0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
262
Okunma
Yakın çevrede buldukları güzel bir koyda durup teknelerini kıyıya yakın bir yerde demirlediler. Su duru ve temiz olduğundan denizin dibindeki çakıl taşları tüm güzelliğiyle önlerine serilmişti. Akıntının etkisiyle taşlar yerinde hafifçe dalgalanıyormuş gibi gözüküyordu. Motor sesi kesildikten sonra bir sessizlik çöktü ve dalgaların teknenin gövdesine vuran sesi tekrar duyuldu. Jale “Deniz ne kadar berrak, derinde yüzen balıkları görebiliyorum.” dedi. Mete teknenin merdivenini denize açtı. Yanında oturmuş denize ayaklarını sokan Jale’ye bakarak, “İsterseniz balık da tutabiliriz, teknede oltalarım var.” dedi. Jale “Balıkları tutmak için göstermemiştim, sadece sürü halinde gezmeleri hoşuma gitti o kadar. Öğlen güneşi gelmeden denize girsek daha iyi olur aslında.” dedi. Jülide heyecanla dolup taşarak merdivene yöneldi, “Hadi çocuklar ne bekliyoruz, yüzelim!” dedi. Merdivenden dikkatlice inerken heyecanlıydı, en alt basamağa geldiğinde kendini orada beklemeden denize bıraktı. Gökçeada’ya adım attığından beri işyerinde yarım kalmış dikilmeyi bekleyen abiye elbiseleri nasıl yetiştireceğini düşünüp duruyordu. Mağazaların geciken siparişleri ve diğer tüm stres faktörlerinden uzak bu adada sanki hayatı hepten durmuş gibiydi. Gerçi hayatı işten ibaret olduğundan böyle hissediyor da olabilirdi. Evlendikten sonra kendini işine daha çok vermiş, altı yaşındaki küçük kızı okula başladığında daha da rahatlamıştı.
Jülide küçük bir çocukken, hep ünlü bir moda tasarımcısı olmayı hayal etmişti. Çocukluk zamanlarında her gün farklı bir meslek edinmek isteyen arkadaşları gibi olmamıştı hiç. Her zaman tek bir hayali vardı. Üniversite zamanlarında okuldan staja koşmuş, kendini geliştirmek için elinden ne geliyorsa yapmış, yaz aylarında farklı firmalarda çalışmıştı. Mezun olduktan sonra başarılı ve meşhur modacı arkadaşı olan Yeliz ile bir süre çalışmıştı. Yeliz ondan yaşça büyük ve dominant bir karaktere sahip olduğundan kendi istekleri ön planda olmuştu. Çalışma arkadaşıyla ne kadar uyumlu bir çalışma düzeni kurmuş olsalar da, ne kadar başarılı işlere imza atmış olsalar da bu durum Jülide’yi bir türlü mutlu edemedi. Hayallerini gerçekleştirmek için kimseden onay almak istemiyor, özgür iradesiyle kendi tarzını ifade eden elbiseler tasarlamak istiyordu. Neyse ki o günler geride kalmıştı. Kendi markasını büyük emekler ve yarım kalan uykularla dolu başarılı kariyeri sayesinde büyütmüştü. Bugünlerde markası ‘Love Letter’ı özel bir gala gecesiyle tanıtmak için hazırlanıyordu. Şimdi işyerinden uzak bu yerde birkaç dakikalığına olsa bile kafasındakileri susturup kendini deniz üzerinde sere serpe bırakamıyordu. Jülide hırslı olmaktan öte, işi konusunda tutkulu bir kadındı. İşini çok sevdiğinden sabah erkenden kalkar, önce modaya uygun bir şekilde giyinir daha sonra da işyerine gidip insanların giydikleri kıyafet içinde mutlu hissetmeleri için çabalardı. Bunları düşünürken tekneden uzaklaşmış olduğunu fark etti. Tekneye doğru kulaç atmaya başladı.
Mete Jale’nin yanına oturmuş aynı onun gibi ayaklarını denize sokuyordu. Bade Teyze hakkında bir süre konuşup, onlar da Jülide’ye eşlik ettiler. Denizden çıkıp bir süre güneşlendikten sonra hep beraber sofra kurdular. Mete bir termosta çay getirmişti. Jale’nin kendi elleriyle hazırladığı nefis sandviçleri yerken yanında çaylarını da yudumladılar. Jülide bir süre farklı konularla ilgili Mete’yi soru yağmuruna tuttuktan sonra edebiyat hakkında konuşmaya başladılar.
Jale tek başına denize girdi. Keyifli bir şekilde yüzerken, Jülide’yle koyu bir sohbete dalan Mete’nin sırtı üzerinde hareket eden bir karartı gördü. Merdivene doğru yüzüp tekneye çıktıktan sonra Mete’ye yaklaştı. Sırtında örümceği gördüğü anda anıları canlandı. Bu örümcek tekneye nasıl gelmişti? Mutfakta sandviç hazırlarken çantasına girmişse yedikleri sandviçin üzerinde de gezinmiş olabilirdi. Jale “Mete sırtında kocaman bir örümcek var.” Mete “Ne dedin? Konuşmaya dalmışım duyamadım.” diyerek Jale’ye döndü. Jale “Sırtında örümcek var.” Mete “Onu alıp bana ver. Büyükse sakın denize atma.”