Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
Oğuz Can Hayali
Oğuz Can Hayali

(31) EZİNE

Yorum

(31) EZİNE

( 1 kişi )

0

Yorum

2

Beğeni

5,0

Puan

229

Okunma

(31) EZİNE

GİRİŞ;
Kısa bir süre Helen ve Phillipp’i Bayramiç’den Ezine’ye doğru yaptıkları minibüs yolculuğunda yalnız bırakarak onlardan ayrılarım ve biz-bize kısa bir süre birlikte sohbet edelim, ne dersiniz? İsterseniz bunun adına siz “irdeleme” deyin ama, bilinki; Benim burada anlatmak istediğim tekil olarak yapılacak bir şey değil, tersine sizlerle bütünleşmek.
Örneğin; Eğer anlatılan olay yeterince okuyucuya ulaşırsa, okuyucuda okudukça cümleleri düş gücünde görselleştirebilir. Bu yalnızca edebiyatta değil, tüm diğer bilimlerde de böyledir. Kelimeler, formüller, semboller, sayılar, şemalar ve durgun yada görsel hareketli ögeler hafızamızda olan bir şeyi canlandırır, hatırlatır, anlatır, kanıtlar yada öğretir. Buna son yıllarda “Normal bir kişinin yetişemediği kadar hızlı süratle gelişen” İnternet olanaklarını da eklersek; Bu tekniğe erişilse bile olgunın sınırsızlığı içinde kendimizi eksik, yanlış yada yalnız hissedebiliriz. Açıkça söylemem gerekirse, ben böyle bir çaresizlik içindeyim. Ne yazarsam- yazayım: Doruğuna ulaşamadığımın, ulaşamayacağımın bir eksikliği vardır içimde.
Sözün özüne gelirsek; Benim Akçe Hikayeleri’min herhangi birini okurken ana kahramanların yalnızca belirli kişiler olduğunu sanmamız bile sizi yanıltabilir. Çünki romanların başından beri bu kişiler bir “Üçüncüsü” olmadan yalnızca harf, kelime ve cümle yığınından başka bir şey değildir. Okudukça ve böylece olaya aktif olarak katılabildikçe; Kahramanımız, her ne kadar buluntu kişilikler olsalar bile, bunu bizler kadar onlarda (eğer iletişimi iyi başarabildiysek) sezmektedirler.
Ne yazıkki bu üçüncü kişi, romanı yazarı, yani ben asla olamam. Birazcık birinci romanın başında, (haddim olmayarak 50-60 sayfa) olaylara ister-istemez karıştım ama, Almanya’da yaşayan bir kişinin o kadar uzaktan sizlerle birlikte olması bence olanaksızdır ve tahmin ettiğiniz gibi bu üçünci kişi sizden başkası değildir.
Tüm bu “Laf Salatası” nı bir yana bırakarak; Yeni bir serüvene başlamadan önce; Üçüncü kişi olan sizlere minik, saf ve masum bir sorum olacak. Diyelim ki; Siz okurken Helen dönse ve size; “Bizleri niçin takip ediyorsunuz?” diye sorsa, ne yaparsınız? Ya da; Tut ki sizin varlığınızı hisseden Phillipp, olayın akışında duruverse ve size doğru dnüp-yaklaşarak soru dolu gözlerle kelimelerin arasından baksa nasıl bir duygu içinde olursunuz?
Bana sorarsanız;“Hiçbir okuyucu anlatılan hikayenin dışında kalamaz.” derim ve bunu aşşağıdaki deneyimimde sınamak için yargılarınıza sunarım.

