0
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
171
Okunma
Bir Şairin Kalbinden “Bir Gün Mutlaka”
Bazı şairler vardır sevgili okuyucularım, dizeleri yüreğinize yalnızca dokunmaz orada kalır, kök salar ve sizi sizden daha iyi anlatır. Şair, yazar, çevirmen, akademisyen ve büyük edebiyatçı Ataol Behramoğlu benim için işte o şairlerden biridir… Onun dizelerinde hem umudu, hem direnişi, hem de insan kalmanın yükünü ve güzelliğini buldum. Ayrıca, bir şiirini okuduğum gün, içimde bir kapı aralandı, çünkü ardında hem Türkçenin en berrak hali, hem de bir insanlık çağrısı vardı.
Ataol Behramoğlu, 13 Nisan 1942’de, İstanbul’un Çatalca ilçesinde dünyaya geldi. O sırada dünya adeta yanıyordu. 2. Dünya Savaşı’nın uğultusu Anadolu’ya kadar ulaşmış, Türkiye ise tarafsız kalmaya çalışırken içten içe çalkalanıyordu. İşte o çalkantılı yıllarda, sessiz bir evde bir bebek ağladı ve bu ağlayış, ileride yüz binlerce insanın sesi olacak şiirlere ve nice eserlere dönüşecekti. Edebiyatla, şiirle ilk gençlik yıllarında tanıştı büyük usta. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Rus Dili ve Edebiyatı okudu; burada Puşkin’in zarafetiyle, Mayakovski’nin öfkesiyle tanıştı. Mezun olduğu 1966 yılından sonra yolu Moskova Devlet Üniversitesi’ne düştü. Bu, onun şiirini yalnızca biçim değil, düşünce olarak da dönüştüren bir dönemdi. Orada öğrendiği en önemli şey belki de şuydu: "Bir şiir sadece güzellik için değil, hakikat için de yazılır."
1965’te ilk şiir kitabı “Bir Ermeni General”, 1970’te ise onu büyük kitlelere ulaştıracak olan “Bir Gün Mutlaka” yayımlandı. Bu kitapla artık o, yalnızca bir şair değil, bir çağrının sesi olmuştu. “Bir gün mutlaka yeneceğiz. Bu korkuyu, bu suskunluğu...”diyordu… Ve bu satırlar, 1970’lerin karanlık ama umutlu Türkiye’sinde dillerdeydi.
Ataol Behramoğlu önceleri şiirlerini Garip ve İkinci Yeni çizgisinde yazsa da, 1960’lardan itibaren toplumsal gerçekçilikle yoğruldu. O yalnız âşık bir adamı değil, haksızlığa uğrayan halkı da yazdı. Aşkı yazarken bile devrimden kopmadı; çünkü onun gözünde aşk da bir direniş biçimiydi. Ve tabii ki o unutulmaz ve benim de çok sevdiğim şiirler yazdı. İşte o şahane şiirlerinden birkaç şahane mısra:
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,
Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına…
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır..
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana…”
Bu dizeler, yalnızca bir şiir değil, bir hayat rehberi ve kendine dürüst, hayata açık, insana umutla bakan herkes için bir manifestoydu…
Ataol Behramoğlu, 1970’te İsmet Özel ile birlikte çıkardığı Halkın Dostları Dergisi, toplumcu kuşağın bir nevi karargâhıydı. 1974’te kardeşi Nihat Behram’la birlikte Militan dergisini kurarak bu sesi daha da büyüttüler. Bu dergiler, yalnızca yayınlar değil; fikirlerin, tartışmaların, şiirlerin bir araya geldiği canlı birer direniş alanıydı.
1980 darbesi sonrası Türkiye’de maalesef sanat da, düşünce de baskı altındaydı. Behramoğlu, Barış Derneği yöneticiliği nedeniyle tutuklandı; uzun süre cezaevinde kaldı. 1984 yılında, gizlice Türkiye’den ayrılarak Fransa’ya geçti. Paris’te, Sorbonne Üniversitesi’nde karşılaştırmalı şiir üzerine daha önce Rusya ‘da yaptığı yüksek lisansına, ikincisini ekledi. Tez konusu anlamlıydı: Nazım Hikmet ve Mayakovski’nin Şiirsel Paralellikleri…
Sürgün yıllarında da boş durmadı ve yalnız kalmadı. Paris’te yazdı, çeviriler yaptı. Uluslararası edebiyat festivallerine katıldı, Anka adlı dergiyi yayımladı. Türkiye’ye dönemese de, yaptıkları ve ürettikleriyle, Türkiye onun hakkında konuşmaya devam etti. Ataol Behramoğlu, Nazım Hikmet’in yalnızca şiirlerini çevirmedi; onun sesini çağımıza taşıdı. Konferanslarda, yazılarında, bestelenen şiirlerde Nazım’a hep sadık kaldı. Onun özgürlük anlayışını, insan sevgisini, dizelerinde yaşattı. Bugün Nazım’ı dünya ve genç kuşaklar tanıyorsa, bunda Behramoğlu’nun emeği büyüktür…
Sevgili okuyucularım, Prof. Dr. Ataol Behramoğlu’unu bir köşe yazısına sığdırmak imkansız, kitaplara bile sığmayacak bir büyük kişilik ve bir büyük sanatçı... Varlığı ve eserleriyle övünç kaynağımız bu büyük usta, edebiyat dünyasına, sayısız şiir, deneme ve çocuk kitapları kazandırdı. Puşkin, Gorki, Mayakovski, Aragon ve Brecht’ten ustalıkla yaptığı çevirilerle Türk edebiyatına eşsiz zenginlik kattı. Ayrıca Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar köşe yazıları yazdı. Yazıları yalnızca gündeme değil, vicdanımıza da dokundu. Yaşananları sorgulattı, farkındalığımızın artmasına katkı sağladı…
Ataol Behramoğlu, yalnızca bir şair, yazar, çevirmen veya bir öğretim üyesi de değildir. O, bir yüzyılın tanığı, bir halkın dili, bir kuşağın vicdanıdır ve butün bunlar sözcüklerle anlatılamaz. Onun eserleri, kısacası varlığı, sadece sözcüklerden değil, inançtan, dirençten, sevgiden ve umutlardan örülmüştür. Bugün bir genç onun dizeleriyle şiiri sevmeye başlıyorsa, bir yaşlı onunla geçmişi hatırlıyorsa, bir anne çocuğuna “Kızıma Mektuplar”ı okuyorsa, onun kalemi hâlâ hayatları değiştiriyor demektir. Ve bizler sevgili okuyucularım, bu coğrafyada onun gibi şairler oldukça, “bir gün mutlaka” demeye devam edeceğiz. Saygı ve şükranlarımla…
Nuray ÖNGEÇ