0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
169
Okunma
"Herkes yer, içer, hesabı Dilber öder," kafasındaydı insanlar. Ama bilmezlerdi; onun cebinde rüzgârdan başka bir şey esmezdi. Annesi onu dünyaya getirirken ölmüş, babası ise dünyadan kopup şişelere sığınmıştı. Evin içini hep bir koku sarardı: eskimiş ahşap, ucuz tütün ve kaybolan umutların kokusu...
Ben hep en son doyan oldum bu hayatta; sofrada, sokakta, aşkta... Annemden bana kalan tek şey bir fotoğraf, babamdan ise kırık dökük hatıralar... Hayatın bana küçükken öğrettiği ilk şey, bazı kişilerin varlığının yokluklarından daha ağır olduğuydu.
Bazı geceler babam kapıyı açmakta zorlanır, anahtar deliğini bulamazdı. İçeri girdiğinde yoğun bir koku sarardı etrafı. Çoğu zaman beni fark etmezdi bile,koşar şişelerine sarılırdı. Bu yüzden anlamam zor olmamıştı birkaç şişeyi bana tercih ettiğini. Hiç kimseye ve hiçbir şeye hak ettiği değeri vermezdi o. Zamanında annemin çiçek koymak için aldığı cam şişeleri —çoğunun çiçekle tanışmadığına bile eminim— küllük olarak kullanırdı. İçinde yeşeren umutlar olması gerekirken uçuşan küller vardı,tıpkı benim kalbim gibi. Bu yüzden kimse bana "Dilber, neden güçlü olmak zorunda hissediyorsun?" diye sormasın. Kendi doğurmadığım ama hayatın kucağıma bıraktığı bakıma muhtaç bir çocuğa ve bir eve bakıyorum. Çünkü kimse benim yerime o hesabı ödemedi. Ve ben artık masadan kalkmak istiyorum. Kim bilir belki benim adıma rezerve edilmiş başka bir masa vardır.