Phillipp, minibüs Ezine-Çanakkale karayoluna çıktıktan kısa bir süre sonra; Başını pencere camına dayayıp gözlerini yummuş olan Helen’e baktı. Bu güzel yüz uykuda da olsa, asla durgun ve ifadesiz kalamazdı. Kaşlarındaki kıpırtılar, alın çizgilerindeki gevşeme yada sıkışmalar, göz yuvarlarındaki devinimler, dudak uçlarından yanaklarında sıçrayan gelim ve büzülmeler onu; Konuşurken, konuşmasada ve hatta uyurken bile düşündüğünü ele verirdi;
“ Helen’in kapalı göz kapaklarının içinde bir fotoğraf flaşının patlaması ile tüm görüntüler silindi. Bu anlamsız beyazlığın içinde; İlkin gri bulantılar belirdi, bunlar gittikçe koyulaşarak konturlandılar. Onun gözünün önünde; Müslim Efe’nin yatağında, yamuk ve kapalı bir ağızla yastığın üstüne bir yanağını dayamış bir şekilde, faltaşı gibi açık tek bir gözle bakışı beliriverdi. Bu yüzde ikinci bir flaş patladı;
“ Tut şu fotoğraf makinasını Rüstem!”
“ Olur amirim.”
Lastik Eldiven giymiş bir el, ilkin ölünün çenesini her iki yandan kıskaçlayıp yüzünü yastığa dik bir şeklide doğrultarak koydu. Kamera bu ölü yüze dahada yaklaşırken, lastik eldivenli bir işaret parmağı üst yandan ağız boşluğuna girerek içinde bir şeyler aradı;
“ Pamuklu çubuğu ver!”
“ Buyur amirim.”
Amir Bey bir elinin işaret ve baş parmağı ile genişlettiği ağız boşluğuna, öbür elinde tuttuğu ucu pamuklu çubuğu sokarak karıştırdı. Böylece diş ve yanak arasında birikmiş salgıdan tahlil edilebilmesi için yeterli bulgu topladı;
“ Şunu tüpe koy ve kapağını sıkı kapa!”
Her ikisi özenle ölünün vucudunu sırt üstü çevirirler, bir Flaş;
“ Yastığı iki kat yap ve başının altına sok!”
Rüsem emredileni yapar. Müslüm Efe’nin uzun süre altta kalmış olan bir gözü kapalıdır;
“ Aç ulan şu gözü!”
Açar, bir flaş;
“ Çarşafıda aç da vucudunu çekeyim.”
Polis Rüstem çarşafı açar;
“ Bak hele, elbiseleri ile yatmış!”
Bir Flaş daha;
“ Soyayım mı komiserim?”
“ Yok! Adli Tıp Doktor’u gelecek. Bu onun işi. Elbiseleri ile yattığına göre, ölüm ani!”
“ Ayakkabılarını çıkarıp, sehpanın altına, yan-yana ve düzenli bir şekilde koyacak kadar vaktit bulmuş ama komiserim!”
“ Rüstem, sen galiba çok polisiye romanı okudun oğlum! Kalp Krizi bu, geliyorum demez!”
“ Nereden bildiniz komiserim?”
“ Faltaşı gibi açık ve kanlı göz yuvarları ile sım-sıkı kapalı bir ağız! Bunlar kalp sıkışmasının işaretleridir evladım.”
“ Ama çırpınan bir insan çarşafı üzerine böyle düm-düz çekebilirmi komiserim? Hem neden karın üstü yatıp, nefes almayı dahada zorlaştırsın? Ayrıca...”
“ Ulan polisliği banamı öğreteceksin Rüstem?”
“ Estafurullah komiserim de...Ama...”
“ Evet?”
“ Benim bildiğim kadarıyla; Rahmetli babam kalp çarpıntılarıyla yatakta gömlek ve mintanını falan yırtmıştıda. Hem...”
“ ? “
“ Bu adamın ağzı salya ile değil, başka bir sıvı ile dolu.”
“ Tükürük o Rüstem, tükürük! Ben tahlil için bir örnek aldım.”
“ Yastığın her yanına sıçratacak kadar bol olan bu tükürüğü o nerden bulmuş? Oysa kalp sektesinde ağız ekseri kurudur komiserim.”
“ Yetti be! Zaptı sen mi tutacaksın, yoksa benmi? Karın üstü çevirmeden önce, çıkar şu herifin altta kalmış öbür kolunu da, tam bir fotoğrafını çekelim.”
