Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Oğuz Can Hayali
Oğuz Can Hayali

(32) ÇAY BAHÇESİ

Yorum

(32) ÇAY BAHÇESİ

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

172

Okunma

(32) ÇAY BAHÇESİ

(Bu Beşik Körfazi TROİA romanının son hikayesidir. Yana yatık ve içeri dizeler Hollywood yapımı TROJA filminden alınan iki kısa sahnedir ki; Ne böyle bir anlatımı, nede filimin tümünde sergilenen kurguyu Homer’in İLYADA destanında bulamazsınız. Ayrıca bu destan; Truva Kralı Priyam’ın gizlice Yubnan kampına girmesi ve Aşil ile konuşması ile biter. Aşil; Kral Priyam’ın oğlu Prens Hektor’un cesedini ve Apollon Tapınağı rahibesi olan (aynı zamanda Kral Priam’ın yeğeni) sevglisi Deseis’i geri vererek savaş alanını terk eder ve İlyada Destanı’da böylece biter. Homer’in yazdığı destanda;Deseis adlı böyle rahibe bir yeğenin varlığı ise tartışmalıdır.
Eski Yunan Söylenceleri’nde mert ve cessurluğu ile tanınan Aşil gibi bir kahramanı; Tahta At ’ın içine sokmak ve böyle bir “Hileli” savaş oyununa alet etmek, onun dürüst karekterine tamamen aykırıdır. Bu TAHTA AT uydurması; Homer’in İkinci destanı olan ODYSE’nin 8. bölümünde anlatılır. Bu bölümde, Odysseus, Phaiakların ülkesindeki bir şölende, ozan Demodokos’un anlattığı Akhaların Truva’yı ele geçirişini dinlerken, tahta at hikayesini de anlatmasını ister.
Bu küçük ÖNSÖZ’ü ve hikayedeki yana yatık/içeri TROJA filminden iki alıntıyı sizlerin yargılarına sunmak için buraya koymak zorunda kaldığım için beni bağışlayacağınızı umarım.)

