0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
151
Okunma

Yalnızlıkla tanışmanın öyle gürültülü bir tarafı yok. Sessizce gelip yerleşiyor içine; konuşmaya çalışan her kelime, daha ağzından çıkmadan kırılıyor. Ben bu romanı yazarken aslında bir hikâye anlatmadım, bir sessizliği dinledim.
Zamanın incecik çatlaklarından sızan duygular vardı içimde: Kararsızlıklar, geç kalan itiraflar, göz göze gelmeyen yüzler…
Bazı duygular vardır ya hani, dışarıdan bakınca küçük görünür ama içte koca bir fırtına taşır.
Ben, o fırtınaların izini sürdüm.
Roman boyunca isimleri değil, hisleri takip ettim.
Bir kadının yatağında dönüp duran uykusuzluğu,
Bir adamın gecenin köründe susarak taşıdığı yükü,
Bir mektubun içindeki susturulmuş bir sesin çığlığını…
Hepsinin içinde dans etmeyi öğrenmeye çalışan ruhlar vardı.
Ve şans...
Belki de sadece cesaret edenlerin kapısını çalan bir misafirdi.
Bazıları kapıyı hiç açmadı, bazıları çoktan gitmişti.
“Şans ve Dans”, bir hatırlayış romanıdır.
İnsanın kendi sesini, kalabalığın gürültüsüne rağmen duyabilme mücadelesi.
Ben yazarken sustum çoğu zaman.
Çünkü bazı hikâyeler, sessizlikte daha yüksek sesle konuşur.