1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
184
Okunma
Yetimlik...
Sözlükte kısa, hayatta uzun bir kelime.
Bir çocuğun gözlerinde sessizleşmiş kahkahadır.
Kimseye belli etmeden büyümeye çalışmaktır.
"Ben iyiyim" dediği hâlde, o cümlenin ardında koca bir eksiklik saklıdır.
Yetim olmak, sabah kahvaltısında bir tabak eksik olması değildir sadece.
Bazen seslenince cevap alamamaktır.
Bazen "baba bak!" diye göstereceğin bir resmin olmamasıdır.
Bazen annenin dizine yatmak değil, yastığa sessizce içini dökmektir.
Diğer çocukların okul çıkışı kapıda bekleyen bir eline koştuğu anda,
senin kendi omzuna yaslanmandır yetimlik.
Bayram sabahı giydiğin yeni ayakkabı sevinci bile,
içinde bir eksik neşeyle durur.
Ama asıl mesele,
yetimliğin sadece küçükken değil, büyüyünce de peşini bırakmamasıdır.
Bir kalabalıkta herkese bir ses düşerken,
senin üstüne sessizlik yağar.
Yetimlik, hayatta bir kolunun eksik oluşudur belki.
Ama diğer kolunla dünyayı taşıyabilecek kadar güçlü olmayı da öğretir.
O yüzden bir yetimin gülüşü, diğerlerinden farklıdır.
Çünkü içinde kırılmış ama yere düşmemiş bin parçanın inadıdır o gülüş.
Ve bazen bir yetim, sadece bir baba değil,
bir anne, bir sırdaş, bir omuz, bir dağ olur kendine.
Büyür ama eksilerek değil, derinleşerek...
Çünkü yetimlik, bazılarına hayatı daha çok öğretir.
Hem erken, hem sert... ama en gerçek haliyle.