0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
131
Okunma

Bölüm 7: Odalar ve Hücreler
Luminos Tapınağı’nın kristal salonu, sessiz bir kaosa tanık olmuştu. Torin, Lyra’nın yanında başka bir salonda duruyordu; sinir ağı mavi bir huzurla parlıyordu, ama merakla titriyordu. Büyük ikramiye kazanmıştı; Lyra’nın eşiydi artık. Tapınağın ışıkları, onların exoskeleton’larında yansırken, Morena ve Sylva büyük ikramiye çıkan eşlerinin elini tutup gitmişti. Lyra elini uzattı. “Hadi, Torin. Odama gidelim.”
Torin başını salladı, mekanik bacakları kristal zeminde bir adım attı. “Oda mı? Nasıldır ki?” Lyra gülümsedi, ama ışıkları sakin bir maviye sabitlendi. Birlikte tapınaktan ayrıldılar, kristal kulelere doğru yürüdüler. Kırların özgürlüğü geride kalmıştı; Torin, şimdi %1’lik dişilerin dünyasına adım atıyordu.
Kuleye vardıklarında, Lyra bir kristal kapının önüne durdu. Elindeki anahtarı Torin’e uzattı. “Bak, böyle açılır,” dedi, telepatik sesi zihninde yumuşak bir dalga gibi yayıldı. Anahtarı kapının yanındaki bir yuvaya yerleştirdi; kapı, hafif bir vızıltıyla açıldı. “Sen de dene.”
Torin anahtarı aldı, yuvaya soktu. Kapı tekrar açıldı; ışıkları mora kaydı. “Kolaymış. İçeri girelim mi?” Lyra başını salladı, ikisi içeri adım attı. Oda, kristal duvarlarla çevrili bir saraydı; yıldız haritaları tavanda parlıyor, biyolüminesans bitkiler köşelerde ışıldıyordu. Torin etrafına bakarken sinir ağı titriyordu. “Burası… inanılmaz. Neden kulelerde yaşıyorsunuz?”
Lyra, bir kristal koltuğa oturdu. “Biz %1’iz, Torin. Chironis’in aklıyız. Erkekler %99, kırların çocukları. Burası bizim yerimiz.”
Torin odada dolaştı, bir yıldız tabletine dokundu. “Peki ya şimdi? Eşin oldum, ne olacak?”
Lyra’nın ışıkları maviden mora geçti. “Bebeklerimiz olacak, Torin. Ama bu bir şans oyunu. Sana anlatayım.” Torin yanına oturdu, merakla dinlemeye başladı. Lyra derin bir nefes aldı. “100 bebekten 99’u erkek olacak. 1’i dişi. Ama bir yılda sadece 1 bebek doğar. Eğer şansımız varsa, ilk bebek kız olur. Şansımız yoksa, 100 yıl boyunca kız bebek için çabalarız. Ömür boyunca hiç kız bebeğimiz olmayabilir; tamamen şans.”
Torin’in ışıkları kırmızıya çırpındı. “100 yıl mı? Kaç yıl yaşıyoruz ki?”
Lyra sakin kaldı. “500-600 sene yaşıyoruz. Yani 500 kadar bebeğimiz olacak. İçlerinden sadece 5 tanesi kız olacak, eğer şanslıysak. Sen bebeklere bakacaksın.”
Torin şaşkınlıkla ayağa kalktı. “Bebeklere mi bakacağım? Hepsi bu mu?”
Lyra’nın sesi sertleşti. “Hayır, Torin. Daha fazlası var. Eğer 5 kız bebeğe erken ulaşırsak, görevini tamamlamış olursun. Atomlarına ayrılırsın. Ya da benimle anlaşamazsak, yedekteki erkeklerden birini seçerim. O zaman da atomlarına ayrılırsın.”
Torin durdu, ışıkları kırmızıdan mora çöktü. “Yani… ne kadar yaşayacağım sana mı bağlı?”
Lyra başını eğdi. “Chironis’in dengesine bağlı, Torin. Ben seçerim, ama şans karar verir. Hazır ol.” Torin odanın penceresine yürüdü, kırlara baktı. Özgürlüğü geride kalmıştı; şimdi bir odada, bir şansa teslimdi.
Bu sırada, tapınağın altındaki yedek hapishanesinde, Kael karanlık bir hücreye kapatılmıştı. Küçük ikramiye çıkmıştı; bir yıl bekleyecekti. Hücre, kristal bir kafesti; ama ışıkları yansıtmıyor, sadece soğuk bir gölge yayıyordu. Kael, mekanik bacaklarını yere vurdu, sinir ağı kırmızı bir öfkeyle parlıyordu. Eski günler gözlerinin önüne geldi: Torin’le yarışlar, Ryn’in hırsı, Zorak’ın sakinliği. Biyolüminesans ağaçların altında kahkahalar… Hepsi tapınakta bitmişti.
“Neden ben?” diye mırıldandı, telepatik sesi hücrede yankılanmadı. Ryn helvayla ölmüştü; Zorak makineye gitmişti; Torin, Lyra’yla ayrılmıştı. Kael yalnızdı. “Kaçmalıyım,” diye düşündü. Hapishanenin kristal duvarlarına baktı; bir çatlak, bir zayıflık aradı. Ama sonra durdu. “Ya çağrılırsam? Yedek olarak seçilirsem?”
Işıkları maviye döndü, kararını verdi. “Son güne kadar bekleyeceğim. Bir yıl dolmadan şansım dönerse… Ama dönmezse, kaçarım.” Eski günlerini düşündü; Torin’le suyun içinde yuvarlandığı anlar gözünde canlandı. Hapishane soğuktu, ama Kael’in içinde bir ateş yanıyordu. Bekleyecekti; ama özgürlüğünden vazgeçmeyecekti.
Bölüm 8: Doğum ve Kaçış
Chironis’in kristal kulesi, Lyra ve Torin’in yeni eviydi. Rigil Kentaurus’un altın ışıkları, odanın cam duvarlarından süzülüyor, yıldız haritalı tavanda dans ediyordu. Lyra, kristal bir yatağın yanında duruyordu; exoskeleton’u mavi bir huzurla parlıyordu. Torin, odanın penceresinde, kırların uzak siluetini izliyordu. Bir yıl geçmişti; Lyra’nın ilk bebeği doğmuştu. Bebek, küçük bir kristal beşiğin içindeydi: elleri vardı, ama ayakları yoktu. Kentaura bebekleri böyle doğardı; büyüsalar bile ayakları çıkmazdı. Eğer dış iskeletleri olmasa, ömür boyu elleri üzerinde çaresizce sürüneceklerdi.
Lyra, bebeğe baktı. “Erkek,” dedi, telepatik sesi zihninde yumuşak ama buruk bir dalga gibi yayıldı. “İlk şansımız bu kadardı.”
Torin pencereden döndü, ışıkları mora kaydı. “Erkek mi? Yani kız değil?”
Lyra başını salladı, bebeğin minik ellerine dokundu. “100 bebekten 99’u erkek olur, demiştim. Bir yılda bir bebek doğar. Şansımız yoksa, 100 yıl kız bekleriz. Bu ilkti.”
Torin yatağa yaklaştı, bebeğin şeffaf sinir ağına baktı; henüz ışık yoktu. “Ayakları yok… Bu erkek bebeği ne yapacağız?”
Lyra bir kristal dolabı açtı, içinden küçük bir exoskeleton çıkardı. “Besleyip büyüteceğiz, Torin. Yürüme yaşına gelince bu dört bacaklı dış iskeleti takacağız. O zaman koşabilecek. Sonra kırlara salacağız.”
Torin’in ışıkları kırmızıya çırpındı. “Kırlara mı? Neden?”
Lyra’nın sesi sertleşti. “Burada yaşamasına müsaade edilmez. Sadece kız doğarsa bizimle yaşayacak. Erkekler kırların çocuklarıdır; %99’u oraya aittir. Biz %1’iz, kuleler bizim.”
Torin bebeğe bakarken ışıkları titredi. “Peki ya büyüyünce? 500 yıl yaşayacağız, değil mi? 500 bebek… Sadece 5’i kız olacak?”
Lyra başını salladı. “Evet, Torin. Ve eğer 5 kıza erken ulaşırsak, senin görevin biter. Atomlarına ayrılırsın. Ya da benimle anlaşamazsak, yedekteki erkeklerden birini seçerim. O zaman da atomlarına ayrılırsın.”
Torin sustu, pencereye döndü, kırlara baktı. “Yani bu bebeği büyüteceğiz, sonra salacağız… Ve ben bir şansa mı bağlıyım?”
Lyra’nın ışıkları maviye sabitlendi. “Chironis’in dengesine bağlısın, Torin. Hazır ol.” Torin bebeğe bir kez daha baktı. Özgürlüğü geride kalmıştı; şimdi bir odada, bir bebeğin babasıydı. Ama bu bebek, kulede kalamayacaktı.
Bu sırada, tapınağın altındaki yedek hapishanesinde, Kael karanlık hücresinde bir planı hayata geçirmişti. Bir yıl dolmak üzereydi; çağrılmamıştı. Sinir ağı kırmızı bir öfkeyle parlıyordu. Eski günler gözündeydi: Torin’le yarışlar, Ryn’in çığlığı, Zorak’ın sessiz vedası. “Artık yeter,” diye mırıldandı, telepatik sesi hücrede yankılanmadı. Kristal duvarın bir çatlak noktasını bulmuştu; mekanik bacağıyla vurdu. Duvar çatladı, bir delik açıldı. Kael dışarı fırladı.
Kırlara adım attığında, kanatlı dronlar peşine takıldı. Vızıltıları kulaklarında yankılanıyordu. Kael dört nala koştu, exoskeleton’u kristal zeminde izler bırakıyordu. Dronlar yaklaştı; biri lazerle vurdu, Kael’in sol bacağı hasar aldı. Işıkları kırmızıya çırpındı, ama durmadı. Uzakta bir mağara gördü; son bir sıçrayışla içeri daldı. Dronlar mağaranın girişinde durdu, içeri giremedi. Kael kurtulmuştu.
Mağarada nefes nefese yere çöktü, ışıkları solgun bir maviye döndü. “Özgürüm… Şimdilik.” Ayağa kalktı, kırlara baktı. Erkekler, %99’luk kalabalık, hâlâ koşuyordu. Kael bir plan yaptı: onları organize edecekti. Yavaşça mağaradan çıktı, yakınlardaki bir gruba yaklaştı. Üç erkek Kentaura, biyolüminesans çalıların yanında duruyordu.
Kael öne çıktı. “Beni dinleyin! Tapınaktan kaçtım!”
Bir erkek, ışıkları mora kayarak sordu. “Tapınak mı? Oradan nasıl kaçtın?”
Kael’in sesi sertleşti. “Yedek hapishanesindeydim. Küçük ikramiye çıktığında oraya gönderiyorlar. Bir yıl bekliyorsun; çağrılmazsan, atomlarına ayrılıyorsun. Büyük ikramiye çıkarsa eş oluyorsun, ama %98’i makineye kurban gidiyor!”
İkinci erkek, ışıkları kırmızıya çırpındı. “Kurban mı? Neden?”
Kael derin bir nefes aldı. “Chironis’in dengesi için. Dişiler %1, biz %99’uz. Çokuz diye bizi harcıyorlar. Helva veriyorlar; zehirli, yiyen makineye koşuyor. Çağrıyı dinlemeyin!”
Üçüncü erkek sakin kaldı. “Ama çağrı gelirse ne yapacağız?”
Kael’in ışıkları maviye sabitlendi. “Beni takip edin. Birlikte direniriz. Bazılarınız dinleyecek, bazılarınız tapınağa gidecek. Ama bilmeden gitmeyin.” Grup birbirine baktı. Birinci erkek başını salladı, dinleyecekti. İkincisi tereddüt etti, ama kaldı. Üçüncüsü dönüp kırlara yürüdü; çağrıyı bekleyecekti. Kael, yaralı bacağıyla mağaraya döndü. Özgürlüğü, bir isyanın tohumu olmuştu.
Bölüm 9: Kırlara Veda
Chironis’in kristal kulesi, Lyra ve Torin’in yuvasıydı. Üç yıl geçmişti; ilk bebekleri yürüme çağına gelmişti. Küçük erkek Kentaura, kristal odada elleriyle oynuyordu; ayakları yoktu, ama sinir ağı maviye çalıyordu, neşeliydi. Lyra, dolaptan dört bacaklı bir exoskeleton çıkardı; mekanik bacaklar, bebeğin bedenine yerleştirildiğinde ilk kez dört nala hareket etti. Torin, bebeğin yanında durmuş, ışıkları titriyordu. Bugün, bebeği kırlara salma günüydü. Chironis’in dengesi bunu gerektiriyordu: erkekler kulede kalamazdı, sadece kızlar kalırdı.
Lyra, bebeğin minik ellerini tuttu; exoskeleton’un vızıltısı odayı doldurdu. “Zamanı geldi, Torin,” dedi, telepatik sesi zihninde kırılgan bir dalga gibi yayıldı. Işıkları maviden kırmızıya çırpınıyordu.
Torin bebeğe baktı, sinir ağı vızıldadı. “Bunu gerçekten yapmalı mıyız, Lyra? O bizim ilk bebeğimiz…” Sesinde bir çaresizlik vardı; ışıkları kırmızı bir hüzünle parlıyordu.
Lyra başını eğdi, bebeğin exoskeleton’una dokundu. “Mecburuz, Torin. Kuleler bizim, kırlar onların. Erkek bebek burada kalamaz. Chironis’in kanunu bu.”
Torin bebeği kucağına aldı; küçük Kentaura, elleriyle Torin’in exoskeleton’una sarıldı. “Ama onu büyüttük… Üç yıl boyunca her gün yanımızdaydı. Onu nasıl bırakırım?”
Lyra’nın ışıkları kırmızıya çöktü, gözleri bebeğe kilitlendi. “Biliyorum, Torin. Ama başka yol yok. Onu kırlara salacağız.” Kapıyı açtı, kristal bir asansörle kulelerin eteğine indiler. Kırların biyolüminesans ışıkları, bebeğin exoskeleton’unda parlıyordu; mor ve mavi ağaçlar, rüzgârda hafifçe sallanıyordu. Torin bebeği yere bıraktı; küçük Kentaura dört bacağıyla birkaç adım attı, ama sonra durdu. Dönüp onlara baktı, sinir ağı maviden kırmızıya titredi.
Torin bir adım attı, ışıkları ağlar gibiydi. “Git, küçük… Kırlar senin artık.”
Bebek koşmadı. Tersine, dört bacağıyla geri döndü, Torin’in mekanik bacaklarına sarıldı. Lyra’nın ışıkları kırmızı bir panikle çırpındı. “Hayır, geri gelme! Gitmen lazım!”
Torin bebeği itmeye çalıştı, ama elleri titriyordu. “Lütfen, git… Burada kalamazsın!” Bebek, küçük elleriyle Torin’in exoskeleton’una tutundu, sinir ağı kırmızı bir inatla parlıyordu. Lyra yere çöktü, telepatik sesi zihninde bir yalvarış gibi yankılandı. “Git diye yalvarıyorum… Bizi bırak!”
Bebek bir an durdu, sonra yavaşça geri çekildi. Kırlara doğru birkaç adım attı, ama gözleri hâlâ Torin ve Lyra’daydı. Torin’in ışıkları kırmızıdan mora çöktü; ağlıyordu. “Bize bakıyor, Lyra… Bizi hatırlayacak mı?”
Lyra bebeğe doğru uzandı, ama kolunu indirdi. “Bilmiyorum, Torin. Ama o özgür artık. Gitmeli.” Bebek, son bir kez dönüp baktı, sonra biyolüminesans ağaçların arasına koştu. Torin ve Lyra, kuleye dönerken sessizce ağladı; sinir ağları, veda’nın acısıyla vızıldıyordu. Asansör kapandığında, birbirlerine sarıldılar, ışıkları kırmızı bir hüzünle yanıp sönüyordu.
Günler geçti. Torin, her sabah kuleden çıkıp kırlara gidiyordu. Bebeğini bıraktığı yerde buluyordu; küçük Kentaura, ağaçların altında oynuyor, exoskeleton’uyla koşuyordu. Torin uzaktan izliyor, konuşmuyordu. “Büyüyorsun, değil mi?” diye mırıldanıyordu, telepatik sesi sadece kendi zihninde yankılanıyordu. Bebek onu görüyordu, ama yaklaşmıyordu; kırlar artık onun eviydi.
Bir gün, Torin yine gitti. Ama bebek yoktu. Biyolüminesans ağaçların altı boştu; kristal zeminde iz yoktu. Torin etrafa baktı, ışıkları kırmızıya çırpındı. “Neredesin? Gittin mi?” Sessizlik cevap verdi. Ertesi gün yine geldi, sonra bir gün daha. Bebek yoktu. Kırların rüzgârı, Torin’in exoskeleton’unda ıslık çalıyordu; sinir ağı maviye döndü, ama solgundu.
Kuleye döndüğünde, Lyra onu bekliyordu. “Onu buldun mu?” diye sordu, ışıkları sakin ama merakla parlıyordu.
Torin başını eğdi. “Hayır. Gitti. Günlerdir yok.”
Lyra yanına oturdu, elini Torin’in mekanik bacağına koydu. “Ayrılığı kabullenmen lazım, Torin. O kırların çocuğu artık.”
Torin sustu, pencereden kırlara baktı. “Biliyorum. Ama onsuz… boşluk var.” Işıkları maviye sabitlendi; ayrılığı kabullenmişti, ama yüreğinde bir iz kalmıştı. Chironis’in dengesi, ilk bebeklerini ondan almıştı.
DEVAM EDECEK...