Rüstem, ölüyü omuzunu tutarak kendine doğru çeker ve bel altında bükülü kalmış diğer kolu dışarı çıkarır;
“ Haydaaa!”
“ Yine ne var?”
“ Elini yumruk yapmış bu adam komiserim.”
“Açsana oğlum! Dur, dur açma. İlkin öyle bir fotoğrafını çekeyim”
Bir Flaş;
“ Aç şimdi.”
Rüstem zorlanır;
„ Açılmıyor, kırayım mı?“
“Gevezeliği bırak lan! Çekil hele kenara, ben açarım.”
Açar;
“ Yok be?”
Bu sefer şaşıran komiserdir;
“ Rüstem, bu adam tavuk yolmuş! Elinin içinde tüy var!”
“ O tavuk tüyü değil komiserim. Büyük bir tüy!”
“ Yok deve!”
“ Evet, Deve Kuşu olabilir.”
“ Ciddi ol, çarparım ha!”
“ Gerçeği söylüyorum komiserim. Bakın tüyün dibi de kopuk yada kırılmış, hem de kuru ...”
“ Dur elleme. Önce fotoğrafını çekeyim. Bir pense ver bana!”
“ Penseler bitti komiserim. cımbız var.”
“ Gevezelik etme lan, ver şu cımbızı!”
“ Cımbız değil bu, maşa komiserim maşa!“
Uçlarını zil çalar gibi elinin içine vurdurarak şaklatır;
„ Ama biraz küçüğü.”
“ Laubali olma lan! Al şu tüyü, yakından kamaraya doğru tut da, fotoğrafını çekeyim.”
Bir Flaş.
“ Kıpırdatma be, sabit tut şu elini!”
Bir Flaş daha. İçeriye elinde küçük meşin çantası ile siyah takım elbiseli sivil Adli Tıp Doktoru girer;
“ Amaliyat bitti ise, yarayıda dikin bari!”
“ Yok Amirim, Estafurullah! Biz sadece tahlil için ağzından 2-3 örnek aldık. Yüzü-koyun yatıyordu da...”
Doktor sırtı dönük olarak yandaki masanın üstüne koyduğu çantasından lastik eldivenler çıkarır ve giyer. Onlara dönmeden ciddi bir tonla;
“ Çevirin, bulduğunuz gibi!”
“ Olur amirim.”
Çevirirler.
“ Bize ihtiyacınız yoksa, çevreyi kontrol etmek için dışarı çıkacaktık da...”
“ Uzaklaşmayın ama, zabıt için lazımsınız.”
Çıkarlar. Aslında sigara içeceklerdir.
“ Garip bir adam!”
“ O senin amirin Rüstem! Büyüklerine karşı saygılı ol.”
“ Komiserim, ben ölüden bahsettim.”
“ Ölünün garibi mi olur Rüstem?”
“ Lokantayı bile Truva’da yaptığı 3 yıllık kısa bir çalışmadan sonra satın almış...”
“ Helal olsun adama!”
“ Askere giderken kalfa olan bu Müslim Efe, terhisten sonra 3 yıl Truva’da çalışıyor ve 10 yıl sonrada lokantayı satın alıyor! Kolay bir işmi bu?”
Komiser, Rüstem’in gevezeliğine kızarak başını iki yana sallar ve cebinden çıkardığı sigara paketinden bir sigara çekip yaktıktan sonra, paketi ve çakmağı polis memuruna uzattır. Sigarasını yaktıktan sonra çakmağı teşekkür ederek geri veren Rüstem’e;
“ Ben şahitsiz-isbatsız hiç bir söylentiye inanmam!”
“ Ama, dükkan komşusu Çaycı İbrahim’in çırağının söylediğine göre,,,”
“ Çıraktan Polis Ajanı yapılabileceğini mi sanıyorsun sen?”
“Yok amirim ama son zamanlarda garip kişiler üslim Efe’yi ziyaret etmiş.”
“ Kimler?”
“ Alman arkeologlar, falan. Ayrıca Çanakkale’li emekli bir Turist Rehberi de son zamanlarda Müslim Efe’yi sık ziyaret edenler arasındaymış. ”
Anlattıklarını, amirinin dinlediğinden emin olmak için onun yüzüne baktı;
“ İlginç, sonra?”
“ Çanakkale’de torunu ile bir Antikacı Dükkanı’nı işleten bu adamın sülaleside sabıkalı imiş komiserim.”
“ ?”
“ Çok eskiden İstanbul Kapalı Çarşı’da zengin bir kuyumcu esnafı imiş bu aile. Alman Arkelog Şiliman’ın bulduğu söylenen Kral Priyam’ın mücevherlerini yurt dışına kaçırılmasına yardım ettikleri için, birkaç kere tutuklanmışlar.”
“ Tamam, tamam!”
Diyerek Rüstem’in sözünü kesen komiser, sigarasını rahat içebilmek için;
“ Söylentileri bir yana bırakalımda, kendi işimize dönelim! Sen çevreyi kontrol et!”
Emrini verir. Bahçeyi dolaşarak yerdeki izleri inceleyen Rüstem arada-sırada durarak başını yukarı kaldırıp anlatımına devam eder;
“ Müslim Efe birkaç kere karakola gelip, evinin arandığını yada birilerinin onu takip ettiğini ihbar etmişti.”
“ Polis, izinsiz böyle birşey yapmaz!”
“ Polisler değil amirim.”
“ Ya kimler?
“ Eski yunanlılar derdi, bizde gülerdik.”
“ Yunan’ın eskisi-yenisi mi olur, Rüstem? Yunan Yunan’dır!”
Rüstem devamla;
“ Hatta bir keresinde bu antik Yunan Askerler tarafından sorguya çekildiğini bile söylemişti.”
“ Bırak Allahını seversen bu saçmalıkları. Yabancı dilsiz ve tercümansız olmaz böyle Şey.”
“ Adın Müslim Efe olursa, olur, amirim. Bu Lokantayı bile Truva’da bulduğu Gömü’den sonra satın aldığının söylentileri bile var.”
“ Ne Gömü’sü?”
“ Askere gidene kadar kalfa olan Müslim Efe, dönünce birkaç yıl Truva’da çalışıyor ve sonrada 10 yıl içnde lokantayı satın alıyor?”
“ Çalışan kazanır Rüstem!””
“Ayrıca...”
Durdu ve çevreyi incelemeyi bırakarak amirinin yanına kadar geldi;
“ Uzatma Rüstem, haydi biz içeri girelim.”
“ İş komşusu kahveci Hidayet’in çırağı...”
Komiser elindeki sönmüş sigarasını yere atıp, ayakkabısının ucuyla basıp-söndürürken sonra, alaylı bir sesle;
“ Katil o imiş demek...”
“ Hayır komiserim, ciddi söylüyorum. Çırağın söylediğine göre Çanakkale’den gelen bu yaşlı adam onu sık ziyaret ediyormuş.”
“ Lokanta bu Rüstem, tabiki müşterileri olacak.”
“ Ama bu ikisi kuytu bir masaya gidip, kısık sesle birşeyler konuşuyorlarmış. Bir keresinde de bu yaşlı adamın ona büyükçe bit paket verdiğini çırak görmüş ve boşları toplarkene “Bunu iyi sakla Müslim evladım, zamanı gelince sahibine verirsin!” dediğini de duymuş.”
“ Bunlar tutanaklarda varmı?”
“ Çırak 14 yaşında bir çocuk komiserim, sözlü ifadesi geçerli olmadığı için zapta alamadık. Anne ve babasını getirip, onların izni gerektiğini söyledik.”
“Ee?”
“Ertesi gün ne çırak geldi nede anne-baba. Hepsi sanki; Yer yarıldı da yerin dibine girdi kabilinden ardlarında hiçbir iz bırakmadan kayboldular.”
“Sen iyisimi polisliği bırakta polisiye roman yaz, Rüstem.”
Bu tenkide alınan Rüstem cevap vermeden bahçenin kenarındaki çalılığa su dökmek için girer. Tam işini bitirip çıkmak üzereyken;
“ Komiserim.”
“ Yine ne var?”
“ Burada çimenler ezilmiş.”
“ Başlama yine!”
Yere çömelir;
“ İzlerin üstünü düzeltip, iyice örtmüşler ama kırık-kırıktır, belli oluyor.”
“ Dur hele, ben de bir bakayım.”
Çalılığa girer, Rüstem devamla;
“ Topuksuz düz sandaletler ile ökçeli bir ayakkabı mücadele etmiş burada.”
“ ?”
“ Bakın!”
Komiser bakar;
“ Tüm bunları nereden çıkarıyorsun sen, Rüstem?”
“ Çeşitli düz taban izleri saydım.”
“ Ben düz tabanlıları sevmem, uğursuydurlar. Belki uğursuzun biri gelip burada tepinmiştir.”
“ Olmasına olur da komiserim ama...”
“ Ee?”
“Ben böyle öteye-beriye sıçrayan vede öne-geriye tepinen uğursuza bu güne kadar rastlamadım komiserim. Ayrıca bunlar değişik büyüklükte ve derinlikte sandalet izleri...
