0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
258
Okunma

Bir zamanlar, uzak bir beldede, dergâhı halk arasında hikmetle anılan yaşlı bir mürşid vardı. Dergâha gelen herkes, ondan bir söz, bir işaret yahut bir nazar almak isterdi. Lâkin mürşid, konuşmaktan çok susmakla, öğüt vermekten çok tebessüm etmekle meşhurdu.
Bir gün, genç bir derviş, uzak diyârlardan gelip mürşidin huzuruna çıktı. Diz çöküp dedi ki:
Efendim, ne olur bana aşkın yolunu öğretin. Ben bu yolda yanmak,
Bu yolda pişmek,
Bu yolda kemâle ermek istiyorum.
Mürşid ona baktı. Bir süre sustu. Sonra tebessüm etti. Gencin gözlerinin ta içine işleyen bir tebessümdü bu. Ne sıcak ne soğuk, ne alay ne merhamet; sır dolu bir tebessüm...
Genç derviş şaşırdı. Cevap bekliyordu, ama mürşid susuyordu. Dayanamayıp bir daha sordu:
Efendim, aşkın yolu susmak mıdır?
Mürşid, elini kâlbine koydu, sonra dervişin omuzuna dokundu ve dedi ki:
Aşk, bir sırdır. Sır,kâlpte saklanır. Kâlp de ancak edeple açılır. Senin kapın hâlâ dile kilitli. Onu sâbırla, sükûtla ve hürmetli bir tebessümle çal.
Derviş bir an durdu. O an kâlbine bir şey dokunduğunu hissetti. Mürşid başka bir şey demedi.
Genç, o dergâhta yıllarca kaldı. Sırtında odun taşıdı, çorba pişirdi, gecelerce zikir çekti. Her gün mürşidini görür, ondan bir kelime beklerdi. Fakat mürşid, hep tebessüm ederdi.
Yıllar sonra bir gün, derviş başka bir müride şöyle dedi:
Yıllardır bana bir tek söz söylemedi. Ama ben artık her tebessümünde bin kelâm işitiyorum. O konuşmasa da ben duyuyorum. O sustukça, içimde Hakk konuşuyor...
İşte o gün, mürşid bir kez daha tebessüm etti. Ve bu defa, gözünden bir damla yaş süzüldü. Çünkü mürîd kapıyı çalmayı öğrenmişti.
Ve o kapı, işte o gün açıldı.
Bazı sözler konuşularak değil, susularak öğretilir.
Aşkı arayan, önce edebi bulur;
Edebi bulan, tebessümle kapıyı çalar;
Kapıyı çalan, er ya da geç sırra mazhâr olur . . .
Liyakat -
5.0
100% (3)