0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
268
Okunma

Bölüm 10: Kadim Sırlar (İnsan-Kentaura Konuşması)
Alpha Genesis’in analiz odası, kristal duvarların biyolüminesans parıltısıyla yıkanıyordu. Mağaranın derinliklerinden gelen hafif bir vızıltı, Chironis’in nabzı gibiydi. On Kentaura savaşçı, bağlarından kurtulmuş, odanın ortasında ayakta duruyordu. Auren, genç ve meraklı, kristal boynuzlarıyla ışığı yansıtıyordu. Lumisara, kabilenin bilge lideri, dört bacaklı bedenini zarifçe taşıyor, mor biyolüminesans çizgileri sakin bir ritimle yanıp sönüyordu. İnsanlar Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene onların karşısında, hem hayret hem tedirginlik içindeydi.
R-17 Zahira’nın fedakarlığı, mağarayı bir mezar sessizliğine gömmüştü. Kristal zemindeki yağ lekeleri ve kırık mızraklar, az önceki baskının izlerini taşıyordu. Ama artık savaş bitmişti. Al-Hakim, yörüngedeki Nova Spes’ten dört günlük kuantum analizin sonucunu bildirmişti: Kentaura’ların telepatik dili çözülmüştü. EEG cihazı, Auren’in beyninden dalgaları okumuştu; TMS ve DBS, Al-Hakim’in çevirdiği insan konuşmasını manyetik ve elektriksel uyarılarla Kentaura zihnine aktarıyordu. İlk kez, iki tür birbirini anlamaya hazırdı.
Sam, Auren’in gözlerine bakarak derin bir nefes aldı. Odadaki kristal damarlar, sanki konuşmayı bekliyormuşçasına hafifçe parladı.
“Bizi duyuyor musunuz?” Sam’in sesi, sakin ama kararlıydı. Al-Hakim, cümleyi telepatik bir sinyale çevirdi; TMS, Auren’in beynine bir melodi gibi aktardı.
Auren’in boynuzları titreşti, mor çizgileri bir an hızlandı. Telepatik sinyali, Al-Hakim’in çevirisiyle odada yankılandı: “Gökten gelenler… kristallerimizi niye alıyorsunuz?”
Esma, öne bir adım attı, gözleri merakla parlıyordu. “Biz bir yuva kuruyoruz, Auren. Burası… Alpha Genesis. Siz Kentaura’sınız, değil mi?”
Lumisara, ağır bir hareketle öne çıktı, biyolüminesans çizgileri mavi bir sakinliğe döndü. “Biz Chironis’in çocuklarıyız. Kristaller, bizim nabzımız. Siz… Sol’dan gelenlersiniz.”
Musa, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Sol mu? Güneş sistemimizi biliyor musunuz?”
Auren’in sinyali, bir an için bulanıklaştı, sanki bir anıyı çağırıyordu. “Sol d… uzak bir ışık. Atalarımız, sizin gökyüzünüzü gördü. Binlerce yıl önce.”
Sam’in kalbi hızlandı. “Binlerce yıl mı? Siz… insanlarla mı karşılaştınız?”
Lumisara’nın telepatik sinyali, kristal bir şarkı gibi yükseldi, ama içinde bir ağırlık vardı. “Evet, gökten gelenler. Atalarımız, sizin türünüzü izledi. Gençtiniz, meraklıydınız… ama evren, tehlikelerle dolu.”
Luluva, tabletini sıkıca tutuyordu, sesi titredi. “Tehlikeler mi? Ne demek istiyorsunuz? Ve neden bizi tanıyorsunuz?”
Auren, Lumisara’ya baktı, sanki izin istiyordu. Lumisara’nın çizgileri bir an kırmızıya çaldı, ama sonra maviye döndü. “Kadim bir hikaye… Chiron’un sırrı. Anlatmamız gerek.”
