0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
206
Okunma
Jülide, “Ne oldu? Erken dönmüşsün.”
Plaj çantasını valizinin kenarına bırakan Jale, “Midem bir tuhaf oldu. Sanırım başıma güneş geçti benim.” derken kendiliğinden kurumuş saçlarını eliyle düzeltti.
Jülide, “Yalan söyleme, bir şey var. Bir şey olmuş, ben anlarım. Hadi anlat. Ne oldu? Neden hemen geldin?”
Sorular karşısında bunalan Jale, “Bir şey yok dedim ya, üstüme gelme.” Gözünün kenarından süzülen küçük gözyaşını işaret parmağıyla siliverdi.
Jülide dudağının kenarıyla hafifçe güldü, “Niye ağlıyorsun bir şey yoksa?”
Jale, “Yok bir şey… Sadece sinirlerim bozuldu biraz.”
Jülide, “Niye durup dururken sinirlerin bozuldu? O aptal çocuk mu bozdu yoksa sinirlerini? Yine seni üzen birini buldun demek.” Alkışlıyormuş gibi yaparak, “Bravo! Büyük başarılarından dolayı seni kutluyorum. Başarılarının devamını dilemiyorum.”
Jale, “Onunla alakası yok, her şey benim hatam.” Kendini toparlamaya çalışıyor fakat ağlamasını durduramıyordu. “Benim yüzümden hayatı mahvolmak üzere. Dün Reyhan’a Mete’nin bana anlattıklarını anlattım. Büyük ihtimalle merakına yenik düşüp, soluğu Bade teyzelerin evinde aldı. Mete’ye yalan söylemişler. Benim yüzümden, hepsi benim yüzümden. Hepsi benim suçum.” Tekli çekyatına oturup, başını iki elinin arasına alarak tekrardan ağlamaya başladı. Bu sefer gözleri kızarmış, elleri titriyordu. Jale’nin yanına oturan Jülide, “Ben hiçbir şey anlamadım. Sana soğuk bir su getiriyim. Sen de bana olanları tekrardan sakince bir anlat.”
Kısa bir sessizlikten sonra soğuk su ile dolu bardağı ona uzatan Jülide, “Hayatı senin sayende düzene girecek, ona yalan söyleyen sen değilsin. Elbet bir gün, gerçeği öğrenecekti.”
Ağzını bıçak açmayan Jale, elindeki bardağı tekli çekyatın yanındaki komodinin üzerine bıraktı. Derin bir iç çekip dudağını büktü, ablasına doğru dönüp bağdaş kurdu. Bir öne bir arkaya doğru sallanırken, gözlerinden akan yaşlar kucağında damlıyor, üzerinde daireye benzeyen şekiller çiziyordu.
“Çok üzgünüm. Hayat güldürmeyen kötü bir şaka gibi… Neden böyle?” Gözyaşlarını tekrardan sildi, kucağında iç içe geçirdiği ıslak parmaklarıyla oynamaya başladı. İşinden de olmuştu. Kendini boş yere üzmek istemiyordu fakat her şey üstüne geliyormuş gibiydi. Oturduğu yerden kalkıp, uzaklara kaçıp gitmek istiyordu. Annesinin sesini duymasıyla başını kaldırdı, “Ne oldu kızım? Bu ne hal böyle? Ağlamaktan gözlerin şişmiş. Ne oldu söyler misin?”
“Mete her şeyi öğrendi. Bu olayın peşine düşerse ne olacak sanıyorsun? Babamı tutuklarlar. Beş parasız kalırız. İşimden de oldum. Sana söyleyecektim ama her şey üst üste geldi. Ne yapacağız, hiç bilmiyorum.” Derin bir iç çekip nefesini dışarı bıraktı, “Mete, zeki biri bu olayın peşini öyle kolay kolay bırakmaz. Babamın tuttuğu kiralık katili, en yakın zamanda bulacaktır. Eğer sorguya çekilirse konuşacaktır. Babam keşke en başından ifade verseydi, zaten Davut’u ameliyatla kurtarmışlar. Her şey yoluna girerdi. Şimdi babam ifade verirse, bu sefer kaçtığı için de ceza keserler değil mi?”
Dudağını ısırdıktan sonra başını onaylamaz bir ifadeyle yavaşça sağa sola sallayan Feride, “Bilmiyorum kızım, inan ki hiç bilmiyorum. Babanla konuşmamız lazım, o da böyle olsun istemezdi. Kaza kurşunu nasıl oldu da Davut’a denk geldi. Ah ah! O gün ava gitmez olaydı. Av yasağı var, gitme demiştim, beni niye dinlemedi? İçime doğmuştu benim, o sabah kötü bir his vardı üzerimde… Keşke gitmesine izin vermeseydim.”
Jülide, “Babam seni dinler miydi sanıyorsun? Yine giderdi sen hiç merak etme. Kendini boş yere suçlayıp duruyorsun. Hiç birimiz bilemezdik. O aptal herifin babamla boş yere kavga edeceğini…”
Jale, “Sahi babam neden o adamla kavga etmişti? Kiralık katil diyordunuz… O adamı tanıyor muydu?
Jülide, “Ben tanıyorum o adamı… Yusuf’un ortalıkta gözükmeyen kardeşi var ya… Ta kendisi olur! Öyle değil mi anne?”
Feride, “Evet, ismi Vural, kendisi kaypak herifin tekidir. Babanla bir tüfeği paylaşamamışlar. Babanın tüfeğini ondan almaya çalışırken, tüfekten çıkan kaza kurşunu Davut’a gelmiş. Baban kadar bu herif de suçlu… Para karşılığında tüm suçu üstleneceğine dair babanı kandırdı, parasını aldıktan sonra da ortadan kayboldu. Madrabaz herif! Mustafa olanları duyunca onun yerine özür dileyip, parasını ödemeyi teklif etti. Bir süre babanla her yerde, uzunca bir süre onu aradılar. Pislik, çocuklarını da arkasında bırakıp kaçtı. Eşi daha sonra başkasıyla evlendi filan…”
Jale, “Bilmiyorum, eşiyle filan da ilgilenmiyorum. Babamla konuşup bir an önce bu işi çözelim. İfade mi verecek, her ne yapacaksa yapsın. Benim içim hiç rahat değil. Böyle olmaz.”
Feride, “Sen kumsaldayken Sevda aradı. Reyhan onlara misafirliğe gitmiş, çay içiyorlarmış. Beni de davet etti ama reçel yapıyordum o yüzden gidemedim. Akşam gelecekler öyle konuştuk. Reyhanlar gelecekti zaten, Bade Teyzeler de gelecek, biraz kalabalık olacağız.”
Jülide, “Jale sen nasıl işten çıkarıldın, aklım almıyor. Bir yanlışlık olmasın. Senin gibi işini seven birini durup dururken işten çıkarmaları? İlginç... Bir arayıp konuşsaydın, hiç aradın mı?”
Bereket Ana, “Kızlar neredesiniz? Burada fısır fısır ne konuşuyorsunuz bakayım, kuzucuklar? Oy babaannelerinin kuzuları…” Jülide’nin yanına oturup sırtını sıvazladı. Jale ağladığından kurumuş gözyaşlarının tuzu, suratını kaşındırmaya başlamıştı, yüzünü yıkamak için ayaklandı.
Jülide’nin gülüşüne babaannesinin yüzünden yansıyan çocuksu bir ışık doldu, farkına varmadan konuştuğu her kimse onun hareketlerini kopyalıyordu, şimdi de Bereket Ana’nın yüz ifadesine benzer bir mimik suratına yerleşmişti. Yaşlı insanların çoğu hastalanıyor, yaşlandıkça çocuklaşıyordu. Bereket Ana farkına varmasa da unutkanlık hastalığı zihninde kendine bir yer bulmuştu. Mavi gözlerine çoğunlukla hâkim olan sert ama çekici bakışlar, gülümsediğinde ve sevdiği insanlarla muhabbet ettiğinde kendiliğinden yumuşuyordu. Gençlik zamanlarında bu bakışlara vurulup, peşinden koşanlar az değildi. Yavuz Dede ile lise zamanlarında tanışmışlardı, her şey son dersten çıkmış eve yürürken yanından motoruyla geçen adama, “Ne bakıyorsun, yüzümde bir şey mi var?” deyip ters ters bakmasıyla başlamıştı. Zaten ara sokakta olduğundan, motorunu yavaş kullanan Yavuz, olduğu yerde aniden durmuş, çarpık bir gülümseme takınarak omzunun üzerinden baktığı kızın güzelliği onu şaşırtmıştı. Sinirli bir kadın, nasıl bu kadar çekici olabilirdi? Bir süre farkında olmadan onu incelemeye dalmış, kenara çekip sakince bir tavırla motorundan inmişti. Dalga geçen bir ses tonuyla tekrardan gülmüş, “Evet, sizi palyaço sandım. O nedenle bir anlık da olsa dikkatimi çekmeyi başardınız.” demişti.
Bereket, “Sizin palyaçonuz olacağıma ölürüm, daha iyi. Yolda gördüğünüz her kıza palyaço diye laf atıyorsanız, size sadece acırım. Bir de dikkatinizi çektim, öyle mi? Yola devam edin, zira durmasaydınız, sizi görmezdim bile. Düşünün, o kadar silik bir mizacınız var.” Yürümeye devam etmişti. “Peki, okulda maskara sürüp ağlamaya izin veriliyor mu? Eğer öyleyse ben de dikkat çekmek isterim.” Bereket ağlayan yüzünün makyajı bozulmuş halini bilmediğinden şaşırsa da adama renk vermemişti, “Gidin, nerede dikkat çekiyorsanız çekin. Rahat bırakın beni.” Yavuz telefonuyla bir arama yaparken, “Adınız Bereket mi? Eğer öyleyse beni babanız gönderdi. Anneniz hastaymış, sizi okuldan alacağıma söz verdim.” dedikten sonra telefonu ona uzatmıştı.
“Alo Baba, ne yapıyorsun?”
Yavuz motorunun kasasından iki kask çıkarmıştı. “Şimdi durumu nasıl? İyi mi?” Deri ceketli adam, ilk kaskı kafasına takmak için kaldırmıştı. “Hemen geliyorum.” İkinci motor kaskını Bereket’e doğru uzattı. “Oldu, peki, görüşürüz.” Bereket telefonu kapatmış, oyalanmadan kaskı kafasına geçirdiği gibi onun arkasına yerleşmişti. Motor sesi duyulduktan sonra yavaşça uzaklaştılar.