0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
187
Okunma

Ela, Yusuf’u ilk gördüğünde yağan yağmurun sesi bile susmuş gibiydi. Üniversitenin bahçesinde, kitaplarını korumaya çalışan bir çocuğun telaşında bir başkalık vardı. Yusuf, rüzgârda uçuşan not kağıtlarını kovalarken Ela’nın ayaklarının dibine düşen bir sayfayı aldı ve gülümsedi:
"Sanırım kader notlarımı sana teslim etti."
İşte o gün başladı her şey.
O kağıt, bir ödevin değil, bir ömrün ilk satırı oldu.
Ela sessiz, Yusuf deli doluydu.
Ela incelikti, Yusuf neşe.
Ama bir araya geldiklerinde, sanki dünya tamamlanmış gibiydi.
Bir gün Ela demişti ki:
“Biliyor musun, ben hep yarım kaldım. Ama sen gelince tam oldum.”
Yusuf da gözlerini kıstı ve fısıldadı:
“Senin yarım dediğin şey, aslında başkasına fazla geliyor Ela.”
Birlikte sabah kahvaltılarını kaçırıp simit ve çayla deniz kenarında oturdukları sabahlardan birinde, Yusuf küçük bir not bırakmıştı Ela’nın cebine:
“Bir gün seni kaybedersem, ruhumdan düşersin… Ama kalbimden asla.”
Ela bunu okuduğunda Yusuf’un gözlerine bakmış, hiçbir şey söylememişti. Sadece başını onun omzuna koymuştu. Sessizlikte söyledikleri, kelimelerden daha büyüktü.
Ama o gün geldi.
Yusuf, sıradan bir sabah yürüyüşüne çıktı.
Ela onun arkasından pencereden bakarken son bir kez gülümsemişti.
Yusuf dönüp el sallamıştı.
Hiçbir şey olmayacak gibiydi.
Ama her şey o an olmuştu.
Kaza.
Sirenler.
Telefon.
Sessizlik.
Ela koşarak hastaneye gittiğinde Yusuf çoktan gitmişti.
O günden sonra Ela bir daha kahvaltı yapmadı.
Denize bakmadı.
Kendiyle konuşmadı.
Bir gün annesi onu gecenin bir vakti bahçede buldu.
Ayağı çıplak, üstünde Yusuf’un gömleği vardı.
Ay ışığına bakıp şöyle diyordu:
“Ben yaşıyorsam, o da yaşıyordur. Çünkü benim kalbim onunla atıyor.”
Akıl sağlığı zamanla çekildi geriye.
Doktorlar, ilaçlar, hastane odaları…
Ama hiçbir şey Ela’nın içindeki Yusuf’u öldüremedi.
Sadece bedeni duruyordu dünyada; ruhu o günden sonra başka bir âleme geçmişti.
Bir akşam, hastane bakıcısı Ela’nın odasının önünden geçerken onu konuşurken duydu.
Ela pencereye dönmüştü, sesi çok sakindi:
“İlaç veriyorlar seni unutmam için bana…"
"Delirmiş olmalılar…"
Oysa onlar bilmiyor: Ben seni unutursam delirmiş olurum.”
Bakıcı orada dondu kaldı.
Çünkü o söz, bir şairin değil, bir âşığın kalbinden dökülmüştü.
Gerçekliğin sınırında duruyordu bu aşk.
Unutmak tedavi değil, ihanetti artık Ela için.
Yıllar geçti.
Ela hastanede yaşlandı.
Ama Yusuf’un doğum günlerinde, mezarına bir çiçek gönderilirdi.
Ve çiçeğin sapında şu not olurdu:
“Bir gün unutursam beni uyandır…
Çünkü unuttuğum an, yaşadığım an değildir artık.”
Ve sonra, Ela bir sabah uyanmadı.
Pencerenin kenarında yine Yusuf’un gömleği vardı.
Elinde bir kâğıt tutuyordu.
Hemşireler ağladı.
Kâğıtta son bir satır yazılıydı:
“Bana seni unutmam için ilaç verdiler.
İçmedim.
İçersem ben değilim artık.”
O gün, hastanenin en sessiz koridorunda bir rüzgâr esti.
Camdan içeri bir kuş süzüldü.
Ela’nın yatağının başucuna kondu.
Ve sessizce öttü, bir vedanın melodisini.