0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
220
Okunma
Mete daha küçük bir çocukken, yattığı odada karanlığın içerisinde bir ses duydu. Yarı uyanık halde sese uzandığı yerden kulak verdi. “Mete yavrum, uyan hadi kuzucum. Annen telefonda, seninle konuşmak istiyor. Hadi kalk kuzum, hadi. ”Annesi bir akşam Yavuz Dede’nin İstanbul’daki evini aramıştı. Mete gözleri mahmur bakışlarla Bereket Ana’nın kim olduğunu anlamaya çalışırken uyanmış, yeşil ışığın aydınlattığı karanlık dar koridorda yürürken, henüz küçük bir çocuk olduğundan Yavuz Dede’nin uykudaki mırıldanmaları, onda garip bir korku uyandırmıştı. Koridorun sonunda masanın üzerinde ters bir şekilde duran kadranlı telefonun ahizesini gördüğünde yürümeye devam etmişti. Bereket Ana panik olduğundan önden koşmuş. Mete, çocuk adımlarının yettiği kadarıyla onun ardı sıra ilerlemiş, ona yetişmeye çalışmıştı. Koridorun sonuna vardığında pürüzsüz beyaz ellerden hafifçe aşağıya, ona doğru uzatılmış ahizeye merakla sarılmıştı. Bir süre ne diyeceğini bilemeden karşısındakini dinlemiş; kelimeler içine işledikçe yüreği ağırlaşmış, geceyi gözyaşlarına sığınarak geçirmişti. Bereket Ana, gözyaşlarını susturmak istercesine yanında kalmış, gecenin karanlığıyla birlikte sabaha kadar başucunda nöbet tutmuştu.
Bade Teyze o gece Sevda’yı yalan söylemeye ikna etmişti. Gökçeada’ya geldiklerinden beri Sevda ile Davut arasında bitmek bilmeyen bir soğukluk vardı; kavga etmekten ve birbirlerine surat asmaktan başka bir şey yapmamışlardı. Bade Teyze, artık bu gidişattan usanmış, Sevda’yı durmadan dolduruşa getirerek Davut’tan boşanması için baskı yapıyordu. Çocuklardan ikisini yanında tutmasını, Karan’ı ise “defolup gitsin” dercesine soğukkanlılıkla yurtdışına göndermesini ısrarla söylüyordu. Her sözü, içinde taşıdığı huzursuzluğu yansıtırken, Sevda’yı kendi öfkesiyle adeta bunaltıyordu.
Sevda, bir anlık sinirin etkisiyle Davut’la tartışıp, herkese o yalanı uydurmuştu.
Birkaç gün sonra Bereket Ana, eşi ve Mete adaya çıkageldi. Mete’nin dersleri bitmiş, yaz tatili başlamıştı; o yaz boyunca adada kalmaya karar vermişlerdi. Mete’nin çocuk aklı, cenazenin ne anlama geldiğini kavrayamamıştı; Karan’ın cenazesinin neden olmadığını aklına bile getirmemişti. Babası hapisteydi, annesi ondan nefret ettiğinden ziyarete gitmiyorlardı. Tüm bu gerçekler, bir çocuk için basitti; Mete sorgulamamıştı. Ancak büyüyüp annesine sorduğunda ya geçiştirilmiş ya da aldığı ‘bilmiyorum’ cevabıyla yetinmek zorunda kalmıştı.
Denizden ona doğru yürüyen Jale, şimdi yanında oturmuş havluyla saçlarını kuruluyordu. Kocaman bir gülümsemeyle, “O tokattan sonra geldin demek?” Mete onaylamadığını gösteren bir ifadeyle, “Onu daha sonra konuşacağız. Dün anneannemle konuşurken öğrendim. Meğer annem bana yalan söylemiş… İnanabiliyor musun? Ağabeyim Karan ölmemiş, o yaşıyor. Bunu benden nasıl saklayabilir? Niye böyle bir şey yapar bir insan? Aklım almıyor Jale, anlayamıyorum. Neden? Babam yüzünden mi? Anlam veremiyorum. Babam hapse bile girmemiş, babam masum! Jale anlıyor musun? Annem bana bu kadar büyük yalanları nasıl söylemiş olabilir? İnsan bir çocuğa neden yalan söyler? Çocuk yaşta beni inandırdığı yalanlara bak Jale! Anneme inanamıyorum! Delireceğim, dayanamıyorum buna!” derken ani bir duygu patlamasıyla sıcak gözyaşları yanaklarından taştı. Öfkeli bir şekilde etrafta gezinen gözleri kızarmış, korkunç bir hal almıştı. Heyecanlı bir şekilde anlatmaya başladı, “Yıllar önce babam, Yavuz Dede’nin de üye olduğu avcılık kulübüyle ava çıkmış. Asıl vurulan babammış. Doktorlar onu riskli bir ameliyattan sonra kurtarmayı başarmışlar. Babamı vuran yabancının kimliği adli tıp raporlarınca tespit edilmiş fakat vuran kişi aramalara rağmen bulunamamış. Babam, ağabeyim büyüyünce Karan’ı yurtdışında kazandığı bir okula göndermiş. Mezun olduktan sonra Amerika’da iş bulduğundan temelli oraya yerleşmiş. Annem ağabeyim ve babamı uzun zamandır görmemiş. Babamla uzun zamandır küsmüşler. Hal böyleyken, artık benimle de pek barışık olamayacak. Onu affetmem çok zor Jale, çok zor... Belki de İstanbul’a döndüğümde bir daha konuşmayacağım onunla. Yüzüne baktığımda bile yaşanmamış yıllarımı anımsayacağım. Bilmiyorum… Kafam çok karışık… Onunla yaşayacağımız yılları çaldı. Ağabeyim ölmemiş olsa bile onu benim için öldürdü.” Büyük bir yalan, ona inanan insanın önünde büyük bir engeldi. Belki şimdi olsa, çocuk aklıyla inandığı her şeyi sorgulardı. Yaşamak, yaşamaktan korkan bir yüreğe yakışmazdı. Ani bir öfkeyle her şeyi berbat etmek de çıkar yol değildi. Jale onu şefkatle sardı ve sakinleşmesi için saçlarını okşadı. Kumsal kalabalık değildi; dalga sesleri rahatlıkla duyulabiliyordu.