0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
179
Okunma
14 YIL ÖNCE
Yavuz ormanda hızlı adımlarla yürürken paltosunun yakasını kaldırdı. Hafif bir sis, ağaçların üzerine ince bir perde gibi inmiş, ışığı kırarak onları yarı aydınlıkta bırakmıştı. Ağaçların dalları arasından süzülen ışığı takip etmeyi seçti. Islak toprağın üzerinde yürümekte zorlanınca adımlarını yavaşlattı. Dün gece yağan yağmur sonrası açan güneşle birlikte oluşan sis kartpostallık bir görüntü oluşturmuştu. Şehirden uzak bu yerde etraf ne toz, ne mazot ne de parfüm kokuyordu. Yağmurdan sonra gelen toprak kokusu sanki bütün acıların biteceğine işaret eder gibiydi, içini derin bir huzur kapladı. Ormanın sonuna yaklaşıyordu, ileride bir ışık gördüğünü sandı. Işığa doğru yürüyüp, sarıldığı av tüfeğini daha sıkı tutmaya başladı. Tüfek boştu ama tehditkâr görünüyordu. Ormanın bitimine geldiğinde avcılık yapacağı yere ulaştı.
Arkasından bir adamın, “Av avlayanın, kemer bağlayanın.” diye bağırdığını duydu. Tüfek sesinin ardından ormanın derinliklerinden acılı bir çığlık sesi geldi. Arkasından ters yöne koşan biri daha olmalıydı, ormanın içerisinde bir hışırtı duydu. Yavuz hiç düşünmeden çığlığın geldiği yöne, ağaçlar arasında ileriye doğru hızla koşmaya başladı. Bir süre sonra kendini ıslak çamurda kayıp, yere düşmüş bir vaziyette buldu. Ağaç dallarından biri yüzünü çizmişti. Tekrardan ayağa kalkmak için kendini zorladı. Birkaç başarısız denemeden sonra nefes nefese kalmış ama ayağa kalkmayı başarmıştı. Aynı ses daha yakın bir yerden duyuldu, “Lütfen yardım edin, biri yok mu?” dedi. Yavuz sesin etkisiyle canlanıp, adımlarının temposunu arttırdı. Adam çaresiz bir ses tonuyla, “Sesimi duyan yok mu?” diye haykırdı. Bu ses oldukça tanıdıktı ama belki de bir yabancının sesiydi, bu nedenle emin olamadı. Yavuz sonunda az ötede yatan adamı gördü. Yan komşuları Davut Bey, kanlar içerisinde göğsünden vurulmuş halde yerde yatıyordu. Bu adam… Davut muydu? İnanamıyordu, haki yeşili ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp tuşladı. Telefon kulağında öylece beklerken, karşı tarafa ulaşamamasından kendi sorumluymuş gibi bir vicdan azabıyla kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Yakın arkadaşı ölürse, ne yapacaktı? Yok, bu böyle olamazdı… Telefonu kulağında tutmaya devam ederken, yarı baygın haldeki Davut’u kaldırıp kolunu kendi omzuna attı. Ağaçların arasından iki kişi geçmek zor olduğundan, yürürken etrafındaki boşlukları seçiyor, arada bir duraksayıp ikisinin yürüyebileceği yeni alanları gözüne kestiriyor yoluna öyle devam ediyordu. Avcılık kulübünün, toplanma noktasına vardığında, Karan’ın babasını yaralı halde görmesiyle, kan tutması yüzünden bayılması bir oldu. Grubun diğer üyeleri etrafına üşüşüp yardım çağırmak için davrandılar. Bir kısmı onlardan ayrılmış, yerde yatan Karan’ı kamyonetin yanına taşıyorlardı. Biri arabasında bulduğu kolonyayı Karan’ın avucuna döküyordu. Arkadaşlarından biri yakınlarındaki birkaç kişiyi ambulans yardım için gelene kadar, baygın halde yatan adamın iki bacağını havaya kaldırıp, kendine gelmesi ve ayılması için ellerinden gelen ne varsa yapmak için ikna etti. Yavuz Dede, Davut’un yanında dizlerinin bağı çözülmüş halde durmuş, sinirden kendi kafasındaki saçları yolmaya başlamıştı. Elini başının üzerinde çaresizce gezdiriyor, tuhaf ve insanlıktan çıkmış gözleri içine dolan yabani bir öfkeyle bakıyordu, üzerindeki kanla lekelenmiş gömleğinin yakasını çekerek, kollarını havaya kaldırıp, “Ne ambulansından bahsediyorsunuz siz! Kafayı mı yediniz! Hastaneye kendimiz götüreceğiz! Biri Davut’un oğlunu da alıp hastaneye kadar beni takip etsin! Yardıma koşan varsa ne âlâ! Bir an önce yola koyulalım.” dedi. O sırada yaklaşan ambulansın siren sesiyle irkildi. Araçtan inen ekipler Davut’u ambulansa taşıyacak sedyeyi getirdi. Yüzü kül kesilen kulüp üyeleri bir telaşla hareketlendi. Kimi aceleyle arabasına atlıyor, kimi de hırçınlaşan Karan’ı yatıştırmaya çalışarak güçlükle arabaya yönlendiriyordu. Araba kapılarının kapanma sesleri birbirinin ardınca duyuldu. Yavuz Dede’nin arabası dörtlüleri açık halde arkasından gelen yoldaşlarına önderlik ediyordu.
Kulüp üyelerinin bu beklenmedik kazanın verdiği şokla nutku tutulmuştu. Sessizlik ve akşamüstü çöken hafif yorgunlukla beraber hastane koridorunda yan yana dizilmiş bekliyorlardı. Avcılık kulübünün bir üyesi hariç herkes oradaydı.