1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
271
Okunma
Hiçbir yere ait olamama duygusunu tüm benliğimle içimde taşıyorum. Sanki damarlarımda gezen kirli kan, her hücreme bu yabancılığı taşıyor. Bastırdıkça duygularımı, kendi içimde kayboluyorum. Her gün biraz daha silikleşiyor sesim, bedenim sanki yaşamak, sadece alışkanlık haline gelmiş bir ağırlık. Ne yana baksam, bir fazlalık gibi hissediyorum kendimi. Göz göze geldiğim her bakışta ya yargı var ya da boşluk. İnsanlarla konuşurken hep eksik kalıyorum. Söylemek istediklerim teker teker boğazıma diziliyor ve benim içimdeki o boşluğu tamamlamama sebep oluyordu , sustuğum her kelime içimde büyüyüp bir yara oluyor. Ben aslında ne zaman bu kadar sustum? Ne zaman içimdeki ses de bana sırt çevirdi? Kendimi bile tanıyamaz hale gelmişim. Gülümsemeyi öğrenmiş bir yüz taşıyorum ama ait değilim hiçbir yere… Ne bir evin köşesine, ne bir kalbin kıyısına, ne de kendi benliğime. Ben artık umut edemiyorum. Ben karanlığa alıştım. Sessizliğe... Anlaşılmamaya... Herkes gibi görünsem de herkesin içinde dışlanan bir boşluğa benziyorum. Eskiden daha parlaktı içimdeki sesler. Hayallerim vardı, rüzgarın bile taşıyamayacağı kadar hafif. Şimdi o hayallerin yerinde keskin köşeli suskunluklar var. İçimde bir şeyler sürekli eksiliyor gibi. Sanki her yeni gün, benden bir parça daha alıp götürüyor. Neşem, umudum, sesim... Kaybettiklerimi tek tek hatırlayamıyorum ama eksikliklerini her sabah boğazımda hissediyorum. Artık hiçbir şey tam değil. Ben bile. Kendimi ifade etmeye çalıştığım her anda, kelimeler beni yarı yolda bırakıyor. İnsanlara ulaşamıyorum. Ne desem eksik kalıyor. Ne yaşasam, yarım. Kalabalıklar içinde bile tek başımayım. Artık suskunluğum, fırtınaların içinde ayakta kalan son direnişim; beni anlamayan dünyaya karşı, varlığımın sessiz ve kırılmaz bir çığlığıdır.
5.0
100% (1)