Helen ve Phillip Ezine’de otobüs acentasına sırt ve el çantalarını verdikten sonra ilk Ayvalık otobüsüne biletlerini ayırdılar. Henüz 1 saat kadar vakitleri olduğundan, yandaki Kır Kahvesi’ne girip birşeyler yemeğe karar verdiler. Yeni çiçek açmış bodur bir elma ağacının altındaki masalardan birine oturarak gelen garsonun tepsisinden 2 çay alarak iki kaşer peynirli tost ısmarladılar. Phillipp bir sigara yaktı ve;
“ Sence Müslim Efe’nin bahsettiği Çanakkaleli Mustafa, dün antikacı dükkanında karşılaştığımız o genç delikanlının babası olabilirmi?”
“ Hayır!”
Bu ani ve kesin cevabı duyunca Phillipp şaşırdı. Çünki anlatılan olaylar birbirine kadar çok benzemekteydi ki;
“ Niçin?”
“ Bunun imkansız olduğunu sende biliyorsun Phillipp.”
“ ?”
“ Bir kere; Müslim Efe bugünki haliyle 50-55 yaşlarında biri. Her ikiside 20 yaşlarında beraber askerlik yaptıklarına göre, bundan 30-35 yıl önce tanışmışlar demekki. İkincisi; Kamyon kazası olduğunda Mustafa’nın oğlu 9 yaşında imiş.”
Phillipp kısık bir sesle;
“ Nereden biliyorsun?”
“ Antikacı Dükkanı’ndaki delikanlı söylemişti ya!”
“ !”
“ ...ve onlar askerlikten sonra 3 yıl kadar Truva harabelerinde beraber çalıştıklarına göre...”
Helen hem çayını içiyor, hemde işini bilen iyi bir hafiye becerikliliği ile Phillipp’in sorusuna vereceği cevabı hesaplıyordu;
“ Düşünsene bir kere! 35 yıl önce 9 Yaşında olan bir çocuk bu gün 40 yaşlarında olurdu. Oysa dün Antikacı dükkanında tanıştığımız Mustafa’nın oğlu genç bir delikanlıydı. Ayrıca... “
Elindeki çay bardağını tabığına koydu ve devam etti;
“ Bu tür raslantılara yalnızca polisiye kitaplarda yada amerikan filimlerindeki kurgularda rastlanır, gerçek hayatta değil.”
Phillip tarihleri onun kadar çabuk ard-arda dizip mantıki bir şekilde hesaplayamadığı için sadece başı ile onaylamakla yetindi. Helen’in bu gerçekçi “Zaman İrdelemesi” doğruydu ama kişiler ve olaylar arasındaki bu son derece benzerliğe ne demeliydi? O bu düşüncelerle meşgul iken, Helen’de aynı zamanda olayların aradaki zaman farkını gözetmekteydi. Aklına Ezine’de gördüğü 2 kabus geldi. Orada da aynı adlar ve olaylar başka bir görüş açısından göz önüne serilmişti ama hepsi bir düş olduğundan, gerçekkmiş gibi bunu irdelemenin anlamı yoktu. Hem kim söyleyebilirdi ki; “Müsim Efe, kimliği meçhul kişiler tarafından öldürüldüğünü yada öldürüleceğini?” Çünki burada açıklanması gereken; “Bu cinayet ne zaman oldu?” gibi bir soru vardı ki, buna da aklı başında bir kişinin inanması mümkün değildi. Çünki onlar bir saat önce onun ile vedalaşmışlardı. Acaba bu rüya ileride olacak bir olayın habericisimiydi?;
“Al sana bir Kasandra Olgusu daha!”
Bu sözü Helen farkında olmayarak biraz yüksek sesle söylemişti;
“Ne Kasandra’sı, ne Olgu’su Helen? Yoksa sen aradaki 20-30 yıl gibi bir zaman farkını, böyle bir Antik Yunan Bilici Söylencesi ile mi açıklamak istiyorsun?”
“Hayır, hayır! Bende bu aradaki tuhaf zaman farkını düşündüm de...”
“ Kişilerde şüphe götürmeyecek denli aynı. Tuhaf bir şey”
Helen;
“Evet”
Derken, her ikisinin iki ayrı olay üzerinde fikir yürüttüklerini fark etti. Her iki olay da “Doğru” olableceği kadar “Olanaksız” görünmekteydi.
Garson ısmarladıkları tostları getirmişti. Boş bardakları toplayıp, masaya iki taze çay daha koydu. Hellen yine her zamanki gibi kitabını açıp, okumaya koyuldu. Phillipp ise çayını içerken; Bahçe büfesinin önünde, oldukça yüksek bir yere yerleştirilmiş, büyük bir mukkavva kutunun içine siperlenmiş televizyonu seyretmeye koyuldu. Ekranda; Amerikan yapımı, dış sahneleri Latin Amerika’da çekilen ve Brett Pitt’in Aşil rolünü oynadığı Troja filmi görüntülenmekteydi. Ne gök renginin Ege ile, nede çevrenin Anadolu ile hiçbir ilişkisi yoktu. Hele savaş yeri diye gösterilen kumsal, Homer’in İlyada Destanı’nda geçen efsanedeki yerden çok, bir plaj görünümündeydi. Amerikan Film setinde abartılan iç görüntüler ise “Göz Boyama” niteliğinde idi. Çünki; Sergilenen tüm bu yüksek surları, saray, sokak ve evleri Hisarlık Tepesi’ne sığdırmak normal bir insanın düşünce sınırlarını çoktan aşardı.
İlyada Destanı göz ününde tutulmadan, bilimsel ve coğrafi gerçekler göz ardı edilerek çevrilmiş bu filmi, Phillipp burada yalnızca zaman geçirmek için seyretmektezdi. Elini ceketinin iç cebine sokup, sigara paketini almak istediğinde, Akçe’de eline gelmişti. Onun;
“ Yine mi? “
Tenkidine aldırmadı;
“ Sıklaştıkça can sıkıcı oluyor ama.”
Ceketinin yan cebinden çakmağını alarak sigarasını yakınca da;
“Nasıl istersen.”
Diyen Akçe elinden sıçrayarak yeniden ceketin iç cebine girerek kayboldu.
Ekranındaki görüntüde şimdi; Antik bir Yunan harabesinde Aşil, yakın dostu ve akrabası Patrakos ile kılıç talimi yapmaktaydı. Bu mücadele büfenin üstünde yüksek bir yere yerleştirilmiş televizyon ekranında geçtiği halde; Görüntü birden televizyon ekranının çerçevesinden çıkarcasına genişleyerek büyüdü ve Phillipp ile Çay Bahçesi’ni içine alverdi. Şimdi masaları, elma ağaçları, müşterileri, garson ve büfesi ile bu bahçi kaybolmuş. yerine; Mas-mavi bir göğün altında, zeytin ağaçları ile örtülü bir tepede, etrafı eski mermer sütunlarla çevrili, taş zeminli boş bir tapınak alanı gelmişti. Phillipp şaşkınlık içinde etrafına bakınarak Helen’i aradı ama bulamadı. Aniden yanı başına bir mızrak saplanınca da, korkuyla geri çekilerek yandaki çalılıklara girerek saklandı. Aşil’de mücadeleyi bıraktı ve mızrağı topraktan çıkararak Patrikos’a gösterdi;
“Odiseus’un habercisi bu!”
“ Evet, iyi bildin dostum!”
Diyen Odiseus ağaçların arasından çıkarak alana girdi. Birlikte seamlaştıktan sonra, Phillipp’in gözleri önünde Aşil söze şöyle başladı;
“ Yanında savaşmam için bana haber salmışsın!”
“ Evet dostum!”
“ Ben barış için savaşırım Odiseus! Bu Agememnon salağına köle olmak için değil!”
“ Bir kıraldan söz ettiğni unutma!”
“ O benim kıralım değil! Hem yunanlılar birbirleri ile savaşmaktan yoruldu artık.”
“ Agememnon’un; “Barış kadınlar ve Korkaklar içindir” dediğini unutma Aşil!”
“ ... Ve de onurlu insanlar için!“
“ Ama truvalılar Isparta Kıralı Meneos’un karısı kıraliçe Güzel Helena’yı kaçırınca yunanlıların onuru zedelenmedi mi sence, böylece Truva Prensi Paris, tüm yunanlıları küçük düşürmedi mi?”
Odiseus’un sözündeki diretmeyi sezen Aşil, kınındaki kılıcını çekip, gözdağı verircesine ona doğruyürüdü ve önünde durdu;
“ Bir yunanlıyı küçük düşürdü, beni değil!”
Boğazına yaklaştırdığı kılıcının keskin ucu ile çenesini yukarı doğru kaldırdı ve;
“ Sadece karısına sahip olamayan Menaleos adlı salak Isparts Kıralı’nın karısını!”
Bu Sözü söylerken kılıcını geri çekip tekrar kınına sokan Aşil, kısa bir süre Odeseus’u süzerek gülümsedi;
“ Beni caydırmaya geldin, değil mi?”
“ Evet!”
Güldüler;
“ Bu savaş benim savaşım değil, Odiseus!”
“ Sen katılmasanda bu savaş olacak Aşil ve binlerce yıl boyu insanlar bu savaşı anarak anlatacaklar.”
Sustu, Aşil’e sevgi dolu gözlerle bakarak yanına kadar geldi;
“ Bu savaş asla unutulmayacak Aşil! Savaşa katılanların isimleri gibi...”
Her iki elini onun omuzlarına koyduktan sonra;
“ Sende iyi biliyorsunki, bu savaş sensiz kazanılamaz! Aşil onuru için savaşlsın, Agamemon toprak kazanmak için! Bense, eğer yanımda savaşırsan; Karım ve çocuklarım dönüşümden daha emin olmaları için. “
Aşil’i kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı ve içtenlikle göğsüne bastırarak sırtını sıvazlamaya başladı. Her ikiside kısa bir süre durdukları yerde salınmaya başladılar;
“ Biz öldükten çok sonra, yabancılar ismimizi anacaklarmı? Kim olduğumuzu, niçin savaştığımızı, nasıl sevişdiğimizi anımsayabilecekler mi? Bu önemli.”
Ondan ayrıldı ve;
“ En iyi savaşçı olduğunu kendinde biliyorsun!”
Diye Aşil’in yüzüne baktı;
“ Sede en iyi inandırıcı.”
Bu cevap üzerine her üçüde güldüler.”

