Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
Sinemozdemr
Sinemozdemr

Kalbin Denizine Dokunmak

Yorum

Kalbin Denizine Dokunmak

( 2 kişi )

0

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

169

Okunma

Kalbin Denizine Dokunmak

Güneşin sıcaklığını hissedebildiğim bir ilkbahar sabahı... Kedimin üzerime atlamasıyla uyandım. Mutfaktan gelen nefis krep kokusunun tadını hissedebiliyordum. Güneş ışığı yüzüme vuruyordu. Güneşi gerçekte hiç görmedim ama müthiş bir şekilde hayal gücüm vardı, her şeyi hayal ederek kafamda belirli simge oluşturuyordum. Gerçi doğuştan beri, dünyaya gözlerimi açtığımdan beri karanlıktayım ama olsun hissedebiliyorum. Yataktan kalktım mutfağın yolunu tuttum; ocağın çıkardığı çıt çıt sesi, çatal bıçağın sesinden annemin kahvaltıyı hazırladığını anladım.
“Günaydın anneciğim, saat kaç?”
“Günaydın Deren, saat ona çeyrek var.”
Kısa sürede, evin neşesi başka bir canlıyla daha taçlandı: Erkek kardeşim Mirza, 11 yaşında, annemin anlattığına göre kumral teni ve kahverengi gözleriyle dışarıdan sıcakkanlı, fakat bir o kadar da meraklı bir çocuktu. Atlet giymekten iğrenirdi; bu alışılmadık huyu, onun asi ruhunun minik bir yansıması gibiydi. Koşarak yanıma gelip beni sımsıkı kucakladı:
“Günaydın abla!”
“Günaydın, ne yapıyorsun bakalım?”
“Kedimiz Eşref’e mama verdim, uyandığını görünce de yanına geldim. Abla bu arada bir şey diyeceğim, keşfe ne zaman çıkacağız?”
Tamamen unutmuştum, Mirza’ya denizi keşfe çıkacağımıza dair söz vermiştim. Yüzünü avucumun arasına aldım.
“Belki yarın.”
Üzüldüğünü hissettim.
“Seni sıkıştırmak istemiyorum ablacığım, ama bugün gitmek istiyorum.”
Hâlâ ne cevap vereceğimi düşünüyordum. Resim çalışmaları yapmam gerekti. Görmüyorum diye, hissetmiyor değildim. Söylediğim gibi, görmüyorum ama hayal edip kağıtlara döküyordum. Doğuştan beri böyleyim, ama hep böyle kalacağım diye bir şey mi var? Bunları düşünürken annem araya girdi.
“Oğlum hafta sonu zaten okulun bugün ve yarın yok. Bence bugün ablanla beraber vakit geçir. Yarın da hem yürüyüşe gidersiniz, hem de denize gider keşif yaparsınız.”
Mirza’nın kafasına yatmış gibiydi “peki” demekle yetindi.
Kahvaltı yapmaya başladık, krepe çilek reçeli sürüp yemeyi çok seviyordum. Aslında genel olarak boğazım biraz pisti. Her şeyi karıştırıp yerdim aramızda kalsın, pekmezli yumurtayı keşfettim harika bir şey. Yemek ayırt etmezdim, her yemeği ayrı bir zevk alarak yerdim. Annem ve Mirza ile sohbet ettik. Güldük eğlendik, anneme sofrayı toplamaya yardım ettim. İşte şimdi beni bu hayatta en mutlu eden şeyi yapmaya gidiyordum. Kedimi kucağıma alıp ucu bucağı olmayan hayaller kurmak için odama gittim. Eşref yatağımın üzerinde yatıyordu elimle yatağın neresinde yattığını kontrol ettim, kucağıma alıp sevmeye başladım bir de düşünmeye. Fazla mı düşünüyordum acaba? Düşünmeden de yaşayamazdım ki. Hayallerim olmadan, görmesem bile hissetmeden, ufacık şeylerden mutluluk ve huzur bulmadan yaşayamazdım. Çocuk parklarını