3
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
565
Okunma

LİMON
Pazardayım.
Bu “pazar” bildiğimiz günlerden pazar değil.
Normalde meyve sebze pazarı…
Tezgâhların bir kısmında tuhafiye malzemeleri, ev gereçleri, spor ayakkabılarının da satıldığı pazardayım.
Gayem, bir yandan vakit geçirmek, bir yandan da meyve sebze alırken seçtiren tezgâhlardan kendi istediğim gibi seçip almak.
Benim için fiyatından çok seçerek almak daha önemli. Yoksa pazar esnafına bırakırsak, esnaf tezgâhın ön tarafına, yani görünen yüzüne meyve ve sebzelerin en güzelini, en albenisi olanını diziyor, kendi tarafları ise tamamen karma. İrili ufaklı, ezik büzük, kısmen çarık çürük...
Daha önceleri, pazarcı esnafı kesinlikle müşterisine çürük mal satmaz, hemen ya tezgâhının altına atar veya yanına koyduğu çürük kasasında biriktirir ve sonra da çöpe dökerdi. Şimdilerde ezilmişin de çürüğün de tartıldığı aldırışsızlık zamanını yaşıyoruz.
...
Limon siparişi verilmişti.
Şöyle bir bakayım, dedim. Pazarda limon satan birkaç pazarcı oluyor genellikle. Bunlar da bazen ya fileler içinde birer kilo olarak satıyorlar veya dökme tabir edilen cinsten. Benim tercihim filede satılanlar değil. Zira seçme şansım yok. Dökme limon satanların bir kısmı kendi tartıp veriyor. Bir iki pazarcı da seçtirerek satıyor.
Genellikle seçtirerek satan tezgâha yöneliyorum.
Her zamanki gibi limonları gayet güzel…
Vay be!..
O da ne öyle!..
Gözlerim, alnıma düşen kısacık saçlarımla birleşircesine açılmış; kaşlarım, saçlarıma yapışmıştı sanki.
Bir çocuk görse o anki halimi, büyük bir ihtimalle o kadar büyümüş gözler karşısında korkardı.
Başımı sağa sola çevirip bir daha baktım etikete.
Pazarcı:
- Ne o amca? Çok mu pahalı geldi?
- İlk defa bu kadar fiyata satıldığına şahit oluyorum. Bu ne Allah aşkına!.. Hiç bir kilo limon 120 lira olur mu?
- Oluyor, maalesef amca. Biz de toptancıdan çok pahalıya alıyoruz.
- Haklısınız. Yüzde yüz kâr etmeyince satmazsınız zaten.
- Nerede yüzde yüz kâr etmek amca. Asıl kazanan aracı oluyor.
- Aslında üreticiye yazık… Emek emek üretiyorlar, sonra da mecburen toptancıya üç kuruşa satıyorlar.
Bu arada benim yaşlarımda biri birkaç limon seçip, “şunları bana tartar mısın” dedi. Böylece araya girdi de laf başka yerlere çekilmeden konu kapandı.
“Ben bu fiyattan kesinlikle limon filan almam. Herkes benim gibi düşünse, ne toptancı, ne pazarcı bu fiyatlara satamaz. Bizim insanımız, pahalı ucuz demez, yine de alır. Bu gibi konularda birlik olma ruhumuz yok.”
Tabii, aklıma pek çok soru takılıyor.
Mesela zabıtanın fiyat denetimi yapıp yapamayacağı...
Görevi, “sadece bağıra çağıra mal satmayın” demekten mi ibaret. Fiyat harici, şikâyet olursa müdahale etmek mi? Müşteriye saygısız ve kaba davrananın, olaya şahit olanlar da varsa, tezgâhını birkaç pazar için kapatmak mı?
Gerçi bunlar bile denetim için bir şey, ancak yeterli mi?
Kim yapacak, bu fiyat denetleme işini?
...
Oradan ayrılırken, kendimi akşamın ilk saatlerinde koskoca salonda, sedire serilmiş minderler üzerinde buluyorum.
Kocaman kocaman pencereli, uzunca ve köy odası gibi oldukça büyük bir salon. İki tarafı tamamen pencerelerle kaplı. Koca salonu soğutması için büyükçe bir klima, odanın giriş kapısının üstünde. Uzak tarafta birkaç cam da üstten açık.
Ben, klimadan uzak köşede, açık camlı kısımda oturmayı tercih ediyorum. Klima dokunuyor bana. Bir türlü alışamadım.
Minderlere yanlamasına oturmuş sekiz, dokuz kişi varız. Ev sahibi hısım hariç, her biri yüksekokul mezunu. Oturanlar arasına, yoldan geçerken evin ışığını tesadüfen gören bir avukat da sonradan katıldı. Öğretmenler, askerler, emniyetçiler, emekliler topluluğu.
Muhabbet koyu.
Üreticinin emeğinin karşılığını nasıl alabileceği konusunda herkes kendi fikrini söylüyor.
Hararetli bir tartışma.
- Beyler, izin verirseniz birkaç cümle de ben söylemek isterim.
Sessizlik...
Ev sahibi büyüğümüz:
- Buyurun hocam. Tabii.
- Gördüğüm kadarıyla herkes, üreticinin kendi başına hareket etmesinden, ürettiğini götürüp satamadığından, buna imkânı olmadığından dem vuruyor. Madem üretici ürettiğini kendi götürüp satamıyor, neden kooperatif kurmuyorlar? Bence birlik olunursa hem istedikleri fiyata satarlar, hem de tek başına kalmamış olurlar. Kooperatif onlar adına alır ve satar.
Ev sahibinin cevval oğlu:
- Denedik hocam. Çok uğraştık bir kooperatif kurmak için. Ama yine birlik sağlayamadık. Belli bir yaşta olanlar işi üslenmek istemediler. Biz gençlere de güvenmediler.
- Yani “bana ne” anlayışı ve “güvensizlik” duygusu mu ağır bastı?
- Ne yazık ki öyle, hocam.
- Sizler bir araya gelip kendinize sahip çıkamazsanız hiç kimse sizi düşünmez.
-Haklısınız hocam. Aynen… Dediğinizi zaten yaşadık.
- Gördüğünüz gibi hemen dışarıda en az üç yüz ağaçlık limon bahçemiz var. Evin önünden geçen DSİ’nin sulama kanalından gürül gürül akan suyumuz da var. Bahçeye harcadığımız emeği söylemiyorum bile. Ağaçların bakımı, budanması, ilacı, diplerinin açılması, otların temizlenmesi...
- Peki, satış mı yapamıyorsunuz?
- Satıyoruz satmasına da...
- ‘da’sı ne o zaman?
- Bir toptancı geldi bir zaman. Limonları dalındayken pazarlayıp satıyorduk. İlkinde gayet uygun peşin para vererek aldı. Biz de sevindik ve daha çok üretmek için çalıştık. İkinci gelişinde bir kısmını verdi paranın ve diğer kısmını da on, on beş gün içinde hesaba yatıracağını söyledi. Öyle de oldu. Birkaç kez bu şekilde satış yaptık. Arada paramızın tamamını veriyor, arada da kalanını hesabımıza yatırıyordu.
- Eee!.. Sonra ne oldu?
- En son geldiğinde yine pazarlıkta anlaştık. Ancak hafta sonuna denk geldiği için bankadan para çekemediğini, hemen hafta içinde anlaştığımız miktarı hesabımıza yatıracağın söyledi. Biz de tanıdığımız ve güvendiğimiz için tamam dedik.
- Güzel. Ne var bunda?
- Ha, işte biz de aynen böyle düşündük, verdik.
- Sonra mı? Ne beş kuruş hesabımıza yattı, ne de bir daha adama ulaşabildik. Adam kayıplara karıştı. Yani anlayacağın enayi yerine konulduk ve bir yıllık bütün emeğimiz çalındı.
- Eyvahhh!.. Gerçekten üzücü bir durum.
- Sonra üretme zevkimizi de çaldılar. Moralimiz bozuldu. Şimdi limon bahçemiz biraz bakımsız. Ağırlığı muza vereceğiz. Gerekirse limon ağaçlarını kesip muz serası yapacağız. Hiç olmazsa garantili iş.
- İşte, tam da benim dediğim gibi değil mi? Eğer kooperatif olsaydı, kooperatif aracılığıyla satışlarınız garantili olurdu. Demek ki olmayınca olmuyormuş.
Gecenin ilerleyen saatleriyle birlikte hem sohbetin, hem de ikramın tadına doyduk.
...
Aldatılmak, kandırılmak hariç, har şey gayet güzel ve normal de...
İçeride dediğim gibi bu kadar kişi bir aradayız ve benden başka hepsi yan gelmiş, öyle oturuyor. Arada ya sedirden ayaklarını sarkıtıyorlar veya oturdukları minder boyunca yanleyin uzatıyorlar. Bazen üstte kalan bacaklarını dizden kırarak oturdukları da oluyor.
“Bu nasıl bir oturuş şekli böyle?”
“Misafirlere hiç mi saygıları yok?”
“Çok garibime giden oturma şekli bu”.
“Ancak o samimi havayı bozmamak için kesinlikle soramıyorum.”
...
Davetliyiz efendim.
Bu sefer akrabalardan birinin evine, gözleme yemeye davetliyiz.
İkindiden sonra gideceğiz. Zira gün içinde hava aşırı derecede sıcak oluyor. O sıcaklarda ne gözleme pişirilir, ne de yenir.
Ev sahibesi gerekli hazırlıkları yapmış, kardeşine “gelin” diye telefon etmiş. O da bizi aradı. Araçlarımızla şehrin içinde belli bir noktada buluşup ablasının yakın köydeki evine gittik.
Üç araba insan.
Gelinler...
Görümceler...
Kardeşler...
Hamur yoğrulmuş, içi hazırlanmış, ocak yakılmış.
Evin ikinci katında, iki tarafı açık, efil efil rüzgârın estiği kocaman bir balkon… Bayağı bayağı büyük bir alan.
Buralarda oda ve salonlardan çok, böylesi balkonlar daha makbul oluyormuş. Ne de olsa sıcak memleket.
Bayanlar hemen harekete geçtiler. Biri salata yapıyor, biri sofraya ayran, soğuk içecekler getiriyor.
Beyler, plastik kilimlerin üzerine atılmış koca koca minderlere yine yan gelerek oturuyorlar. Hepsiyle yıllardır görüşüyoruz, ancak böyle minder üzerinde oturdukları hallerine ikinci kez şahit oluyordum. Ya koltuklarda, ya sandalyelerde oturmuştuk, şimdiye kadar...
“Öfff!.. Mübarek, mis gibi koktu.”
İsteyene sebzeli (patlıcan, biber, soğan, domatesli), isteyene yağlı peynirli, isteyene patatesli...
Piştikçe, hele o koku vurdukça insanın karnı iyice acıkıyor sanki.
Yere konulmuş kocaman sofranın üzerinde her çeşitten gözlemeler. İçeceklere bakan bile yok.
- Hocam, size ne katayım?
- Nasıl yani?
Küçük bacım ban dönerek:
- Abi, ne içersin? Ayran, doğal limonata, acılı acısız şalgam suyu, meşrubat...
- Ha... anladım bacım.
Tebessüm ederek:
- Bana ayran kat.
Olur abiciğim.
Bir taraftan şakalaşmalar, bir taraftan sıcak sıcak gözlemeler.
Soğuk ayran...
Hafif hafif esen serin rüzgâr...
Oh be!.. Altımızda minder, önümüzde gözleme...
Muhteşem bir keyif…
Afiyetle ve iyice doyana kadar keyifle yedik.
Nihayet sofra ortadan kalkınca erkekler yine minderlere yayılarak, pardon, yan gelerek oturmaya başladılar.
Aynı durumla ikinci kez karşılaşıyordum.
“Bunlarda mı tuhaflık var, bende mi?”
“Saygısızlık desem, bunlar saygısız insanlar değiller.”
“Öyleyse nedir?..”
Sormalıyım, neden böyle oturuyorlar diye.
- Mevlit Hoca. Neden hep böyle yan gelerek oturuyorsunuz? Daha önce de Halis abilerde toplandığımız akşam, bütün erkekler, adeta böyle yan yatarak oturdu. O zaman soramamıştım.
- Ha... Hikmet Hocam. Çok haklısın. Kusura bakma. Önce bizim bir açıklama yapmamız yerinde olurdu.
Buralar yazın gördüğünüz gibi çok acayip sıcak oluyor. Özellikle gündüzleri. Bir taraftan nem, bir taraftan sıcak... Eğer böyle oturmazsak her yanımız çok çok terliyor. Onun için bir sağ tarafımıza, bir sola tarafımıza kısmen yatarak, yani yan gelerek oturmak zorunda kalıyoruz. Bizim buranın insanı için, hatta Akdeniz insanı için bu oturma şekli kesinlikle saygısızlık değil. İç Anadolu’da kimse böyle oturmaz ve oturulursa saygısızlık olarak görülür. Onun için önceden açıklama yapmalıydık, dedim.
- Aslında haklısınız. Ben terlemedim desem yalan olur. Ama alışkanlık meselesi. Ben sizler gibi oturamıyorum.
- Sen de burada uzun süre kalsan alışırsın hocam.
- Haklısınız.
“Abi, soğuk limonata alır mısın” diye sordu bacım.
...
Alırım bacım.
- Limonata ha...
Pazardan 120 liraya almadığım limonu, marketten almak istemiştim. Etiketi görünce bu sefer gözlerimi kapatıp sebze bölümünden uzaklaşmak zorunda kaldım.
Etikette ne mi yazıyordu?
Vallahi, billahi tamı tamına 139 lira...
Limonunu istediği fiyata satamayan veya aracıya çarpılan üretici ve el yakan limon fiyatları...
“Vay be...”
“Limon!..”
“Neleri hatırlattın bana limon ve limonata.”
Hikmet Çiftçi
18 Temmuz 2025
5.0
100% (5)