3
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
443
Okunma

Sabahın ilk kurşuni şafağı penceremden sızdığında, dağların keskin çizgileri vatanımın iskeletini çizer zihnimde. Bu toprağın çocuğuyum; köklerim Anadolu’nun çorak tarlalarına, acısı iliklerime işlemiş. Vatan sevgisi dede mirası , omuzlarımda gururla taşıdığım kutsal bir görev. Çanakkale’den kalan bir süngü pası gibi hem ağır hem gururlu. Her nefesimde bu toprağın tozları ciğerlerimde çiçek açar, her adımım şehit kanıyla sulanmış taşlara düşer ağır ağır.
Sokağa attığım ilk adımda, sokak köpeği dedikleri canlar ayaklarıma sürtünür. Bakışlarındaki sadakat, insanlarda bulamadığım bir içtenlik taşır: “Yalnızlık senin de yükün” der gibi. Sokak hayvanları benim sessiz ortaklarımdır; bir kedinin mırıltısı ruhuma merhem olur, bir köpeğin bakışındaki saf sevgi ise kaybettiğim insanlığı hatırlatır. Geçen ilk bahar, yağmur altında ıslanmış bir kırlangıç buldum kaldırımda. Titreyen kanatlarını avuçlarımda ısıtırken fısıldadı:
“Sevmek, kırılganlığı kucaklamaktır.”
Sonra... İçimdeki o yara kanamaya başlar. Adını anamayacağım hayatımın kadını. Onu düşündüğümde, zihnimde bir nehir yatağı kurur: Suyu çekilmiş, çatlaklarında sadece balçık ve susuzluktan ölmüş balık kılçıkları kalan. Gözleri... Ah, o gözler! Geceyi yutan iki kuyu. Öyle güzel ki bakışları, içine düşen her ışık yıldız olup sönerdi. “Yaz beni” demişti bir kış gecesi, “Kelimelerinle donat beni.” Yazdım. Her mısrada onun adına çağladım, her dizeye onun güzelliğini nakış gibi işledim. Ama o, şiirlerimin derin sularında yüzmektense, sığ bir dere kenarında oturup hayatı ıskalamayı seçti. Giderken bakışlarıyla yazdığı cümle beynimi kemirir.
’’Sen bir gece denizisin… Ben ise kıyıya vuran bir çakıl taşı.”
Bilseydi; Ben onun için tüm yıldızları söndürüp karanlığına daha çok yakışan bir ay olurdum.
Bilseydi hiç gider miydi ?
Şimdi bu odadayım. Masada kırık bir kalem ve lekeli bir defter, solumda demlenmiş çayın buğusu. Yazmak, benim için açık yaraya steril bir pansuman yapmaktır. Aşkımın adını soranlara tek cümle yetiyor: “Gitti, ama gölgesi hâlâ bu sayfalarda geziniyor.” Çünkü kavuşamamanın acısını ancak kelimelerin kefeni sarabilir.
Akşam çöktüğünde, sokağımızın canı kapının önünde ulur. Ona sorarım: “Karanlık korkutur mu seni?” Kuyruğunu sallayıp uzaklaşır. Cevabı ikimiz de biliriz: Asıl korkulması gereken, insanın içindeki dipsiz karanlıktır. Ben o karanlığı kelimelerle doldurdum. Belki de bu yüzden şiirlerim; bir direnişin çelik sesiyle bir teslimiyetin hüznünü aynı mısrada barındırır.
"Geceleri penceremde oturup sigaramı içerken, o sokak canı balkonumun altında kıvrılır. İkimiz de biliriz ki aşk şimdi bir başka kentin sokaklarında yürüyor. Biliyor ki şair onun gece gözleri için mısralar döküyor kaleminden. Ama bilmiyor ki ben onun gidişiyle yıkıldığım o ilk gece, yere düşen kalemimi kırıp, kendi kanımla yazmaya başladım. Çünkü kırık kalemler, en acımasız hakikatleri yazar..."
Sence sevilmek; terk edilmemek mi, yoksa sevmeye cesaret etmek mi?”
O sadece kuyruğunu sallar. Cevabı bilir aslında:
İkisi de değil.
Sevmek;
İşte o, gidenin ardında kalan olsan bile, yüreğinde sevdayı taşımaya devam etmektir.
“Ben;
Vatanın tohumlarıyla beslenen,
Aşkın gidişiyle kırılan,
Ama şiirin gücüyle ayakta kalan adamım.
Adımı sorarsanız:
‘O’ dur belki de...
Kaybedenlerin şairi.”
“Ben ki;
Vatan denen o kutsal yaranın üzerinde bir kelebek,
Sokak hayvanlarının sessiz feryadında vücut bulmuş bir sancı,
Bir kadının gidişiyle paramparça olmuş bir aynayım.
Ama inan:
Kırık aynalar en gerçek yüzleri gösterir!”
Ve ben o aynada görünen;
’’Seni sonsuza kadar sevecek şairim ’’
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (5)