9
Yorum
30
Beğeni
4,5
Puan
502
Okunma

Bir gün insan, bir eşyayı tam yerine bırakmaz.
Bir cümleyi yarım bırakır.
Bir göz göze gelişten çekinir.
Ve farkında olmadan hayatın bir yerinde çözülme başlar.
Önce sesler uzaklaşır.
Kalabalıkların ortasında kendini anlayamazsın.
Bir sabah uyanırsın, aynaya bakarsın…
Ama sana bakan gözlerin senden haberi yoktur.
Senin suretini taşır, ama içindeki o sesi çoktan kaybetmiştir.
İşte tam orada başlar insanın kendini yitirişi.
Bir zamanlar heyecanla açtığın kitaplar,
bir masanın köşesinde öylece durur artık.
Okuduklarını değil, sadece sayfaların kenarındaki yıpranmışlığı fark edersin.
Çünkü artık bakarken bile görmemeye başlarsın.
Sözlerin anlamı değil, sesi bile yabancı gelir kulağına.
Sanki senin dilinde konuşmuyor dünya.
İnsan bazen,
kendini tükettiğini bile fark etmez.
Biter.
Ama bitişini anlamlandıramaz.
Yorgunluk der, geçer sanır.
Oysa ruhunda çürüyen bir şey vardır.
Adını koyamadığın, ama gözlerinin karasında birikirken seni içten içe kemiren bir şey.
Çözülme,
bir sesin tonunda saklıdır.
Bir kapının sessiz kapanışında.
Bir kelimenin söylenmemesinde.
Bir sabahın çok fazla suskun gelmesinde.
Ve bazen hiçbir şeyde.
Bazen geçmiş dediğin şey bir insanın yüzünde saklanır.
Bir gülüşte.
Bir “hoşça kal” bile diyememiş vedada.
Sen yoluna devam ettiğini sanırsın ama
o yüz, bir sokağın köşesinde hep bekler seni.
Görmezsin belki.
Ama farkında olmadan daha sessiz yürümeye başlarsın.
Sanki her an karşına çıkacak gibi…
İnsan birini tam olarak hayatından çıkarmaz aslında.
Sadece susar.
Adını anmaz.
Ama unutmamış olmakla unutur gibi yapmak arasında kalır.
O yüz bir hatıra gibi değil,
bir eksiklik gibi taşınır zamanla.
Ne tam gidersin, ne tam kalırsın.
Ne tam iyileşirsin, ne tam yaralısındır.
Ve gün gelir, bir yabancı gibi geçersin kendinin yanından.
Odandaki koltuğa oturursun mesela,
aynı ışık vurur perdeye.
Aynı kahve, aynı bardak, aynı kitap.
Ama sen değilsindir artık.
Her şey yerli yerinde ama sen eksiksindir o fotoğrafta.
Bir silüet gibi varsın,
ama neye baktığını sen bile bilmezsin.
Çünkü insan en çok kendine yabancılaştığında sessizleşir.
Bu yüzden bazı suskunluklar gürültüden daha derindir.
Bir cümleyi kurmamak, bazen onu söylemekten daha ağırdır.
Ve bazen en çok, "neden böyle oldu?" sorusunun cevapsızlığı yakar içini.
Çünkü her çözülme sessiz başlar.
Ve sessizlik, zamanla alışkanlığa dönüşür.
İnsan alıştıkça vazgeçer,
vazgeçtikçe unutur,
unuttukça eksilir.
Bir gün anlarsın.
Bir sabah değil belki,
bir cümleyle de değil.
Ama yavaş yavaş.
Sessizce.
Anlarsın ki,
gittiğin yol, döndüğün yerin aynısı.
Yüzleşmeden yürümek, sadece aynı boşluğun etrafında dönmekmiş.
Sonra bir şey olur.
Küçük bir şey.
Bir sokakta rastladığın eski bir koku.
Bir şarkının, hiç fark etmediğin bir dizesi.
Ya da sadece bir çocuğun bakışı.
Sana ait olmayan bir an,
seni kendine geri çağırır.
O an anlarsın:
Ne kadar uzağa gitmiş olduğunu.
Ve hâlâ dönebileceğin bir yer kaldığını.
Ama oraya dönmek için
önce kendinden geçmen gerektiğini.
İyileşmek, bazen unutmaktan geçmez.
Hatırlayarak da iyileşir insan.
Ama bu kez ağlamadan.
Bu kez “neden?” demeden.
Sadece kabul ederek.
Kırıldığını, eksildiğini, hata yaptığını, sustuğunu…
Ve hâlâ yaşıyor olduğunu.
Çünkü insan ancak kendini affettiğinde tamamlanır.
Bir gün aynaya yeniden bakarsın.
Bu defa gözlerin gerçekten senindir.
Ve uzun bir aradan sonra,
ilk kez
kendine gülümsersin.
5.0
80% (8)
3.0
10% (1)
2.0
10% (1)