Odada bir sessizlik çöktü. Kristal duvarlar, sanki hikayeyi dinlemek için nabızlarını yavaşlattı. Lumisara’nın sinyali, Al-Hakim’in çevirisiyle derinleşti: “Binlerce yıl önce, bilge liderimiz Chiron, yıldızları taradı. Sol d’de, sizin dünyanızda, bir tür gördü—insanlık. Henüz taşlarla ateş yakıyordunuz, ama Chiron, potansiyelinizi hissetti. Yıldızlara ulaşacağınızı bildi.”
Esma’nın gözleri faltaşı gibi açıldı. “Bizi… izlediniz mi? Neden?”
Auren’in sinyali, bir an için coşkulu bir mora döndü. “Chiron, evrenin birliğini savundu. Paylaşımı, öğrenmeyi. Sizinle bilgi tohumları ekmek istedi. Ama evren… karanlık bir orman.”
Musa, kaşlarını çattı, zihninde bir teori şekilleniyordu. “Karanlık orman mı? Yani… diğer medeniyetler, bir tehdit mi?”
Lumisara’nın çizgileri kırmızıya kaydı, sinyali sertleşti. “Evet. Evren, avcılarla dolu. Bir tür, kendini açığa vurursa, yok edilir. Chiron, sizi korumak istedi.”
Sam, ellerini masaya koydu, sesi keskinleşti. “Bizi nasıl korudunuz? Ve bu bilgi tohumları neydi?”
Lumisara, bir an duraksadı, sonra sinyali devam etti: “Chiron, Sol d’ye bir keşif gemisi gönderdi, Aurora. MÖ 3000’de, sizin Giza’nıza ulaştılar. İnsanlar, onları tanrılar sandı. Bilgi tohumları ektiler—tarım, yıldız haritaları, yaşamın sırları. Giza’nın altına, bir arşiv bıraktılar, geleceğinize rehber olsun diye.”
Luluva’nın nefesi kesildi. “Giza mı? Piramitlerin altında… bir Kentaura arşivi mi var?”
Auren’in sinyali, bir an için nostaljik bir maviye döndü. “Evet. Piramitler, arşivi korumak için inşa edildi. İnsanlar, yıldız haritalarımızı taşlara kazıdı. Ama Aurora… geri dönmedi.”
Esma, zihninde parçalar birleşiyordu. “Yani… Antik Mısır, sizin izlerinizi taşıyor? Tanrılar dedikleri… Kentaura’lar mıydı?”
Lumisara’nın sinyali ağırlaştı, bir keder tonu taşıyordu. “Evet. Ama hepsi paylaşım değildi. Chiron’un idealleri, Ixion tarafından sınandı. O, arşivi ele geçirmek, insanlığı kontrol etmek istedi. Chiron, ona engel oldu.”
Musa, sandalyesinde öne eğildi. “Ixion kimdi? Ve bu koruma… başka ne yaptınız?”
Auren’in boynuzları titreşti, sinyali keskinleşti. “Chiron, karanlık ormandan saklanmanız için bir kalkan kurdu. Sol d’nin ötesine, Oort Bulutu’na, bir Jammer yerleştirdi. Yapay sinyallerinizi bozuyor, evren sizi göremiyor.”
Sam’in yüzü soldu, gerçek yavaşça zihnine sızıyordu. “Bir saniye… Dünya ile iletişim kuramıyoruz. Yıllardır sinyallerimiz kayboluyor. Bu… sizin yüzünüzden mi?”
Lumisara’nın çizgileri maviye döndü, sakin ama kararlıydı. “Evet. Jammer, doğal sinyalleri geçiriyor—rüzgar, yıldız ışığı. Ama yapay sinyaller… sessiz kalıyor. Sizi avcılardan koruyor.”
Luluva, tabletini bıraktı, sesi öfkeyle titredi. “Koruma mı? Bizi izole ettiniz! Kendi türümüzle bağımız koptu!”
Auren, öne bir adım attı, sinyali yalvarır gibiydi. “Chiron, sizi sevdi. Yıldızlara hazır olana kadar saklanmanızı istedi. Ama Ixion… o, kalkanı kendi hırsları için kullanmak istedi.”
Esma, kristal duvara dokundu, zihninde bir görüntü belirdi—piramitler, yıldızlar, kadim bir gemi. “Peki bu arşiv… hala orada mı? Giza’da?”
Lumisara’nın sinyali, bir an için parlak bir mora dönüştü. “Evet. Chiron, koordinatları bir kristale sakladı. Ama Ixion’un soyu… Toliman’da yaşıyor. Onlar, arşivi bulmanızı istemez.”
Sam, ekibine döndü, gözlerinde kararlılık vardı. “O zaman bu sırrı çözmeliyiz. Giza’daki arşiv, bizim geçmişimiz… ve belki geleceğimiz.”
Auren’in sinyali, umutla titreşti. “Birlikte bulabiliriz, gökten gelenler. Chiron’un rüyası… paylaşmaktı.”
Odada kristal damarlar bir an için daha parlak yanıp söndü, sanki Chironis konuşmayı kutsuyordu. Ama Sam’in zihninde bir gölge belirdi—Ixion’un soyu, Toliman’da bekliyordu. Ve R-17 Zahira’nın son sözleri, “Koruma… tamamlanacak,” hala yankılanıyordu.
Bölüm 11: Kadim Yankılar
Alpha Genesis’in analiz odası, kristal damarların biyolüminesans ışıklarıyla titreşiyordu. Chironis’in derinliklerinden gelen hafif bir vızıltı, mağaranın canlılığını hissettiriyordu. Kentaura’lar—Auren, Elaris, Thalira, Xyra, Virelia, Solena, Elythia, Zephora ve Lumisara—odanın ortasında duruyordu; dört bacaklı bedenleri, mor ve mavi çizgilerle parlıyordu. İnsanlar Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene onların karşısında, hayranlık ve şaşkınlık içindeydi. Al-Hakim’in EEG, TMS ve DBS cihazlarıyla kurduğu çeviri sistemi, telepatik sinyalleri insan konuşmasına, insan sözlerini ise Kentaura zihinlerine aktarıyordu. R-17 Zahira’nın fedakarlığından bir gün geçmişti; kristal zemindeki yağ lekeleri ve mızrak izleri, o kaotik baskını hatırlatıyordu.
Sam, Auren’in kristal boynuzlarına yansıyan ışığı izleyerek söze başladı. “Bizi tanıyorsunuz, değil mi? Binlerce yıl önceki bir temastan bahsettiniz. Bu… nasıl bir hikaye?”
Lumisara’nın biyolüminesans çizgileri sakin bir maviye döndü, sinyali Al-Hakim’in çevirisiyle odada yankılandı. “Chiron’un sırrı… Atalarımız, sizin dünyanıza, Sol d’ye gitti. Giza’ya, Thessaly’ye… İnsanlar, onları tanrılar sandı. Efsanelerinizde ‘Kentaur’ dediniz.”
Esma’nın gözleri parladı, zihninde bir anı canlandı. “Kentaur mu? Yunan mitolojisindeki yarı insan, yarı at varlıklar? Siz… onlarmışsınız?”
Auren’in çizgileri bir an mora çaldı, telepatik sinyali neşeli bir tını taşıyordu. “Evet, gökten gelenler! Ama efsaneleriniz… çok komik olmuş. İçki içmek, kadın kaçırmak, et yemek? Biz öyle değiliz!”
Musa kahkaha attı, sandalyesinde öne eğildi. “Haklısın, Auren! Mitolojide Kentaur’lar vahşiydi—şarap düşkünü, kavgacı. Ama siz… bilge ve zarifsiniz.”
Lumisara’nın sinyali ciddileşti, maviden hafif kırmızıya kaydı. “Zaman, hikayeleri değiştirdi. İnsanlar, gördüklerini masallaştırdı. Ama Chiron ve Ixion gerçekti. Chiron, bilge liderimizdi—paylaşımı, birliği savundu. Ixion… asiydi, hırslıydı. Sizinle teması o bozmak istedi.”
Luluva, tabletini sıkıca tuttu, sesi merakla titredi. “Chiron ve Ixion… Efsanelerde de varlar! Chiron, bilge bir öğretmen; Ixion, cezalandırılmış bir asi. Yani… mitolojimiz, sizin tarihinizden mi doğdu?”
Auren’in boynuzları titreşti, sinyali coşkulu bir mora dönüştü. “Evet! Chiron, Sol d’ye bilgi tohumları ekti. Thessaly’de, Giza’da… İnsanlar, gemilerimizi gördü, bizi ‘tanrılar’ sandı. Ama zamanla, hikayeler çarpıldı.”
Sam’in kaşları kalktı, zihninde bir soru belirdi. “Bilgi tohumları mı? Ne yaptınız bizim dünyamızda?”
Lumisara’nın çizgileri bir an soldu, sinyali kederli bir tona büründü. “Chiron, sizin potansiyelinizi gördü. MÖ 3000’de, Aurora gemisi Giza’ya indi. Tarım, yıldız haritaları, yaşamın sırlarını öğrettiler. İnsanlar, onları tanrılar sandı—gemilerimizi ‘gök arabaları’ diye adlandırdılar.”
Esma, nefesini tuttu, sesi hayretle yükseldi. “Giza mı? Yani… piramitler? Onlar sizin izlerinizi mi taşıyor?”
Auren’in sinyali, nostaljik bir maviye döndü. “Evet. Aurora, Giza’nın altına bir arşiv bıraktı—holografik silindirler, yıldız haritaları, bilgiler… Sizin geleceğinize rehber olsun diye. Piramitler, o arşivi korumak için yükseldi.”
Luluva’nın nefesi kesildi, tabletini masaya koydu. “Piramitlerin altında… bir Kentaura arşivi mi var? Bu… inanılmaz!”
Sam, ellerini masaya dayadı, sesi kararlıydı. “O arşivi görmek istiyoruz. Geçmişimizi, sizinle bağımızı anlamak istiyoruz. Bu mümkün mü?”
Lumisara’nın sinyali ağırlaştı, bir keder tınısı taşıyordu. “Sol d, 4 ışık yılı uzaklıkta. Sizin geminizle… imkansız değil, ama çok uzun. Bizim daha kısa yollarımız var, ama sizinle henüz paylaşmadık.”
Musa öne eğildi, gözleri parladı. “Kısa yollar mı? Teknolojinizden mi bahsediyorsunuz?”
Auren’in sinyali canlandı, kristal bir şarkı gibi yükseldi. “Belki… ama bu, Chiron’un rüyasına bağlı. Paylaşmak, güven ister.”
Sam, ekibine döndü, sesi düşünceliydi. “Güven… R-17 Zahira sizi öldürmedi, Auren. Biz de size güvenmek istiyoruz. Ama bu sırları anlamalıyız.”
Lumisara’nın çizgileri maviye döndü, sinyali sakin ama kararlıydı. “Chiron, birliği savundu. Size anlatmaya devam edeceğiz. Ama Sol d’ye gitmek… zaman alır.”
Odada kristal damarlar bir an için daha parlak parladı, sanki Chironis bu buluşmayı kutsuyordu. Ama Sam’in zihninde bir soru yankılanıyordu: Kentaura’lar, bu kadarını anlattıysa, daha neler saklıyordu?
Bölüm 12: Paylaşımın Bedeli
Alpha Genesis’in kristal mağarası, Chironis’in biyolüminesans nabzıyla titreşiyordu. Rigil Kentaurus ve Toliman’ın mor-altın ışıkları, mağara girişinden süzülerek R-17 Zahira’nın soluk yağ lekelerini ve kırık mızrak izlerini aydınlatıyordu. Analiz odası, insanlarla Kentaura’lar arasında bir ittifak sahnesine dönüşmüştü. Auren’in mor çizgileri meraklı bir ritimle yanıp sönüyor, Lumisara’nın mavi ışıkları bilge bir sakinlik yayıyordu. Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene kristal masanın etrafında toplanmıştı. Al-Hakim’in EEG, TMS ve DBS cihazları, telepatik sinyalleri ve insan konuşmasını kusursuzca çeviriyordu.
Kentaura’ların kadim teması—Chiron, Ixion, Giza’daki arşiv—insanlarda bir amaç uyandırmıştı: Sol d’deki geçmişlerini bulmak. Ama 800 yıllık yolculuk, Nova Spes’in sınırlarını aşıyordu. Sam, Kentaura’ların bir çözüm sakladığını hissediyordu, ama ne kadarını paylaşacaklardı?
Sam, Auren’in kristal boynuzlarına bakarak söze başladı. “Lumisara, Giza’daki arşivi anlattınız. Oraya ulaşmalıyız—geçmişimizi anlamak için. Bir yolunuz olduğunu söylediniz. Ne kadarını paylaşacaksınız?”
Lumisara’nın biyolüminesans çizgileri bir an soldu, sonra kararlı bir maviye döndü. “Chironis’in yolları, yıldızları yakınlaştırır. Ama paylaşım… bedel ister.”
Esma, kaşlarını çatarak öne eğildi. “Bedel mi? R-17 Zahira canınızı bağışladı, Lumisara. Size zarar vermedik. Daha ne istiyorsunuz?”
Auren’in çizgileri parlak bir mora dönüştü, sinyali coşkulu ama temkinliydi. “Chiron’un rüyası, birleşmekti. Ama biz de yaşam arıyoruz—sizin genetik sırlarınızı.”
Musa, sandalyesinde kıpırdandı, sesi meraklıydı. “Genetik sırlar mı? Ne tür bir teknoloji istiyorsunuz?”
Lumisara’nın sinyali ciddileşti, kristal bir melodi gibi yükseldi. “Ömrü uzatan bilginiz… Telomer tedavisi, NAD+ takviyeleri, sirtuin aktivasyonu. Çocuklarımız kısa yaşıyor—gençleşmek istiyoruz.”
Luluva’nın nefesi kesildi, tabletini masaya koydu. “Uzun ömür mü? Ama… bizde öyle bir teknoloji yok! Hibernasyonla buraya geldik, ama gençleşme tedavisi geliştirmedik.”
Sam’in yüzü gerildi, Lumisara’ya döndü. “Sizde yoksa, bizde olduğunu nereden çıkardınız?”
Auren’in boynuzları titreşti, sinyali bir an bulanıklaştı. “Geminiz… Nova Spes. Eski kolonistlerin bilgisi, genetik arşivler taşımıyor mu? Proxima Genesis kolonisleri genetik arşiv olmadan hayatta kalamazlar değil mi?”
Esma’nın gözleri parladı, zihninde bir fikir belirdi. “Haklı olabilirler, Sam! Nova Spes’in kütüphanesinde eski veriler var. Proxima’da Biyosfer 2 inşaa edildi. 1000 tür hayata döndürüldü. Dünya’nın ve Mars’ın genetik verileriyle geldik…”
Musa, hızla bir terminale koştu, parmakları ekranlarda dans etti. “Kontrol ediyorum… Koloni arşivleri, genetik bölümü…” Ekranlar veriyle doldu. Dakikalar sonra, Musa’nın sesi yükseldi. “DNA dizgi makinesi? Yapay rahim şemaları? Bu… Tur Dağı verileri! Ve daha fazlası!” Duraksadı, gözleri ekranda dondu. “Bir saniye… Buldum! Telomer uzatma teknikleri, NAD+ protokolleri, sirtuin düzenlemeleri… Fakat eksik, ömrü uzatma teknolojisine ulaşmaları henüz tamamlanmamış. ”
Luluva, ekrana yaklaştı, kaşları çatık. “Tur Dağı mı? Dünya’daki biyoteknoloji merkezi… 900 yıl önce…”
Musa, başını salladı, sesi hayretle titredi. “Evet. Tur Dağı Biyoteknoloji Merkezi… 8.4 milyon türün DNA’sını haritalamışlar. Soyu tükenenleri geri getirmek için DNA dizgi makinesi geliştirmişler—moleküler sentezleyiciler, litografi teknikleri… DNA’yı bir çip gibi diziyorlar. Mars Terminus, bu verileri minyatürleştirip robot annelerin içinde Proxima’ya taşımış.”
Sam, nefesini tuttu, ekibine döndü. “Yani… Nova Spes, Dünya’nın tüm yaşam şifrelerini mi taşıyor?”
Esma, mırıldandı, sesi uzak bir anıya dalmıştı. “Tur Dağı… Soyu tükenen canlıların hayatı orada yeniden yazılmış.”
Lumisara’nın sinyali bir an parladı, maviden mora kaydı. “Hayat… Chiron, Sol d’ye böyle tohumlar ekti. Belki izlerimiz, sizin dağınızda da var.”
Aylin, kollarını kavuşturdu, sesi şüpheliydi. “Bu veriler… inanılmaz. Ama neden uzun ömür istiyorsunuz? Kristalleriniz, doğayla uyumunuz… yetmiyor mu?”
Lumisara’nın sinyali kederli bir tona büründü, boynuzları hafifçe eğildi. “Chironis soluyor. Kristallerimiz zayıflıyor, çocuklarımız erken ölüyor. Doğa, bize hayat verdi, ama artık yetmiyor. Gençleşmek, türümüzü kurtarabilir.”
Esma, Lumisara’nın sözlerini duyunca duraksadı, sesi yumuşadı. “Doğayla uyum… Siz bunu yaşıyorsunuz. Biz unuttuk. Belki bu, hepimize öğretir.”
Sam, Lumisara’ya döndü, sesi temkinliydi. “Bu arşivi paylaşmak… büyük bir adım. Nerede çalışacağız? Nova Spes’in laboratuvarları sınırlı.”
Auren’in çizgileri coşkulu bir mora kaydı. “Kristal Kuleler’de! Şehrimiz, Chironis’in kalbi. Doğa ve teknoloji orada dans eder. Sizin bilginizi kristal enerjiyle işleyebiliriz.”
Luluva, tereddütle konuştu. “Kristal Kuleler mi? Oraya nasıl gideriz? Ve bu veriler… güvenli mi?”
Lumisara’nın sinyali sakin bir maviye döndü. “Chironis’in yolları canlıdır. Size rehber oluruz. Kuleler, biyolüminesans enerjiyle çalışır—organik, doğayla bir. Sizinle, yaşamı yeniden inşa edebiliriz.”
Sam, derin bir nefes aldı, ekibine baktı. “Tur Dağı’nın verileri… DNA dizgi makinesi, telomer teorileri… Eğer paylaşırsak, ne vereceksiniz? Giza’ya yolu mu?”
Lumisara’nın sinyali, parlak bir maviye dönüştü. “Evet, gökten gelenler. Chiron’un rüyası, birleşmekti. Bilginizi paylaşın, size yol göstereceğiz—ama önce, yaşamı kurtaralım.”
Musa, gülümseyerek terminalden ayrıldı. “Bu, bir ortaklık. Al-Hakim, arşivi hazırla—her şeyi Kuleler’e aktaracağız.”
Al-Hakim’in sesi yankılandı: “Genetik arşiv hazırlanıyor. Kristal Kuleler’e veri aktarımı için koordinatlar bekleniyor.”