“ ?”
„ 8-9 Kişilik bir mücadele olmuş burada.”
„!“
„Ezilen çimenlerin yönüne bakılısa, buradan itibaren de, eve doğru ökçeli ayakkabılı birini sürüklemişler.”
Komiser inceler ve;
“ Haklısın! Ökçe izi burada bitiyor ve sonra da sürüklenme...”
“ Bence ökçes; Vakti olmadığı için yatağa soyunmadan yatan, ama ayakkabısını özenle temizledikten sonra düzgün bir şekilde oturma odasındaki sehpanın altına koyan kişiye ait. ”
“ Uzatma Rüstem! A a! Biride burada boncuk düşürmüş! Bak birde sen şuna.”
“ Boncuk değil bu komiserim, çelik bir düğme. Şu altındaki çentiklerine bakılırsa, meşinine gömülen çelik süslerden...”
“ Ne süsü, ne meşini?”
“ Mesela at koşumu, semer...”
“ Dur be Rüstem, sen hepten sapıttın!”
“Vallahi komiserim! Bir filimde görmüştüm. Eski yunan suvarilerinin dizgin ve semer koşumuda böyle parlak çelik süslemeler vardı.”
“Artisliği bırakta, saadete gel!”
“ Ayrıca bu filimde suvarilerin başlarındaki miğferlerinde de çeşitli renk ve sayıda, ölünün elinde bulduğumuz gibi uzun tüyler vardı. Okuduğum bir kitapta da...”
Amir, Rüstem’in sözünü keserek;
“ Çok okuma. hatip olursun!”
Bu tenkidi de duymamazlıktan gelerek;
“ Bu tüyler; Renk ve sayısına göre suvarilerin rübbesini belirlermiş.”
Diyerek sözünü bitirir;
“Boş ver bu zırvalıklara da, gel içeri girelim.”
Rüstem komiserin ardından avluda yürürken, safca;
“ Bence sandalet giymiş düztaban eşşeklerin tepinme izleri bunlar!”
Benzetmesini yaptı. Komiser her ne kadar;
“Ciddi ol ulan!”
Dediyse de elinde olmadan gülmesine engel olamadı. Her ikiside bu espriye yüksek sesle gülerek ev kapısına doğru yürüdüler. Kapıda Adli Tıp Doktoru’nu görünce de; Her ne kadar gülmelerini bırakıp ciddi olmaya çalıştılarsada bunu başaramadılar;
“ Oh, oh! Beni çalıştırdınız ya, keyfiniz yerinde!”
“ Yok Amirim, rica ederim! Bizde şimdi içeri geliyorduk.”
“ Gerekmez! İş bitti, zabıt burda, haydi çakın bakalım İmzayı.”
Komiser imzalamak için ölüm zaptını alır. Polis Rüsrem ise buradan sonra sadece konuşulanları dinleyecektir;
“ Ölüm sebebi sizce nedir, amirim?
“ Kalp Sektesi. 6-8 saat önce olmuş .”
“ Amirim izniniz olursa bir şey var da...”
“ Söyle!”
“ Ağzındaki salyadan tahlil için örnek aldığım da...”.
“ Evet?”
“ Tükürük değildi galiba bu Sıvı...”
Durdu. Amirinin yüzüne bakarak onun vereceği tepkiyi bekledi;
“ Vaktim yok, uzatma, haydi at imzayı!”
“ Ayrıca bu salgı bolca çevreye de fışkırdığına göre...”
“ ?”
“ El ile içirilmiş olabilir. “
“ !”
“ Kalp sektesi olsaydı ağzı açık ve kuru olurdu. Ne yatak çarşafı nede üstündeki elbise böyle düzgün olmazdı amirim. Karın üstü olarak vede elbiseleri ile yatacak kadar acelesi olan bu adam, nasıl olurda; Ayakkabılarını temizleyip özenle oturma odasındaki sehpanın altına koyacak zamanı bulmuş?”
“ Vay be!”
“ Hem, bahçede bir çekişmeyi gösteren ve itina ile izleri kaybettirilmeye çalışılmış 7-8 çeşit ayakkabı izi var.”
“ Yahu bunları biraz önce bana niçin söylemediniz! Ben şimdi zaptı yenidenmi yazacağım?”
“ Birde... “
Sabrı tükenen Doktor tersler gibi;
“ Eee!”
“ Çelik bir düğme buldum bu çekişme izleri arasında amirim...”
Adli Doktorun;
“ Ne Düğmesi?”

