1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
213
Okunma

Rüzgârın bile isteksiz uğradığı bir vadide, adı ne haritalarda olan ne de hikâyelerde anılan bir köy vardı. Bu köyde zaman, sanki unutulmuş bir saate benzerdi. Ne ileri giderdi, ne geri dönerdi.
İşte bu köyde Sami adında bir çocuk yaşardı. Diğer çocuklar gibi çamurdan oyuncaklar yapmaz, gökyüzüne bakıp kuşların neden hep batıya uçtuğunu sorardı. “Bu çocuk garip,” derdi köyün yaşlıları. “Fazla soru sorar, aklına zarar gelir.”
Ama Sami’nin aklı değil, yüreği sorardı. Ve bu yürek, bir gün onu köyün meydanındaki kırık aynaya götürdü. Ayna, yer yer çatlamış, yer yer pas tutmuştu. Yine de geceleri, ay ışığında bir başka parıldardı. Sami o gece ilk kez aynanın karşısına oturdu ve sordu:
“Sen kimsin?”
Ayna cevap vermedi, ama kırıklarından birinde bir yüz belirdi. Yaşlı, yorgun bir adamdı. Gözlerinden bir damla yaş süzülüyordu.
Sami içinden geçirdi:
“Bu ben değilim. Ama bu gözyaşı, sanki içimden damlıyor.”
Bir gün, köye takım elbiseli biri geldi. Ayağında toz olmayan tek kişiydi. Elinde haritalar, ağzında güzel kelimeler vardı:
“Bu köy, medeniyetten nasibini alacak. Buradan otoyol geçecek. Elektrik, su, internet gelecek. Beton yükseldikçe değeriniz artacak!”
Köylüler hayran kaldı. En önde konuşanlardan biri, Sami’nin amcası Yusuf’tu.
“Yeter be!” dedi Yusuf, “Yıllardır burada sürünüyoruz. Artık bizim de yüzümüz gülsün.”
Sami öne çıktı, elinde aynadan düşen bir parça vardı.
“Peki biz bu yolu yürürken içimizdeki yolu kaybedersek neye yarar?”
Yusuf güldü:
“Küçücük aynayla mı göreceksin geleceği? Biz gözümüzü büyütmeye geldik, sen hâlâ kalp diyorsun!”
Sami sessiz kaldı ama aynaya eğildi ve şöyle mırıldandı:
“Bazen insanı kör eden şey, karanlık değil… fazlaca gelen ışıktır.”
Günler geçerken köyde hummalı bir çalışma başladı. Ağaçlar kesildi, kuşlar kaçtı. Evlerin önüne gri taşlar dizildi. Sami, köyün çocuklarını toplayıp anlatmaya başladı:
“Bir gün bu yol bitecek ama içimizdeki yol kaybolursa, sonsuza dek yolda kalırız.”
Çocuklardan biri, Ali adında meraklı bir çocuk, sordu:
“Sami abi, ayna neden kırık?”
Sami cevap verdi:
“Çünkü bir insan, kendine bakarken gördüğü gerçeğe dayanamadı. Gerçekle yüzleşmeyen herkes, bir aynayı kırar. Ama unutma... Aynayı kırmak, yansımayı susturmaz. Sadece dağıtır.”
Yol tamamlandığında köy kalmamıştı. Herkes şehirleşmişti ama kimse selamlaşmıyordu. Eski komşular, şimdi asansörde birbirine “göz değdirip” kaçıyordu. Sami ise artık bir delikanlıydı. Elinde hâlâ o kırık ayna vardı.
Bir gün Yusuf, göğsünü tutarak Sami’nin kapısını çaldı.
“Sami,” dedi, “içim daralıyor. Her şeye sahibim ama... hiçbir şeyim yok gibi.”
Sami aynayı uzattı.
“Kendine bak, ama yüzüne değil. Bu parça seni sana gösterir, eğer yüreğine bakarsan.”
Yusuf, aynadaki çatlağa baktı ve kendi gözlerindeki yalnızlığı ilk defa gördü. Bir damla yaş aktı.
“Ben ne zaman bu kadar yabancılaştım kendime?” dedi.
Sami başını eğdi ve yavaşça söyledi:
“İnsan kendine uzaklaştığında, en yakını bile yabancı gelir.”
Sami, artık kırık aynayı saklamıyordu. Parçalarını köyün eski sakinlerine, evlerin kapılarına, yollara bırakıyordu.
Ve her bir parçanın arkasında, kalemle yazılmış bir söz duruyordu:
“Gözünü büyütmeden önce, kalbini tart.”
“Bazı yollar seni götürmez, sadece senden götürür.”
“Kırılan her ayna, aslında bir gerçeğin çığlığıdır.”
“İnsan, başkasıyla konuştuğu kadar değil, kendine sustuğu kadar uzaklaşır.”
“Köy dediğin, sadece ev değil... hatırlanmış duadır.”
Ve hikâye burada bitmedi. Çünkü her ayna, yeni bir göz bekler kendine bakacak.
Ve belki de bir gün sen de bir aynanın karşısına geçip şu soruyu soracaksın:
“Baktığım ben miyim, yoksa bana öğretilen mi?”
5.0
100% (2)