0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
124
Okunma

Bazen bağırmak istersin.
Ama sesin dudaklarından bile geçemez. Boğazında düğümlenir, geri döner — çünkü bir yerlerde, bilinmeyen bir el o düğümü sıkı tutuyordur. İnsan, en çok da haksızlığa uğradığında konuşmak ister. Ama konuşamaz. Peki neden?
Kim susturur bizi?
Toplum mu? Aile mi? Alışkanlık mı? Yoksa kendi içimizde büyüttüğümüz görünmez muhafızlar mı?
Belki çocukken, “Sus konuşma, ayıp” diyen bir bakış. Belki “Aklın şimdi almaz, büyüyünce anlarsın” sözü. Belki de sadece içimize kazınmış o susma disiplini.
Zamanla sessizlik, bir yaşam biçimi haline gelir. Haksızlığa uğrarsın ama düşünürsün: “Ya daha kötü olursa?”
Kendi sesini bastırırsın, çünkü karşındaki kadar sen de kendinden korkarsın.
Bazen de öyle iplerle bağlanmışızdır ki, o iplerin ucunu kimin tuttuğunu bile unutmuşuzdur.
Ama hâlâ çekiyor birileri. Hâlâ izin vermiyorlar ki “Dur!” diyelim.
Asıl acı olan şu:
İnsan sustukça o ipler daha da sıkılaşır.
Bir gün, sesin tamamen susarsa...
İçindeki “sen” de sessizliğe karışır.
Oysa konuşmak bazen devrimdir.
“Hayır” diyebilmek, kendini sevmeye başlamaktır.
“Beni incittin” diyebilmek, belki de zinciri kırdığın ilk halkadır.
5.0
100% (2)