1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
186
Okunma

Ben buradayım. Tam mezarlığın karşısında, kasabanın sessiz ucunda. Adım yok, lakabım çok: "Bilge Çınar", "Aşkın Gölgesi", "Dedikoducu Dal". Evet, ben bir çınar ağacıyım… ama sadece bir ağaç değilim. Ben bu kasabanın hafızasıyım.
İlk maceram 1923 yazında oldu. Bir çift geldi gölgeme, ellerinde daktilo. Meğer roman yazacaklarmış, ilham arıyorlar. Kadın her satırı yazarken adam onu hayran hayran izliyordu. Ben rüzgârla sayfa çevirici oldum!
Sonra 1957’de bir kaçak saklandı gövdeme yaslanarak. Aradığı huzuru bulamadı ama bir ceviz bıraktı toprağıma—şimdi yanımda yetişen genç fidan o cevizden doğdu, adını "Delikanlı Dal" koydum.
1989’da bir çocuk bana sarıldı ve kulağıma "Keşke konuşsan" dedi. O gün yemin ettim, bir gün dile geleceğim. Gerçi dile gelmeden dedikodularla meşhur oldum. Kasabada biri ağlasa, "Çınar duymuştur" derler; biri evlenince, "Çınar uğurlamıştır"…
En son geçen hafta bir adam geldi. Bastonuyla gövdeme tıklattı. “Sen hâlâ buradasın ha?” dedi. Ben de içimden, “Sen gidip gelenlerdensin, ben kök salanlardan…” diye geçirdim.
Rüzgâr esince ben konuşurum. Dallarım mırıldanır, yapraklarım fısıldar.
Bir keresinde, genç bir adam geldi gölgeme. Elinde gitar, dizinde defter.
"Burada şarkımı yazacağım," dedi. Yazdı da... ama kız onu terketti.
Gitarı bıraktı, gitti. Gitar hâlâ köklerimde. Arada titreşiyor rüzgârla. Şarkı hâlâ burada.
Taşın tam karşısındayım. Her geliş bir veda, her gidiş bir hikâye.
Bir çocuk, dedesinin cenazesinde ağladı. Sonra her hafta geldi, bana kitap okudu.
Dedesine okuduğunu söyledi.
Ben de dinledim. Her kelimesi, bir yaprağımda yazılı şimdi.
Köklerim derin... Bazılarına dokunur, bazılarına sarılır.
Bir mezar kazıcısı vardı. Sessizdi. Bir gün ağladı benim altında.
“Kimi toprağa indiriyoruz ama kendi yükümüzü çıkartıyoruz yukarı,” dedi.
Toprak onu dinledi. Ben de içimde sakladım o cümleyi.
Günlerden bir gün, bir kız elini gövdeme koydu:
“Keşke anlatabilsen,” dedi.
O anda bir yaprak düştü, tam eline.
Üzerinde bir kıvrım vardı, sanki bir kelime: "Hatırlıyorum."
O günden sonra herkes gelmeye başladı.
Konuşuyorum sandılar. Belki konuştum da biraz… Belki sessizlikle...
Kasabanın tiyatro grubu bir yaz akşamı geldi.
Gölgemde bir sahne kurdular. Işık yoktu; sadece ay, ben ve hayal gücü.
İlk oyun "Aşkın Çınarı"ydı... Adım bile afişe yazıldı!
Sahnede bir çift tartışıyordu; seyirciler ise gülüyordu.
Ben mi? Dallarımla alkışladım. Rüzgâr da perde oldu.
Ama sonra yönetmen, bana sarılıp şöyle dedi:
"Sen olmasaydın, bu duygular bu kadar gerçek hissettirmezdi."
O gün oyuncular gitti ama replikler kaldı dallarımda.
Şimdi rüzgâr her estiğinde, replikler yeniden yankılanır.
Bir kız geldi bir gün, elinde bir mektup.
Gövdeme yaslandı, başını kaldırmadan mektubu toprağa gömdü.
"Ulaşmasa da olur," dedi.
O mektup hâlâ köklerimde. Bazen toprakta bir tını hissediyorum:
“Sevdiğimi söyleyemedim. Seninle konuşuyorum…”
O günden sonra her mektup yazmak isteyen, bana gelir.
Ben de her kelimeyi bir yaprağa işlerim.
Sonbaharda bu yüzden daha çok dökülürler belki...
Bir sonbahar gecesi, kasaba sessizliğe gömülmüştü. Gökyüzü griydi, yıldızlar saklanmıştı. Bir yabancı belirdi sisin içinden, paltosunu sıkıca sarmıştı bedenine. Yavaş adımlarla bana doğru geldi.
Durdu… başını kaldırıp yapraklarıma baktı. "İşte burası," dedi fısıltıyla. Sanki beni önceden tanıyor gibiydi.
Gövdemin kabuğuna dokundu.
"Babam çocukken buraya bir dilek gömmüş. Belki hâlâ buradadır."
Diz çöktü, toprağı eşeledi.
Bir kavanoz buldu. İçinde sararmış bir kâğıt:
"Sağlık, huzur ve bir tutam affedicilik."
Yabancı uzun uzun kâğıda baktı. Sonra gözlerini göğe çevirdi ve yağmur onun gözyaşlarını sakladı.
O gün çınarın gövdesine yeni bir çizik eklendi, hafifçe: bir yıldız şekli.
O günden beri her yağmur yağdığında o yıldız parlıyor gibi geliyor bana.
Kasaba halkı bir sabah uyandığında, çınarın tepesinde altın sarısı bir yaprak belirdi. Ne sonbahardı, ne yaprak solgundu. Parıldıyor, ışık saçıyordu. Herkes bunu "işaret" saydı.
Yaşlı kadınlar dualar okudu, çocuklar o yaprağı görmek için sıraya girdi. Genç bir öğretmen çıkıp şöyle dedi:
“Bu çınar artık sadece bir ağaç değil. O, bizim hafızamız. Taçlanmalı!”
Kasabanın meydanında bir tören düzenlendi.
Belediye başkanı geldi, şiir okudu:
"Gölgesinde ağladık, altında güldük şimdi onu koruyalım, çünkü o bizi korudu."
Çınarın etrafına taş bir çember inşa edildi.
Üzerine yazıldı:
“Zamanın Tahtı: Tanık Çınar”
için bir efsane kitabı bile basıldı. Okullarda anlatıldı; gövdesine dokunan herkes bir dilek diledi.
Ama çınar hâlâ susuyordu. Çünkü onun hikâyesi her rüzgârda, her yaprakta gizliydi.
Taç yaprak hâlâ dökülmedi. Belki de sonsuzluğun bir parçasıydı.
O günden sonra kasabada bir laf dolanmaya başladı:
"Konuşmaz ama duyar. Görmez ama hatırlar. Bu yüzden taçlandı."
28 Temmuz 2025 pazartesi
5.0
100% (1)