2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
261
Okunma

Bülbüllerin kafese tıkandığı bir iklim bu, Gül açmaz, bahar uğramaz, sevda yıkık bir türkü. Göçmen kuşlar terk etmiş semayı, suskun her kanat, Artık dönmeyen yolcular gibi, uzaklara bakar hayat.
Kargalar konmuş leşlere, övgüler dizilir yalanlara, Her çığlıkta bir umut düşer, her sessizlik yeni bir yara. Gökyüzü kararmış, yağmur değil, gazap yağar artık, Toprak değil cennet, mezar kokar; susmak da bir çığlık.
Telefon direklerini döver rüzgar, acı acı bağırır, Ruhsuz şehirlerin kaldırımlarında dert dolaşır. Sazlıklar eğilmiş dere kenarında, baş eğmiş kaderine, Tavşanlar tomsuklarda, titreyişlerini gizler tenine.
Tilkiler delik bulamaz olmuş, çıkmaz yolların dibi, Avcılar işsiz, göz dikmiş postlara; ölüm pusuda gibi. Korku sarar inleri, açlıkla titrer kuyruklar, Her tıkırtı bir kıyamet, her an içeriye çöken kar.
Çocukların sesi kısık, top oynanmaz sokakta, Anne gözyaşı kurumuş, dua taş olmuş dudakta. Yastıklar dualarla ıslanır, rüyalar kabusa döner, Sevgiye duvar ören fakirlik, kalpleri zamla örter.
Genç kızlar bir düşte sever, ama kavuşamaz, Erkekler yorgun, umutları bile borçlanmış yalnızlığa. Bir evlenme yüzüğü lüks, bir nişan çiçeği yasak, Hayaller gri, sevdalar gurbette bir mezar taşına yasak.
Babaların ahı dağlara çarpar, yankısı aslanları ürkütür, Ama zalimler, tokmak ellerinde, örste insan döver gülerek. Her sabah yeni bir nutuk, her akşam başka bir kandırmaca, Her umut bir zılgıtla kırılır, her çocuk bir çığlıkla yaşlanır.
Gök yüzü değil artık sema, altında cefa saklı, Güneş doğmaz tam, ışıklar bile titrek ve saklı. Bir ülke, yorgun bir annenin karnında ölü taşı gibi, Her sabah bir sancıyla uyanır, her akşam mezar gibi.
Bayramlar unutulmuş, tatlar tuzlanmış acıyla, Mutfakta kaynayan tencere değil, derttir buharıyla. Fırınlar un değil, bekleyiş pişirir ocaklarda, Simit bile paylaşılmaz olmuş, düşmanlık sokaklarda.
Adalet terazisi eğilmiş, vicdan paslanmış terazide, Hak aranmaz, hak dilenilir artık bu kalın cezaevinde. Mahkemeler dosya yığar, ama adalet mi?—o bir efsane, Bir masal gibi anlatılır çocuklara, ama gerçeğe ulaşmaz ki.
Mazlum susar, susunca suçlu olur, Zalim bağırır, bağırdıkça kahraman olur. Böyle bir terslik iklimi, akla ziyan bir çark, Gözyaşı akar kurur, ama zulüm asla ıslanmaz.
İnsanlar gülmeyi unutmuş, tebessüm bir lüks olmuş, Konuşmak risk, susmak mecburiyet, yaşamak ise borç. Kiralanmış umutlar, ipotekli duygular içindeyiz, Nefes bile kira, sevinçler haciz altında gizli gizli.
Köyler yıkık, şehirler gürültüyle harabe, İnşaatlar yükselir, ama yıkılır insanın içindeki ev. Bir baba çocuğuna bir çikolata alırken ter döker, Çünkü her fiyat etiketi, bir ömrün kefaretidir artık.
Dostluklar menfaatle sınanır, merhamet ekranda olur, Gerçekte herkes yalnız, ama herkesin sosyal medyada dostu çok. Bir beğeniyle yaşar duygular, ama dokunmaz kimse kimseye, Bir elin uzandığı, bir gözün dolduğu o eski dünyayı özler yüreğimiz.
Ne kaldı ki? Birkaç hatıra fotoğrafı, bir iki sararmış mektup, Geri kalan her şey dijitalleşmiş acıların kopyası. Ama ben umut ederim hâlâ, Çünkü zulüm ile abat olanın sonu her daim berbat ola.
Bir gün bu fırtına diner, Bülbüller öter yeniden, sazlıklar başını kaldırır, Çocuklar oyun kurar, analar dua eder gözyaşıyla değil, Gökyüzü gülümser, yağmur değil, rahmet iner semadan.
İşte o zaman, Ben bu karanlıkların son dizesine "Işık" yazarım. Ve o ışık, Bir halkın yeniden doğuşudur.
Karanlıkta yazdım bu satırları, Ama her harfine bir mum diktim, Her kelimesine bir dua ekledim, Ve her dizesine umutla mühür bastım.
Çünkü ben, Bu ülkenin unutulmuş çocuklarından biriyim, Suskun değil, haykıran, Yıkık değil, dirilen, Batan değil, doğacak olan güneşim!
Erol Kekeç/26.06.2025/Sancakteepe/İST
5.0
100% (1)