Auren, dört bacaklı bedenini hafifçe oynattı, sinyali neşeliydi. “Sizi Kuleler’e götüreceğiz—Chironis’in çocuklarıyla! Hazır mısınız?”
Sam, gülümsedi, ama zihninde bir soru yankılanıyordu. “Paylaşımın bedeli… sadece bilgi mi olacak?”
...
Mağaradan çıktıklarında, Chironis’in kristal ormanları nefes kesiciydi. Biolüminesans bitkiler, çift yıldızın mor-altın ışığında dalgalanıyordu, kristal ağaçlar hafif bir melodiyle titreşiyordu. Auren ve birkaç Kentaura, ormanın derinliklerine daldı. Kısa süre sonra, garip bir ses yankılandı—hızlı adımlar, tüylerin hışırtısı. On deve kuşu benzeri yaratık, ormandan fırladı. Uzun bacakları kristal zeminde dans ediyor, parlak mavi-yeşil tüyleri yıldız ışığını yansıtıyordu. Her biri, bir Kentaura kadar çevikti, sırtlarında organik eyerler taşıyordu.
Auren, bir yaratığın yanına yaklaştı, sinyali coşkulu bir mora döndü. “Bunlar Lyrion’lar! Chironis’in hızlı çocukları. Kuleler’e onlarla gideriz!”
Esma, bir Lyrion’a dokundu, tüylerin yumuşaklığını hissetti. “İnanılmaz… Sanki rüzgarla yarışıyorlar.”
Musa, eyere bakarak sırıttı. “Robot atlar yerine bunlar mı? Bence kazanırız!”
Luluva, tereddütle bir Lyrion’a yaklaştı. “Emin misiniz? Bu… güvenli mi?”
Lumisara, kendi Lyrion’una binerken sinyali sakin bir maviye döndü. “Lyrion’lar, Chironis’in parçası. Bize güvenin—doğa, yol gösterir.”
Sam, bir Lyrion’un eyerine yerleşti, elleri tüylerde gezindi. “Hadi gidelim. Kristal Kuleler bizi bekliyor.”
Lyrion’lar, bir anda harekete geçti. Kristal orman, mavi-yeşil tüylerin rüzgarıyla dalgalandı. Ağaçların arasından geçerken, biyolüminesans bitkiler nabız gibi parladı, sanki Chironis onları selamlıyordu. Ufukta, Kristal Kuleler belirdi: Organik-metal kavisler, dallanan ağaçlar gibi göğe uzanıyordu. Her kulenin yüzeyi, mor ve mavi nabızlarla canlıydı, Chironis’in kalbi gibi atıyordu.
Laboratuvar, en yüksek kulenin göbeğindeydi. Kristal duvarlar, biyolüminesans enerjiyle titreşiyor, organik konsollar veri akışını yönlendiriyordu. Nova Spes’in arşivi—DNA dizgi makinesi şemaları, 8.4 milyon türün DNA’sı, telomer teorileri—kristal ekranlara aktarılıyordu. Musa, bir konsola dokundu, sesi hayretle yükseldi. “Bu… doğanın kendisi. Bizim laboratuvarlarımız bunun yanında taş devri.”
Luluva, genetik arşivi yüklerken kaşlarını çattı. “Ham telomer verileri, NAD+ teorileri… DNA dizgi makinesi? Riskli, Musa. Yan etkiler ne olacak?”
Lumisara, kristal bir konsolun başında durdu, sinyali sakin bir maviye döndü. “Risk, yaşamın parçası. Chiron, Sol d’de risk aldı—biz de alacağız.”
Sam, laboratuvara bakarken mırıldandı. “Tur Dağı… Orada hayatı inşa ettiler. Belki izleriniz, bizim dağımızda da var.”
Auren’in sinyali merakla parladı. “Dağ mı? Anlat, gökten gelen!”
Esma gülümsedi, gözleri kristal ekranlarda. “Bir gün, Auren. Ama önce… hayatı yeniden dizelim.”
DEVAM EDECEK...