Sorusunu sorduğu anda, Helen’in kulaklarında polis Rüstem’in;
“ Sandalet giymiş düz taban eşşeklerin semer düğmesi.”

Cümlesi yankılanca. yüzündeki durgun ifade gerilerek dudaklarına kayıverdi. Bu değişiklik o kadar belirgindi ki, alt dudağını aşşağıya çekip, dişlerinin görünmesine değin devam etti. Bu devinim burada bitse iyi idi de, (yani Phillipp az bir yanılgıyla durumu tahmin edebilirdi belki) ama dil ucu dışarıdan bakan biriin farkedeceği kadar dışarı çıkarak üst dudağına değiverdi. Phillipp; “Mutlaka onu şaşırtan bir şey olmalı.” tahminiyle, başını onun yüzüne doğru dahada yaklaştırıp, olayı cepheden incelemeye karar verdiği anda; İlkin bir kikirdeme ve sonrada ardından kuvvetli bir bir kahkaha bu ağız boşluğundan çıkarak onun meraklı yüzünü yellendirince;
“Helen neye gülüyorsun?
Sorusuyla uyanan Helen;
“ Hii hiç!”
Diye gülmesini durdurarak;
“Rüyamda Müslim Efe’yi gördüm de..”
Diyerek kendini ele verdi;
“Gülünecek hiç bir yanı yoktu ki bu adamın.”
Aynı anda minibüs Bayramiç-Ezine yolundan İzmir-Çanakkale kara yoluna çıktı. Edremit istikametine doğru yollarına devam ederken, koltuğunda yan oturararak geriye dönen Şöför:
“ Otel lağzım mı Abla?”
Sorusunu sorunca, Phillipp ters bir;
“ Hayır devam edeceğiz.”
Cevabıyla kestirip attı. Bir Müddet sonra da yavaşlayan minibüs yol kenarındaki Otobüs Acantası’nın önüne kadar gelerek durdu ve indiler.

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

(31) ezine Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz (31) ezine yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
(31) EZİNE yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL