. Annem bu tavan arasında, tıpkı şimdi benim durduğum yerde, bir varlıkla karşılaşmış ve hayatı sonsuza dek değişmişti. O gölge, annemin korkularının, bastırılmış anılarının ve belki de kaybolan umutlarının bir yansımasıydı.
Gölge son bir kez hüzünle titredi, sanki bir veda ediyordu. Uzun, ince parmakları havada erirken, odadaki tüm nesneler, hatta o buz gibi hava bile eski dinginliğine kavuştu. Sandıktan çıkan fotoğraf elimde, tüm gerçeklik yüzüme çarpmıştı. Mehmet’in beni neden bu kadar koruduğunu, evin geçmişini benden neden sakladığını şimdi anlıyordum. Ama artık çok geçti. Ben, tavan arasının kapısını açarak, sadece bir sırrın kapısını aralamakla kalmamış, kendi kayboluşumun başlangıcına da adım atmıştım. O gece tavan arasında kalan sadece tozlu eşyalar ve eski anılar değildi; benim huzurum, masumiyetim ve Mehmet’le kurduğumuz o kırılgan dünya da orada, o gölgelerin arasında sonsuza dek kaybolmuştu.