0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
140
Okunma
ANNELER GÜNÜ’NDE MEKTUP
Sıcak bir Mayıs gecesiydi. Balkonun serin esintisinde çaylar içiliyor, sessiz sohbetler ediliyordu. Anne elinde iğne oyasıyla uğraşıyor, kızı doğacak bebeğine bir şeyler örüyordu. Baba ise aynı gazeteyi kaçıncı kez okuyorsa, yine gözlüğünün üstünden bir göz atıp bulmacayı kurcalıyordu.
“Kalemimi verir misin kızım?”
“Hayrola bey?”
“Bulmaca, birkaç boşluk kalmış.”
Kadın gülümsedi. Sonra konu bebeğe geldi.
“Bebek tam kışa denk geliyor, ama hayırlısı olsun.”
“Yeter ki sağlıklı olsun anne,” dedi kız.
Baba usulca kızının karnına baktı. İçinden “Vay be, dede oluyorsun artık,” dedi kendi kendine, hafifçe gülümsedi. Kadın fark etti:
“Neye güldün bey?”
“Yok bir şey... Anneler Günü geliyor ya, bakalım kızın sana ne alacak?”
“Zor, karnı burnunda. Dolaşıp hediye mi arayacak?”
Kızla baba göz göze geldiler, gülümsediler. Bir sessizlik oldu. Kadın içeri geçip çayları tazelemeye kalktı. Kız yardım etmek isteyince baba durdurdu:
“Bırak, biraz yalnız kalsın. Her Anneler Günü’nde böyle olur. Ağlasın, boşalsın.”
Kadın döndüğünde gözleri kızarmıştı ama çaktırmamaya çalıştı. Herkes susuyordu.
“Anne,” dedi kız, “yıllar geçti. Kendini üzmenin anlamı yok artık.”
Kadın cevap vermedi. Adam da gazeteyi kapatıp gözlüğünü çıkardı. “Çay güzel olmuş hanım,” dedi.
Kadın zorla, “Afiyet olsun,” diyebildi. Sonra daha fazla dayanamadı, gözyaşlarını mendiliyle sildi.
Kız konuştu: “Anne, o da seni böyle görmek istemezdi. Üzülmeni istemezdi.”
Kadın sadece, “Elimde değil,” diyebildi.
Adam bahçeye indi. Yüzünü yıkayıp hamağa uzandı. Gökyüzüne bakarken karanlıkta parlayan yıldızlara daldı.
Kadın yanına geldi. Sessizce birlikte oturdular. Adam, “Kiraz bir aya kalmaz olur,” dedi.
Kadın yorgun bir sesle, “Olur,” dedi.
Bir süre sonra kız seslendi, “Anne, neredesin?”
“Geliyorum kızım.”
Kadın balkona döndü. Gözleri hâlâ yaşlıydı.
O sırada araba sesi duyuldu. Damat geldi.
“Anne, gözlerin kıpkırmızı. Yine mi ağladın?”
“Anneler Günü yaklaştı ya…” dedi kız.
Damat bir süre sustu, sonra nazikçe sordu:
“Anneciğim, her sene üzülüyorsun ama nedenini tam olarak bilmiyoruz. Anlatmak ister misin? Belki anlatmak sana iyi gelir.”
Kadın sessizce içeri gitti. Elinde sararmış bir zarfla geri döndü. Damatına uzattı.
“Oku evladım.”
Damat mektubu açtı, okumaya başladı:
“Sevgili Kızım,
Bu mektubu okuduğunda ben bu dünyada olmayacağım. Belki beni affetmedin ama yine de sana ’kızım’ diye seslenmeme izin ver…
Sen doğduğunda annen doğumda vefat etti. Babanla aynı hastanedeydik. Seni görür görmez içimde bir sevgi büyüdü. Birkaç ay sonra baban tayin olmadan evvel evlenme teklif etti. Evlendik. Ve seni kendi çocuğumuz gibi büyüttük.
Annenin adı da benimkiyle aynıydı. Bu yüzden, senin iyiliğin için ‘annen benim’ dedik. Sana hiç farklı davranmadık. Seni hep sevdik. Sana kıyamadığımız için başka çocuk bile yapmadık.
Yıllar sonra bir tatilde tanıdıklarla karşılaştık. Onların kızları sana her şeyi anlatmış. Bize sorduğunda yıkıldık. Konuşmadan evi terk ettin. Sonra da bir daha dönmedin.
Baban hastalandı, vefat etti. Cenazeye gelmedin. Evlenmişsin, biz başkalarından duyduk. Oysa seni gelinlikle görmek isterdik. Kırgın değiliz. Sen bizim her şeyimizdin.
Şimdi bir kızın olmuş. Onu göremeyeceğim ama bil ki torunum da benim canımdır.
Seni doğurmadım ama seni benmişim gibi sevdim. Sana hakkımı helâl ediyorum. Baban da sana kırgın değildi.
Mektubumu annen olarak imzalamama izin ver. Hoşça kal, mutlu ol.
Annen”
Mektup bittiğinde kimse konuşmadı. Kadın yavaşça yerinden kalktı, gözyaşlarını silerek bahçeye indi. Arkasında üç çift göz, onu sessizce izliyordu.
Kamil Erbil