0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
212
Okunma
Geçen o dehşet verici gecenin üzerinden haftalar geçmişti. Mehmet’le birlikte bir uzmana görünmeyi bile düşünmüştük; ama her şey o kadar durulmuştu ki, sanki kötü bir rüya hiç yaşanmamıştı. Ev eski, ahşap kokulu, ama huzurlu bir yuvaya dönüşmüştü. Kapılar kendiliğinden kapanmıyor, eşyalar yer değiştirmiyor, geceler o uğursuz fısıltılardan uzaktı. Sanırım kendimi, delirmemiş olduğuma ikna etmeye çalışıyordum. Mehmet’in iş seyahatine çıkmasıyla evde yalnız kalmıştım. İlk birkaç gece sakindi, yine de içimde sürekli bir huzursuzluk kemiriyordu. O kâbusun geri döneceğine dair tarifsiz bir korku...
Bu korku, geçen akşam tavan arasındaki o garip sesleri duyduğumda zirveye ulaştı. Tozlu, unutulmuş eşyalarla dolu o alanın kapısı normalde kilitli olurdu. Ama o gece, garip bir şekilde aralıktı. Kalbim ağzıma gelmişti. İçimden bir ses, o kapıyı açmamamı haykırıyordu; ama merakım, korkumdan daha güçlü çıktı. Yavaşça merdivenlere yöneldim, her gıcırtı tüylerimi diken diken ediyordu. Üst kata çıktığımda, tavan arasının kapısı tamamen açıktı ve içeriden buz gibi bir hava akımı yüzüme vurdu. Loş ışıkta, içeride bir şeylerin hareket ettiğini gördüm.
Bir an duraksadım. Gözlerim karanlığa alıştıkça, tavan arasının tam ortasında, yerden yükselen, tanıdık bir silüet belirdi. Simsiyah, dumandan farksız o gölge, yavaşça şekil almaya başladı. Bu sefer gözleri yoktu; ama tüm varlığı, beni saran korkuyla titrememe neden oluyordu. Gölge, ince, uzun parmaklarını bana doğru uzattı ve ardından boğuk, yankılı bir sesle tek bir kelime fısıldadı: "Geldin..." O an, anladım. Bu, sıradan bir rüya değildi, evin beni çağıran bir sırrı vardı ve ben, o sırrın tam ortasına adım atmıştım. Şimdi ne olacaktı?
5.0
100% (1)