0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
170
Okunma
Düşündükçe insan belirsizliğe daha çok yaklaşıyor. Varoluşa ve her şeyin başlangıcına birkaç adım daha atıyoruz düşündükçe. Ama her şeyin varoluşu kaosa dayanır bence. Muhteşem bir belirsizlik ve hiçlik.. insan doğasında da bu vardır. Felsefeyle ve onla girintili bilimlerle uğraşan insanlar hep ince bir çizgidedirler: Bilgelik ile delilik. Ama iki tarafta olanların ortak olarak deneyimleyeceği bir şey vardır. O da boşluktur zannımca. Şöyle düşünün:
Hiçbir duyunuzla algılayamadığınız bir odadasınız. Kendinizle ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz. Zihniniz düşünme yeteneğine ulaşamıyor. İşte bu oda tamamen idealdir. Ona ulaştığımız anda zaten insanlık olarak hiçbir anlamımız kalmayacak. Yine başa döneceğiz, belirsizlik ve kaos.
İşte düşünmek insanı buna yaklaştırır. Hissedilen "boşluk" bundan kaynaklanır. İnsan düşündükçe delirir. Çünkü düşünmek için bir özne olmasını isteriz. Ama aynı zamanda özne olmadan da düşünmek gerekir. Çünkü düşünmek refleksiftir. İşte öznesiz düşünmede bahsettiğim ince çizgiler başlıyor. Çünkü sizin düşündüğünüz şey tezatlıklar üzerine kurulu.
Sıcak ya da soğuk.
Boş ya da dolu.
Statik ya da kinetik.
Duyularla algılayacağımız ya da algılayamayacağımız.
Kısacası tamamen bir uyum ve kaos. Her ikisinin aynı anda olması insanı düşünmeye sevk eden bir yapıda. Aynı zamanda bunu kavraması imkansız. İmkanlar dahilinde olsaydı bu kaos bizi ele geçirirdi. Sadece düşünsel anlamda tahayyül ettiğimiz durumlar gerçeğe dönüşürdü. Evrenin üzerine kurulduğu sistemi anlamamız demek yaratılışın da öncesini çözmek demektir. Benim görüşüme göre ne kadar uğraşırsak uğraşalım bu gerçekleşmeyecek. İnanışınıza ya da dininize göre bunu engelleyen farklı yapılar olabilir. Ama eğer ki anlama ulaşırsak doğumumuzdan öncesini hatırlamamız, geçmişi ya da geleceği görmemiz gibi kavramlar birer konsept olabilir.
İşte bu kavramlar konsept olursa her şey her yerde ve aynı anda var olabilir. Sağ ve sol aynı yön, ölmek ise dirilmeye eş değer olabilir. Anlam arayışımız sonlanır. Çünkü anlamını arayacağımız bir subje kalmaz. Bizler ise birer subjeye ihtiyaç duyarız. En basitinden medeniyetimiz buna bağlı. Üzerine kurduğumuz sistemler düşünmenin üzerine de düşünmeyi gerektirmekte. İşte, insanlık ya da insan fıtratı düşünmeyi zorunlu kılıyor. Ama başta bahsettiğim çizgiyi aştığımız anda her şey aynı olacak. Bir ve kinetik. Sen ve ben aynıyız. Kendinizi şöyle bir hayal edin. Akış içindesiniz. Bu sonsuzluğu hayal etmekle eş değer zannımca. İşte tam burada bir çelişki var. İnsanlık hem bu boşluğa ulaşmak ve anlamını çözmek için her türlü yolu ve kendisinde olan zekayı kullanıyor. Fakat bunun sonucunda her şey tekrardan başa dönüyor. Ve her şeyi yeniden başlatan bir döngü. Boşluktan dolayı da farklı şekillerde ve hallerde. Böylece sonsuz ihtimaller doğuyor. Bu dediklerim deli saçması olarak gelebilir. Fakat insanlık son 100 yıldır yaptığı atılımlarla buna git gide yaklaşıyor. Fizik açısından modern fizik ve kuantum fiziği bu sistemleri ölçüyor. Biyoloji açısından evrim ve kalıtım güzel bir örnek. Rastgeleliliğin mükemmel bir şekilde tezahürü ile insanlık ve medeniyetler oluşuyor. Sonuç olarak sadece dönüşüm sabit.