0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
205
Okunma
Bazı günler sabahı, şimdinin içinden değil de, başka bir yüzyılın eşiğinden geçerek karşılamak ister insan.
Gözünü açtığında önünde uzanan şeyin bir apartman koridoru değil, taş döşeli bir sokak olmasını…
Ekmek almak için değil, selam vermek için çıktığı avluları özler mesela.
Ben işte o tür bir sabaha hasretim.
Radyosu çatırdayan, kahvesi telveli, susması bile derin olan bir zamana aitmişim gibi.
Şimdiki hayat sanki üzerime bol gelen bir gömlek.
Ne kolu yerli yerinde duruyor, ne yakası göğsüme değiyor.
Ya büyük geliyor ya da içimden bir şey taşmak istiyor ve dikiş yerlerinden sökülüyorum.
Kendime ait bir çağım yok.
Her şeyin bu kadar hızlı değiştiği, her şeyin bu kadar çabuk unutulduğu bir zaman dilimi bana göre değil.
Ben beklemeyi sevenlerdenim.
Isınmasını, demlenmesini, pişmesini…
Suyun kaynamasını izleyen, rüzgârın yönünü kestirmeye çalışanlardan.
Oysa şimdi insanlar rüzgâra bakmadan yelken açıyor; sonra da yönsüzlüğe küfrediyor.
Hayal ettiğim yerlerde, evlerin duvarları taş, insanlar sözlerinin arkasında dik dururdu.
Bir kere “tamam” dediyse biri, üstüne daha fazla söz gerekmezdi.
Şimdi bin cümle kuruyorsun, biri bile yerini bulmuyor.
Kelimeler ya çok suskun ya da fazla gürültülü.
Ortası yok artık hiçbir şeyin.
Eskiden bir çiçek açardı, herkes sevinirdi.
Şimdi biri düşmeden diğerine bakmıyor kimse.
Güzellik bile yarışıyor kendiyle.
İnsanlar bir şeyin kıymetini ancak kaybedince öğreniyor,
Ama artık kaybetmek bile anlamlı değil.
Çünkü kimsenin eşyası da, duygusu da, insanı da kalıcı değil.
Bazen düşünüyorum:
Eğer gerçekten eski zamanlarda yaşasaydım,
Acaba bu kadar yanar mıydı içim bugünkü olan bitene?
Belki de o zaman da zordu hayat.
Ama bu kadar kopuk değildi.
İnsan bir taşı eline alınca, onunla ev yapmanın da mümkün olduğunu bilirdi.
Şimdi herkes birbirine taş atıyor,
Ama kimse o taşla bir şey inşa etmeyi düşünmüyor.
Ben geçmişi süslemekten yana değilim.
Ama hatırlamanın da bir adabı vardır.
Bir duvar gölgesinde dinlenmiş bir adamın sessizliğine hayranım.
İki katlı bir evin verandasında unutulmuş bir sandalye gibi hissediyorum kendimi bu çağda.
Ne atılacak kadar eski,
Ne de kullanacak kadar yeni.
Ve her şeyin “an”lara bölündüğü bu zamanın içinde,
Bense bir bütün olmak istiyorum.
Yani bir kitabın arasında kurutulmuş çiçek gibi.
Kokusu geçmişten, ama varlığı hâlâ canlı…
Bugün yaşamak denilen şey,
Biraz unutmakla, biraz tahammülle sürüyor.
Ama ben unutmak istemiyorum.
Bir göl kenarında oturup, nehir gibi akan geçmişin sesini dinlemek istiyorum.
Tahta bir pencerenin önünde,
Üzerime düşen ışıkla, zamanı yavaşça içime çekmek…
Çünkü bazı ruhlar, hiçbir zaman bu yüzyılın toprağında yeşermez.
Onlar için en güzel mevsim, çoktan gelip geçmiştir belki…
Ama yine de beklerler.
Kimbilir, belki bir gün vakit yeniden eski saatine döner.