0
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
179
Okunma

Martılar, denizin kanatlı düşünceleri gibi süzülür gökyüzünden. Kimse onların nereden geldiğini, neden bir pencereye konduğunu tam olarak bilmez. Ama ben bilirim. Çünkü bir tanesi var, her sabah benimle uyanan.
Mutfakta hâlâ buharı tüten bir sessizlik olurken, camın dışına küçük bir parça ekmek bırakırım. Bir tür sabah duası gibi. Güne onunla başlarım.
O martı evet, hep aynı olan, önce gökyüzünden kısa bir daire çizer, sonra cama yaklaşır. Gagasını üç kere vurur cama. Ne eksik ne fazla. Üç kere. Bu, onun dili. Ve ben her sabah onu duyduğumda, içimde bir şey doğrulur. "Buradayım" der gibi. "Unutmadım seni."
Kaçmaz. Göz göze geldiğimizde, gözlerinin içinden rüzgâr geçer gibi olurum. Belki bu yüzden, o bana sadece bir kuş gibi gelmez artık. Sanki sabahın ta kendisiyle bir anlaşmamız varmış da, o bana bu anlaşmayı hatırlatmaya gelmiş gibi.
İnsanlar martıları gürültülü sanır. Oysa bir tanesi, sabahın tam ortasında sadece susar ve bekler. Sadece bilmek ister misin, diye sorar bakışıyla: Gökyüzü hep açık mıydı böyle? Kalbin hâlâ yerinde mi?
Bazen düşünürüm, belki de martılar bizim göğe yazdığımız mektupların cevabıdır. Ve her sabah pencere kenarında duran o küçük beyaz tüy yumağı, bana o cevabı getiren postacıdır. Kanatlı, sessiz ve sadık.
Sabah olur, camda üç gaga sesi. Ben oradayım. O da. Dünya da henüz başlamamış gibi.
Not:
Belki de martılar,
denizden kopup gelen hafıza parçalarıdır.
Her sabah cama konan o kanat,
bir zamanlar dualarla yıkanmış bir sözcüğün
yeniden hatırlanışıdır.
Ben ekmeği bırakırken,
o da unutulmuş bir selamı bırakır
rüzgârın ucuna.
Ferdaca
5.0
100% (6)