0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
168
Okunma

KISACA HAYVAN HAYATI VE EDEBİYATI
Adına karga denen, bazen de başına hiç gereği yokken kara niteleme sıfatı eklenen (zira kargalar zaten siyah, simsiyah ve siyah beyaz renklerdedirler, başka renge bürünmeleri pek düşünülemez) ilginç hayvanı, hemen hemen her çocuk gibi ilk defa meşhur fabl şairi La Fontaine sayesinde tanıdım. Cenapları diyorum malum La Fontaine de hayvan masallarında kargadan hep Karga Cenapları diye bahseder.
La Fontaine’in ’Karga ile Tilki’ Masalı’nda karga sanıldığı gibi aptal olarak tasvir edilmez. Sadece onun sesinin çirkinliğine rağmen her fırsatta ağzını açıp gaklamasına göndermede bulunulur. Hem kargalar ağızlarındaki cevizi sık sık yere düşürüp kaybetmezler mi? Hele alakargalar...Onlar da meşe palamutlarını ağaçtan toplayıp toprağa gömerler ve orada unuturlar. Böylece yeni ağaçların büyümesine bilmeden vesile olurlar.
Son zamanlarda kargalar hakkında ilginç bir bilgi öğrendim. Buna göre, kargalar kendilerine kötülük yapan bir insanı hiç unutmazlar ve hafızalarına kaydederlermiş. Eğer bu bilgi doğruysa, demek ki dikkatli olmakta oldukça fayda var demektir. Zaten bendeniz şahsen bu muzip kuşların ilginç hallerine günlük hayatımda sıkça tanıklık ediyorum.
Hemen hemen her yerde olduğu gibi, ikamet etmekte olduğum Beykoz’da da çok karga var. Leş Kargası, Ekin Kargası, Ufak Karga, Saksağan ve Kuzgun gibi türlerine her zaman, her yerde rastlamak mümkün.
Geçenlerde yürüyerek Hidiv Kasrı’na inerken pek ilginç ve benim nazarımdan şaşırtıcı bir hadiseye şahit oldum. Bir karga yerde, mahzun bir yüz ifadesiyle hareketsiz yatıyordu. Herhalde yaralanmıştı ve değil uçmak, kımıldayamıyordu bile. Tam ona şöyle yakından bir göz atayım derken, yukarıda bir halka teşkil etmiş olan diğer kargaların onun etrafında daire şeklinde telaşlı bir surette dönendiklerini ve bir yerlerden yardım umarcasına çığlık çığlığa feryat ettiklerini fark ettim. Sanki beni yerde yatan kargaya yaklaştırmak istemez gibiydiler. Kendimi bir an için adeta Alfred Hitchcock’un meşhur korku filmi ’Kuşlar’ın tipik bir sahnesinde gibi hissettim ve kargaların omzumu, başımı falan gagalamalarından endişe ederek hemen oradan uzaklaşıvermeye mecbur oldum. Ne var ki, bu duygulu doğa hadisesi, o kargaların, gökte uçması gerekirken yerde yatan yaralı arkadaşlarına çaresizce yardım etmeye ve yardım çağırmaya çalışmaları gözlerimin önünden hiç gitmiyor.
Edebiyatın elbette hayvanlara dair manzum ve mensur hikayeleri sadece La Fontaine’inkilerle sınırlı değildi. Ondan önce Beydeba vardı. Mevlana’nın Mesnevi’sinde ve Sadi Şirazi’nin meşhur ikilemesi ’Bostan’ ve ’Gülistan’da da hayvan hikayelerine yer verilmişti. Bunlar üzerinden insanların ders ve ibret alması hedefleniyordu. Hepsinde de kişileştirme sanatından faydalanılıyor, hayvanların insani şahsiyet ve vasıflarıyla boy göstermeleri sağlanıyordu.
Çağdaş dünya edebiyatında ’Moby Dick,’ ’Siyah İnci’ ve ’Lassie’ ilk aklıma gelen hayvan hikayeleri. Hele sonuncusu, Lassie ile öylesine özdeşleşildi ki, çocukluğumda hiç unutmam, televizyonda filmi gösterildiğinde sokakta ona benzeyen her köpeği ’Lassie’ diye adlandırmak adet haline gelmişti.
Bir de Rudyard Kipling’in meşhur ’Orman Çocuğu Mogli’ adlı fantastik bir romanı vardı ki, burada ormanda kaybolup kurtlar tarafından yetiştirilen bir çocuğun hayatı üzerinden bir insanlık ve uygarlık dersi veriliyordu. Seksenli yıllarda ilgiyle ve merakla okuduğum bir romandı bu.
Tabii bunlar kadim Doğu Edebiyatı’nın soyut ve mistik hayvan hikayelerinden gayet farklı bir şekilde, somut bir şekilde işlenmiş hayvan romanlarıydı. Bununla birlikte, ilhamlarını hemen hemen her sanat dalında olduğu gibi Doğu’dan almışlardı ve yukarıda da bahsettiğimiz üzere, ard arda sıralanan bu vagonların lokomotifi olmak görevini La Fontaine üstlenmişti.
Hepsi bir yana, çocukluğumun o ’Uçan Kaz’ çizgi filmini, onun haşarı kahramanı Nils Holgerson’u ve her nasılsa uçmayı başarabilen sarsak kazı Morten’i nasıl unutabilirim? Ve okuyucuya doğa, insan, hayvan, bitki sevgisi aşılayan bu benzersiz çocuk romanını dünya edebiyatına hediye eden Nobel ödüllü İsveçli yazar Selma Lagerlöf’e bütün dünya gibi ben de minnettarlık duymaz mıyım hiç? Hey gidi günler hey! Seksenli yıllarda yaşayıp da ’Uçan Kaz’ çizgi filmini seyretmemiş bir çocuk düşünülebilir mi acaba?
Bu sıcak, çok sıcak, uyuşturucu ve uyutucu yaz ve tatil mevsiminin yazısı da bu kadar, buraya kadar işte.