Philipp’de güldü. Helen’in;
“ Niçin gülüyorsun Phillip?”
Sorusuyla kendine gelen Phillipp,
“ Hiç!”
Diyerek etrafına bakındı Çevrede ne Aşil, ne Patrakos nede Odiseus vardı ve eski harabenin yerine yeniden; Elma ağaçları, tahta masa ve sandalyeleri, büfesi ve televizyonu ile Çay Bahçesi geri gelmişti. Bu ansızın değişen; Kişi, yer ve zaman değişmesinin, Akçe’nin bir oyunu olduğunu bilen Phillipp aldırmadı;
“ Bana bir Tost daha yaparmısınız!”
Diye Garsona seslenen Helen Phillipp’e dönerek;
“ Sende bir tane daha istermisin?”
Diye sordu. Herhalde o çok acıkmıştı. Phillipp’in ise karnı o kadar aç değildi;
“ Hayır Helen, teşekkür ederim. Ama bir çay daha içebilirim.”
O garsona; “Bakarmısınız lütfen?” dedikten sonra masa üzerinde duran boş bardağnı gösterecek ve çayının tazelenmesini isteyecekti. Sonrada bir sigara daha yakıp; Bu bol ağaçlı Çay Bahçesi’nin masa ve sandalyeleri arasında gezinerek gördüğü düşü anımsamaya çalışacak ve durduktan sonrada Helen’e dönüp; “ Kıyıya, Beşik Körfezi’ne inmemiz gerek!” diyecekti. Oysa o şimdi; Otobüs acentasının arkasında büro olarak kullanılan loş bir odadada 3 kişilik siyah deri kaplı bir sofanın üzerinde sırtüstü yatmaktaydı.

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
(32) Çay bahÇesi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz (32) Çay bahÇesi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
(32) ÇAY BAHÇESİ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL