1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
214
Okunma
Ben bir Milano Kürdüyüm.
Aslen Erzurum Karayazılıyım ama büyümem Bursa Osmangazi.
Şehirli gibi yontulmuş ama içi hâlâ tandır kokar.
Evde tül perde, dışarda postmodern ezber bozma…
Beni anlamak için ne Türk olman yeter, ne Kürt.
Biraz çay demlemiş olman gerek, bir de içinde eksik kalmış bir çocuk olman.
Küçüktüm…
İlkokulda öğretmenim “haydi herkes memleketini söylesin” dediğinde,
ben bir an duraksadım.
Dedim ki, "hocam ben... Bursalıyım."
Ama sonra yanı başımdaki Hasan döndü:
> “Senin babanın Erzurum şivesi var lan.”
Ben gülümsedim.
O gün doğdum işte ben:
Milano Kürdü.
---
Benim arkadaşlarımın hafta sonu tatili vardı.
Piknikler, mangallar, kahkahalar…
Bizde hafta sonu varsa, o da çamaşır suyu kokusuyla başlar,
bir de “kaldır ayağını oğlum” cümlesiyle devam ederdi.
Modernlik mi?
Bizde modern olan tek şey, salon sehpasının üstündeki plastik güllerdi.
Ama yılmadım.
Bana “Kürt müsün?” diye soranlara gülümseyip,
> “Yoo ben Milano Kürdüyüm, pahalıyım biraz.”
dedim.
---
Şimdi herkes markalı kıyafetle gezmek istiyor ya,
Benim markam “baba korkusu” kardeşim.
Kemerin marka olmasına gerek yok,
o çıkarkenki sesi sana her şeyi öğretir zaten.
Babamla arkadaş değildik biz.
Ben onun varlığıyla gururlanırdım,
ama yanına fazla yanaşmazdım.
Çünkü fazla yaklaşmak, ya tokat, ya nasihat demekti.
Ama onu da severdim.
Çünkü bir tek o, “oğlum ol” demedi bana.
Direkt yaptı.
---
Ve şimdi, ben karşınızdayım.
Dilim düzgün, tarzım farklı, yürüyüşüm kendime özgü.
Bir yere ait değilim, ama her yerde varım.
Çünkü ben...
Milano Kürdüyüm.
Aslında hiçbir yere ait olmayıp, her yerde hikâye biriktirenlerdenim.
Bölüm 1 – Ben O Çocuklardan Değildim Ama Gülümsemeyi Bırakmadım
Ben bazen düşünüyorum da,
başka bir evde büyüseydim kim olurdum?
Mesela banyosunda havlu kaloriferinin yanında kurumuş beyaz havlular olan bir evde…
Ya da babasıyla AVM’de sinema çıkışı hamburger yiyen bir çocuğun evinde.
Ama olmadı.
Benim evimde sabah çayı demlenirken “kalk da şu sobayı yak” sesiyle uyanılırdı.
İçerisi Erzurum’du.
Dışarısı Bursa.
Ben ise arada kalmış bir şeydim.
İlkokulda hep güzel şeyler oldu.
Öğretmenim iyiydi, arkadaşlarım samimiydi.
Ama hep bir şey vardı…
Adını koyamadığım bir boşluk.
Sanki herkes bir şey biliyordu da ben geç kalmış gibiydim.
Benim ayakkabım biraz eskiydi.
Benim pantolonum, abimden kalmaydı.
Ama ben çok mutluydum
Çünkü biliyordum…
Kimseden daha az değildim.
Ama bunu bazen kimse bilmiyordu.
Bir gün sınıfta biri şöyle dedi:
> “Sen Kürt müsün?”
Ben de şöyle dedim:
> “Ben bir Milano Kürdüyüm.
İki dünya arasında gidip gelen, hiçbirine tam ait olmayan ama ikisinden de bir şeyler çalan biriyim.
Bizimkiler dağ görmüş, ben apartman penceresinden yıldız saymayı öğrendim.
Sizinkiler yazlığa gitmiş, ben yazın köye sürülmüşüm.
Ama kim daha çok şey öğrenmiş, onu Allah bilir.”
Sonra sustular.
O günden sonra bana farklı bakmadılar ama ben artık kendime başka bakıyordum.
Ben her zaman özendim.
Kimi zaman babasına "kanka" diyen çocuklara,
kimi zaman markalı montlara,
kimi zaman haftasonu ailece yapılan kahvaltı pozlarına…
Ama sonra bir gün aynaya baktım ve dedim ki:
> “Sen onlardan biri değilsin.
Ama sen sensin.
Ve bu yeter.”
O günden sonra özendiğim şeylere ulaşmak için savaşmadım.
Onlara ulaşmadan da değerli olabildiğimi öğrendim.
Ben bir Milano Kürdüyüm.
Evimin içi tül perde, dışım güneş gözlüğü.
İçimde eski kilim deseni, dilimde modern şaka.
Ben hem sessizce ağlamayı, hem kalabalıkta gülmeyi bilen çocuğum.
Ve artık kendime aitim.
Kimseye ait olmadan.
Bölüm 2 – Markalı Mont ve Cebindeki Eller
Ortaokuldaydım.
Kıştı.
Soğuk, yüzümü ısırıyordu ama ben alışkındım.
Çünkü doğduğum yer Karayazı, orada ayaz insanı önce titretir, sonra olgunlaştırır.
Okulda bir çocuk vardı.
Adı Kaan.
Saçı hep düzgün taranmış olurdu, ayakkabısı hep beyaz.
Montunun omzunda küçücük bir logo vardı ama
o küçücük şey, benim bütün kışlık kombinimi değersiz hissettirirdi.
Benim montum?
İçinden tüy çıkan,
fermuarı sonuna kadar çekilince boğaza yapışan,
rengi tam ne olduğu belli olmayan bir şeydi.
Ama annem "sıcaktır oğlum, içine yelek de giy, hiç üşümezsin" derdi.
Bir gün teneffüste Kaan yanıma geldi, elini cebine attı.
> “Dışarda kartopu oynayalım mı?”
Ben elime baktım.
Eldivenim yoktu.
Sadece ceketimin iki cebine sokulmuş, birbirini ısıtmaya çalışan ellerim vardı.
Yine de çıktım.
Çünkü o gün soğuktan korkmuyordum,
yokluktan utanmıyordum.
Sadece o anın geçici olduğunu biliyordum.
Kartopu oynadık.
Güldük.
Ama top Kaan’ın montuna geldiğinde sinirlendi.
> “Annem yeni aldı, dikkat etsene!”
Ben o an montun pahalı olduğunu değil,
benim dostluğumun ucuz olduğunu düşündüğünü anladım.
Ve o gün karar verdim:
Bir gün ben de güzel giyineceğim, ama hiçbir zaman başkasına yukarıdan bakmayacağım.
Çünkü o gün, cebimde eldiven yoktu ama
gurur vardı.
Ve o da beni en iyi ısıtan şeydi.
Bölüm 3 – “Babamın Ellerinde Konuşulmayan Şeyler”
Benim babam konuşarak sevmez.
Sarılmaz, okşamaz, “aferin oğlum” demez.
Ama sabahın köründe kalkıp işe giderken evin ayakta olduğunu bilmemizi ister.
O bizim için bir duvar gibi durur.
Yıkılmaz.
Ama sarılmaz da.
Ben küçüktüm…
Bir gün okuldan geldim, ayakkabım delinmişti.
Ayağım ıslanmış, parmaklarım mora çalmıştı.
Anneme söyledim.
O da babama söyledi.
O gece sessizlik vardı evde.
Babam bir şey demedi.
Sadece sabah erkenden çıkarken, kapının yanına bir poşet bıraktı.
İçinde yeni bir ayakkabı vardı.
Etiketi üzerinde.
Konuşulmamış bir sevgi gibi.
---
Babamla hiçbir zaman “kanka” olmadık.
Sokağa çıkıp futbol oynamadık.
Film izleyip gülmedik.
Ama bir gün liseye giderken sokakta biri bana laf attı,
babam duydu…
O adamın üstüne yürürken ilk kez babamın sesiyle değil,
sevgisiyle bağırdığını duydum.
> “O benim oğlum… O bana emanet!”
O an içim titredi.
Çünkü babam ilk kez beni bir cümlede sevmişti.
---
Ben onu hiç ağlarken görmedim.
Ama bir gün işten geç geldiğinde,
elleri nasır doluydu,
ve elini yıkarken gözlerini kaçırıyordu.
Ben o gün anladım:
Babam yoruldukça sevgisini göstermeyi unutmuyordu.
Sadece onun sevme biçimi,
bizimkinden farklıydı.
O başını okşamazdı,
ama sen düşerken seni tutardı.
O "gurur duyuyorum" demezdi,
ama biri seni incitse, dünyayı yakardı.
---
Ben babamla kucaklaşmadım belki…
Ama onun sırtı benim en güvenli yerimdi.
Ve şimdi, büyüdüm, dünyayı biraz öğrendim.
Anladım ki:
Babam benimle hiç arkadaş olmadı…
Ama ben onun gibi bir adam olursam,
bu hayatta hiçbir şeye ihtiyacım kalmaz.
—