0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
181
Okunma
Barışın, Umudun ve Direncin İsmi
Bir nehir gibi akan hayatın, dirençle, dostlukla, müzikle yazılmış hikâyesidir o. Sevgili okuyucularım, bugünkü yazımda sizleri, kitaplarını bir solukta okuduğumuz, müziğiyle dostluk, kardeşlik duyguları yaşadığımız, hayattaki dik duruşuna hayran olduğumuz bir güzel insanla buluşturmaya çalışacağım...
Bazı insanlar vardır, yaşadıkları çağın sadece tanığı değil; ruhudur, sesi olur. Zülfü Livaneli işte o isimlerden biri. Sazıyla sözünü birleştiren, kelimeleri notalara, notaları vicdana dönüştüren bir yolcudur o. Yazdıkları ve söyledikleri yalnızca sanat değildir; bir çağrıdır, bir barış duasıdır, bir insanlık çığlığıdır. Şairdir ama öyle içe dönük, duvarlara fısıldayan bir şair değil… Halkın içine karışan, köy meydanlarında yüreğini dillendiren bir ozandır. “Merhaba” dediğinde bir ülke aydınlanır. Çünkü onun selamı bile sıcacık, gerçek dostluktur. Müziği, Anadolu’nun bütün dağlarında yankılanır. Ege’nin sabah melteminde, Karadeniz’in hırçın dalgalarında, Mezopotamya’nın güneşinde onun ezgileri çalar. “Ey Özgürlük” derken yalnız bir ağıt değil, bütün bir kuşağın kaybolmuş düşlerini mırıldanır.
Sevgili okuyucularım, bildiğiniz gibi, Zülfü Livaneli romanlarında insan olmanın izlerinin en derin halini fark eder, onu yaşar ve içselleştiririz. Zülfü Livaneli’nin romanları, bir yazarın kelimelerle kurduğu en zarif isyanlardan biridir. Örneğin, Serenad, Kardeşimin Hikâyesi, Leyla’nın Evi, Huzursuzluk, Elia ile Yolculuk... Her biri yalnızca bir hikâye değil, insanlığın birer aynasıdır.
Serenad’ta bir aşkın, bir sürgünün ve tarihin yürek burkan şarkısı yankılanır; geçmişin acılarıyla bugünün insanı nasıl yoğrulur, onu gösterir. Leyla’nın Evi yitip giden İstanbul’un izinde, hem sınıfları hem de vicdanları sorgular. Huzursuzluk ise göçün, savaşın ve kimliğin parçalanmışlığını sözlere döker, ama hiçbir zaman umudu bırakmaz elinden.
Livaneli’nin kitapları, okuyana sadece bilgi değil, çok da derin bir duygu katıyor. Coğrafyanın kader olup olmadığını düşündürtüyor ve adaletin, aşkın, özlemin, direncin ne olduğunu kalbe dokunarak anlatıyor. Tarih ile bugünü, müzik ile sözcükleri ve acı ile umut arasında kurduğu zarif köprüde yürürken, biz de biraz daha “insan” oluyoruz. Bu romanlar, sadece okunmaz, adeta yaşanır. İçimize işler, bizi değiştirir. Ve sonra da, içimizde başka, bambaşka pencereler açtırdığını fark eder, hayat yolumuza öyle devam ederiz...
Politikaya girdiğinde de tavrı, üslubu, yapmak istedikleri değişmemiştir. O, politikayı bir savaş alanı değil; insanın onurunu savunduğu bir kürsü olarak görmüştür. Suskun kalmak ihanettir dercesine, baskılara rağmen konuşmuş, haksızlığa rağmen yürümüş, tehditlere rağmen yazmıştır. Sürgünde yaşarken bile vatanına mektuplar yazmış, uğradığı haksızlıklar karşısında bile başını hiç eğmemiştir. Ayrıca, ne alkışla büyüdü, ne yergiyle küçüldü. Daima onur duyduğumuz, duru, derin, dingin bir sanatçımızdır o…
Zülfü Livaneli’yi anlatmak sadece bir sanatçıyı anlatmak değildir. O, bir tavırdır. Hayata karşı dik duruşun, insan kalma ısrarının adıdır. Onu tanıyanlardan Yazar Elif Şafak: “Livaneli’nin kelimeleri, kalbimizin haritasını çizen pusuladır.” Gazeteci Uğur Mumcu (anısına saygıyla) ise “Karanlığa karşı bir notaydı o, her sesiyle aydınlık çağırdı.”demişlerdir.
Önüne taşlar, kayalar konsa da; Zülfü Livaneli, bir nehir gibi şırıl şırıl akıyor ve yıllar geçse de akmaya devam edecektir. Çünkü o ne sadece bir sanatçı, ne sadece bir yazar, ne de sadece bir siyasetçi. O, insanlığın iç sesi. Ve bu sese, bizler kulak verelim ya da vermeyelim, konuşmaya devam ediyor olacak… Ve her Livaneli türküsünü duyduğumuzda veya mırıldandığımızda, dünya bir anlığına susacak. Ve o anda, insanlık denen o kırılgan mucize, yeniden hatırlanacak… Çok değerli sanatçımıza sevgi ve saygıyla…
NURAY ÖNGEÇ