0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
213
Okunma
Bereket Ana’nın yanına oturan Jale sessizliği bozdu, “Bereket Ana, senin ismini kim koymuş?”
Bereket, “Babam koymuş, ama ismimi kimin verdiğinden çok, neden bu ismi tercih ettikleri daha enteresan. Annemle tatile Gökçeada’ya yani eski ismiyle İmroz’a gelmişler. Tatilin üçüncü günü, annemin doğum sancısı başlamış. Babam onu hastaneye yetiştirmeye çalışırken, annem doğumu arabada gerçekleştirmiş. Hastaneye yakın bir mesafede, doğum yaptığından hastaneye geldiklerinde hemen gerekli işlemler yapılmış. Şükürler olsun ki, annem ve ben hayattaymışız. İmroz Adası’nda olduklarından ve eski ismiyle İmbros, çorak topraklardaki bereket tanrısı anlamına geldiğinden bana bu ismi vermeye karar vermişler. Onlara bereket getireceğime inanmışlar.”
Jale, “Ben de ismimi çok seviyorum. Jale gece oluşan ve sabah çiçeklerinin üzerinde görülen çiğ anlamına geliyor. Romantik değil mi?”
Jülide ona ters ters baktı, “Aynen, çok romantik… Benimki neden Jülide? Annem çok romantik olduğu için bana da böyle bir isim koymuş sanırım. Dağınık ve karmakarışık demek. Ben dağınık biri miyim?”
Jale gülerek, “Ne alakası var? Herkes ismi gibi olacak diye bir kural mı var? Ayrıca isminin söylenişi kulağa hoş geliyor.”
Bereket, “Annen kendi ismi Feride’yle uyumlu bir isim düşünmüş bu nedenle Jülide koymuş. Neden böyle şeylere takılıyorsun kuzum? Senin ismin de çok güzel.”
Jülide, “Peki öyle olsun. Aşağıya inmiyor muyuz? Ben sıkıldım. Annem koşturup duruyordur. Ona yardım edelim.” Jülide, Bereket Ana’nın kalkmasına yardım etti. Jale ile birlikte onun koluna girip aşağı inmesi için yardımcı oldular.
Feride ve Hikmet akşam yemeği için sofrayı hazırlamışlardı. Hikmet marketten aldıkları sucukları kesmiş, tavada bir güzel pişirmişti. Evin alt katını, pişmiş sucuğun kokusuna karışmış farklı yemeklerin kokusu sarmıştı. Jale, “İçerisi havasız kalmış, biraz kapıyı açıyım.” Bereket Ana’yı kanepeye oturttuktan sonra kapıya yöneldi. Kapıyı açıp önüne yerdeki büyük çakıl taşını yerleştirdi. Perdeler havalandı, tiz bir ıslık duyuldu. Dışarı çıkıp, bahçedeki çalılıkların hışırtısına yöneldi, yüzüne serin bir rüzgâr doldu, gözlerini kırpıştırarak eteklerini tuttu. Yere çömeldi, toprağın üzerinde sallanmakta olan sivri biberlerden birkaç tane kopardı, uzun eteğinin kenarını toplayıp biberleri içerisine koydu. İki eliyle eteğini tutup, mutfağa gelince, onları tezgâha koydu. Yavuz Dede, “Ne yapıyorsunuz? İçerisi buz gibi olmuş.” Dedikten sonra yerdeki taşı ayağıyla kenara itip, kapıyı kapattı.
Feride, “Kızlar, duymuyor musunuz? Telefon çalıyor.” Jale, Jülide’nin ona uzattığı telefonu alıp, koşar adım mutfağa girdi. Fırının kapağını kapatan Feride, telefonu kızının elinden aldı, “Alo? Reyhancığım, iyiyiz, ne yapalım? Sizi bekliyoruz. Siz ne yapıyorsunuz? Yaklaştınız mı canım? ” Jale yürüdükçe annesinin sesi aldığı mesafeyle tükenip arkasından duyulmaz oldu. Salona sessizlik hâkimdi, kanepede oturan Jülide’nin yanına oturup kaldı. Bir süre sonra Hikmet ve Jülide konuşmaya başlamışlardı. Jale’nin içini bir boşluk duygusu kapladı. O farkına varmasa da, melankolinin elleri onu sarmaya başlamıştı. Hayatının tek gayesi, işiydi. Şimdi ise kendini işe yaramaz, gereksiz ve niteliksiz buluyordu. Dalgınlığından uyandığında, dikkati sohbete kaydı. Hikmet, “Kızım İstanbul’a gidince, eşinle beraber babaannenin kiracısıyla da konuşur musun? Tiyatro binasını boşaltacakmış, başka bir yere taşınmak istiyormuş. Başka bir kiracı bulmak gerekecek.”
“Hoş geldiniz!” Reyhan, “Hoş bulduk, hoş bulduk. Ne yapıyorsunuz?” Boş salon birden insan kalabalığı ile dolmuştu. Bade Teyze’ler de Reyhan’larla birlikte gelmişlerdi. Melankoli ve sessizlik, cana yakın konuşmalarla dağılıp kayboldu. Selamlaşmalar ve hatır sormalar bittiğinde herkes sofrada yerini almaya başlamıştı. Yemek servisi eşliğinde çatal, bıçak sesleri ile konuşmalar birbirini takip ediyordu. Konuşmalar ve kahkahalar arasında Jale o akşam çok durgun ve sessizdi. Mete’nin hiç bir şey olmamış gibi neşeli bir halde sofradakilerle konuşuyor olması onu rahatsız etmişti. Onun bu halini garipsemişti, ona annesiyle aralarına mesafe koyacağından bahsetmişti fakat şimdi söylediklerini unutmuş gibi davranıyordu. Üstelik Jale, Mete ile selamlaşırken aralarına giren o soğukluğu açık bir şekilde hissetmişti. Belki de, annesi Mete’ye, babasını Hikmet ve Vural’ın vurduğunu itiraf etmişti. Mete ve Hikmet’in arasında dolanmaya başlayan gergin bakışlar Jale’ye yabancıydı. Konuşma ilerledikçe ses tonlarındaki tansiyon artıyordu.
Mete gergin bir gülümsemeyle yüksek bir tondan, “Hikmet Bey, nasılsınız? İşler nasıl gidiyor?” diye sordu.
Hikmet, “İdare etmeye çalışıyoruz Metecim, bizim işler yaz sezonunda yoğunlaşıyor. Artık yavaş yavaş sakinliyoruz aslında. Kışa hazırlık sürecindeyiz. Otelde tadilat ve yenilenme söz konusu, odağımızı o yöne çevirdik.”
Mete, “Odağınızı keşke biraz bana doğru çevirseniz.” Ayağa kalktı, yüzünde suçlayıcı bir ifadeyle ellerini sıkıyordu. Dudaklarını birbirine bastırmıştı, ağzını açtığı anda içinde tuttuğu öfke taşmaya başladı, “Ailemi mahvettiniz. Hepsi sizin suçunuz, hepsi! Bunca yıl yüz yüze baktık! Hiç mi utanmadınız? Hep sustunuz, polise teslim olmak aklınızdan geçti mi? Babamı vururken hiç mi acımadınız ona?” Sevda’ya döndü, onu kolundan tutup sarstı, “Peki ya sen anne? Bade Teyze ve Bereket Ana’nın gölgesine sığınan sen, beni niye sevmedin? ”
Jale gözyaşlarını durduramıyordu, izledikleri karşısında içi sıkılmış, göğsüne bir ağırlık çökmüştü. Ellerinin titremeye başladığını hissetti. Salondaki duygusal gerginlik o kadar fazlaydı ki, sinirlerinde bir kasılma hissetti. Son yediği lokma boğazında kalmış, taş kesilmiş halde öylece oturuyordu. Nefes almayı unutmuştu, içine çektiği kısa nefesler boşunaydı. Mete kendini tekrar yemek masasına bıraktı. Hayatın yorgunluğu üzerine çökmüş gibiydi. Jale sevdiği adamın yüzündeki acının benliğinde bıraktığı derin ize, bir an dayanamadı, boğazına oturan yumru ile zorlanan nefesi güçsüz bir fısıltı ile çıkıyordu, “Hepsi benim suçum Mete, sana söylemedim. Söyleyecektim ama seni kaybetmekten korktum. Arkadaşlığımız yara alsın istemedim. Çok üzgünüm, özür dilerim.”
Polis arabasının sesi duyuldu, bu ses yazlık evin önünde ara sıra duyulurdu. İlk önce yaklaşan ses sonra uzaklaşır ve kaybolurdu fakat bu akşam kapılarının önünde son ses duyulmaktaydı. Feride, “Ne oluyor? Bu ses de ne böyle?” Kapı çalındı. Kadın polis, “Mete Özkan, hakkınızda yasadışı hayvan beslemek suçundan şikâyet var. Evinizde arama yapacağız.” Mete hiç direnmeden, onlarla kapıdan çıktı. Tutuklanmak onun için sıradan bir şeymiş gibi davranıyordu. Jale onun duygusal bir buhranda olduğundan mantıklı hareket edemediğini düşündü.