düşündüm on yedi yaşındaydım, çocuk olacak yaşı geçmiştim. Ama içimde hâlâ kıpır kıpır bir çocuk vardı. Bazen parka gider çocuk seslerini dinlerdim, salıncak sırası bekleyen çocukların heveslerini ve sabırsızlıklarını bedenimde hissedebiliyordum. Oyun oynamaya kendini kaptırmış, koşuşturmaktan sırtından ter boşalan çocuğun kalp atışlarını duyabiliyordum. Çocuğunun başına bir şey gelecek diye sürekli çocuğunu izleyen bir annenin de telaşını hissediyordum. Bunları düşününce istemsiz gülümsedim. Birdenbire deniz kokusu esti burnumda, bu kokuyu duyunca içimi kaplayan o müthiş huzuru size tarif edemem.
Bazen, hayallerim olmasa nasıl bir dünyada yaşardım diye düşünüyorum. Görmüyorum, evet, ama bu dünyayı hissetmeme engel değil. Belki de hayal gücüm olmasaydı, insanlar bana gerçekten eksik biri gibi davranabilirdi. Ama ben öyle değilim. Ben denizin rengini bilmiyorum ama kokusunu içime çekebiliyorum. Gökyüzünü görmüyorum ama rüzgârın hafifçe yüzümü okşadığını hissedebiliyorum. Eşref’i yavaşça yatağıma bıraktım ve masama yöneldim. Kağıtlarımı elime aldım. Bugün aklımda harika bir fikir vardı. Bir park çizecektim, ama sıradan bir park değil. Denizin altında bir park! Balıklar için salıncaklar, yosunlardan kaydıraklar, dev istiridyelerden oluşan oturma bankları… Hatta belki, yaşlı bir balığın bastonuyla gelip torununu oynattığı bir sahne bile ekleyebilirim. Elime kalemimi aldım, hayal ettiğim her şeyi kağıda dökmeye başladım. Çizgiler belirginleştikçe, içimde tuhaf bir huzur oluşuyordu. Görmüyordum ama her çizgiyi, her şekli hissediyordum.
Saatler geçtiğini fark etmemiştim. Mirza’nın kapıyı tıklatmasıyla irkildim.
“Abla, hâlâ çizim mi yapıyorsun?”
“Evet, ama bitmek üzere.”
“Ne çizdin?”
Gülümsedim. “Denizin altında bir park.”
“Balıklar için mi?”
“Evet! Ama sadece balıklar değil, denizde yaşayan herkes için.”
Mirza yanımda dikilip sessizce bekledi. Sonra hafif bir sesle sordu:
“Abla… Sence hayal etmek, görmekten daha mı güzel?”
Bu soru beni bir an için duraksattı. Kalemi elimden bıraktım ve ona döndüm.
“Bence her ikisi de farklı ama eşit derecede güzel. Sen denizi gözlerinle görüyorsun ama ben onu başka türlü görüyorum. Sesini, kokusunu, dalgaların ritmini hissediyorum. Hayal ettiğim her şey, benim için en az gerçek kadar değerli.”
Mirza derin bir nefes aldı. “Bazen düşünüyorum da… Acaba gözlerimizi kapatsak ve sadece hissetmeye çalışsak, biz de senin gibi hissedebilir miyiz?”
Gülümsedim, elimi omzuna koydum. “Bence deneyebilirsin. Yarın deniz kıyısına gittiğimizde, gözlerini kapat ve sadece hisset. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksın.”
Mirza bu fikri beğenmiş gibiydi. “Tamam, söz veriyorum deneyeceğim!”
O an içimde bir sıcaklık hissettim. Belki de Mirza, dünyaya biraz da benim gözlerimden bakmaya çalışıyordu. Ve bu düşünce beni tarifsiz bir şekilde mutlu etti. Akşam yemeğimizi yedik, babamla sohbet ettim, banyo yaptım ve uyudum yarın bana en iyi gelen yere, denize gidecektim.


Alarmın sesiyle uyandım, elimi yüzümü yıkadım. Yine seslerden anladığım kadarıyla annem kahvaltı hazırlıyordu. Tost ve menemen kokusu alıyordum. Kapı açıldı, ayak sesinden babam olduğunu anladım. Taze ekmek kokusu geliyordu. Anneme ekmeği verdi sanırım.
“Mirza uyanmadı mı Aysel?” diye sordu.
“Yok uyanmadı.” Sonra birinin bana yaklaştığını hissettim.
“Günaydın kızım, nasılsın?”
“Günaydın baba, iyiyim bir sıkıntım yok sen nasılsın?”
“Bende iyiyim yavrum. Hadi git kardeşini uyandır.”
Ayağa kalktım ve Mirza’yı uyandırmaya gittim. Nefes sesi geliyordu.
“Uyannnnnnnn! Keşfe gideceğiz.”
Gözünü açtığını hissedebiliyordum.
“Yaşasın! Bugün keşife gidiyoruz.” Heyecanlıydı.
Kahkaha attım, o mutlu olunca bende mutlu oluyordum. Beraber mutfağa geçtik. Güzelce karnımızı doyurduk, annemi ve babamı öptüm Mirza’yı da alıp evden çıktım. Beraber denize doğru yürüyorduk. Hiç beklemediğim bir anda konuşmaya başladı.
“Abla gerçekten renkleri göremiyor musun?”
Yüzümü ona çevirdim ve cevap verdim.
“Sadece renkleri değil, hiçbir şeyi göremiyorum”
“Peki denizi nasıl bu kadar seviyorsun? Hatta hayvanları ve parkları.”
“Sevmek görmekten ibaret değildir, görmeden de sevebilirsin. Denizin sesi bana huzur veriyor, güneşin sıcaklığı, kedilerin mırıltısı bana mutluluk veriyor.”
“Görmediğin için üzülmüyor musun?”
“Üzülmüyorum, umutsuz da değilim. Sen boşver bunları, yaklaştığımızı hissediyorum.”
“Evet neredeyse geldik.”
Birden bire beni soru yağmuruna tutması şaşırtmıştı. İki üç dakika sonra dalgaların sesini duydum. Mirza’nın yardımıyla kayalıklara oturduk.
“İçine çek.”
“Neyi abla?”
“Denizin kokusunu.”
Deniz benim için sadece bir su kütlesi değil, sonsuz bir hikâye, içimde yankılanan bir melodi, ruhumu saran bir dosttu. O, bana kim olduğumu hissettiren bir aynaydı; bazen fırtınalı ve hırçın, bazen dingin ve huzurluydu. Tıpkı benim gibi… Dalgaların kıyıya vuruşu, kalbimin atışı gibiydi. Onunla birlikte nefes alıyor, onunla birlikte derin düşüncelere dalıyordum. Görmüyordum belki, ama hissettiğim her şey bana bir renk veriyordu. Güneşin sıcaklığını yüzümde, tuzlu kokusunu burnumda, dalgalarının ritmini kalbimde taşıyordum. Ona her gelişimde, içimdeki tüm soruların cevabını buluyordum. Deniz, bana gözlerimin göremediği şeylerin de var olduğunu hatırlatıyordu. O, bana özgürlüğü, umudu ve hayal gücünün sınır tanımadığını öğretiyordu. Mirza kendi kendine keşif yapıyordu.
“Abla neden hiç umutsuz olmadın?”
“Neden umutsuz olayım?”
“Bilmem benim arkadaşlarım mutsuz ve umutsuz hem de her şeyi görebildikleri halde.”
“Ben değilim, çünkü görebiliyorum. Yani gerçekten olmasa da hissederek görüyorum. Bu hissi seviyorum, zaten anlamış değilim neden insanlar bu kadar umutsuz çözemedim. Aslında, mutluluk o kadar da zor bir şey değil. İnsanlar eğer isteselerdi, bir deniz kıyısında bizim gibi mutlu olabilirlerdi. Bazen görmek yetmiyor, hissetmek lazım ve sevmek... Çok sevmek.”
Mirza bir süre sessiz kaldı. Dalgaların sesini dinlediğini hissedebiliyordum. Birkaç dakika sonra hafif bir nefes alıp konuştu:
“Abla, gözlerimi kapattım. Sadece hissetmeye çalışıyorum. Ama…”
Gülümsedim. “Ama ne?”
“Sanki… denizin rengini hayal edemiyorum. Hep mavidir diyorlar ama mavi nasıl bir şey?”
Bu soruya verecek kesin bir cevabım yoktu. Ama önemli olan da bu değildi.
“Denizin rengi, hissettiğin şeydir Mirza. Sen şimdi ne hissediyorsun?”
“Hmm…” Kendi içine döndü. “Ferahlık… Biraz serinlik… Ama aynı zamanda huzurlu bir sıcaklık da var. Sanki rüzgâr saçlarımı okşuyor. Derin ve güçlü ama yumuşak da…”
Gülümsedim. “İşte, senin için deniz bu demek. Belki mavi değildir. Belki senin için başka bir renktir. Ama önemli olan, onu nasıl hissettiğin.”
Mirza başını salladı. “O zaman ben denizi… altın rengi gibi hayal edebilirim. Çünkü ışıl ışıl ve içimi ısıtıyor.”
“İşte bu!” Kahkaha attım. “Senin denizin altın rengi!”
Mirza da güldü. “Peki abla, senin denizin ne renk?”
Bir an duraksadım. Sonra içimde hissettiğim o derin huzuru düşündüm.
“Benim denizim… kocaman bir gökyüzü gibi. Sonsuz ve özgür.”
Mirza düşündü. “O zaman senin denizin gökyüzü rengi, benim denizimse altın rengi…”
“Evet. Çünkü her insanın denizi farklıdır.”
Uzun süre dalgaların sesini dinledik. O an zaman durmuş gibiydi. Gözlerimi kapattım ve rüzgârın saçlarımı okşamasına izin verdim. Denizi gerçekten göremiyordum ama onu her zerremde hissediyordum. Ve belki de, bu dünyada hissetmek, görmekten daha büyülüydü.
Mirza birden heyecanla ayağa kalktı. “Abla, buraya daha sık gelelim, olur mu?”
“Tabii ki.” Elimi uzattım, o da tuttu. “Ne zaman istersek, deniz bizim.”
Ve işte o an, gerçekten özgürdüm, tüm yüreğimle.



Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Kalbin denizine dokunmak Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kalbin denizine dokunmak yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kalbin Denizine Dokunmak yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
Paylaş
YAZI KÜNYE
Tarih:
14.6.2025 12:19:19
Beğeni:
4
Okunma:
169
Yorum:
0
BEĞENENLER
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL