0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
270
Okunma
“Jale uyan! Kalk çabuk, ayağın kanıyor! Jale!”
Jale sabahın erken saatlerinde uzun sarı saçları hafifçe dağılmış halde sese uyandı. Ayağına baktı, yorganın üzeri yuvarlak ve küçük bir kan lekesi ile kaplıydı. Yorgandan ayağını çıkarıp başparmağına baktı. Ayağındaki cam kesiği küçük ama derindi. Jale, “Sana da günaydın abla, ne olmuş ayağım kanıyorsa? Dün cam kırıkları ayak parmağımın kenarını kesmişti. Küçücük bir kesik merak edecek bir şey yok. Üzeri çoktan kabuk bağlamış. Dün akşam ben uyurken kanamış sanırım… Yorgana o zaman sızmış olmalı. Hiç farkında değilim.” dedi. Jülide, Jale’ye yaklaşıp ayağındaki yarayı inceledi. “Gel aşağıya inelim, sana pansuman yapayım. Açık yara mikrop kapabilir.” dedi. Jale “Ben dün göğsümdeki şişliğe sürmek için krem aradım ama ecza dolabı hiç aklıma gelmemişti. Hem antialerjik bir merhem varsa sürerim. Orası hala kaşınıyor.” dedi. Alt kata indiler, her yere baktılar ama ecza dolabı yoktu. Bereket Ana mutfakta menemen yapıyordu, “Kızlar bir o yana bir bu yana koşturup, ne arıyorsunuz. Gelin de çayları koyun.” dedi. Jülide, “Babaanne, bu evde ecza dolabı yok mu?” dedi. Bereket “Geçen sene ecza dolabının camı çatladı, biz de içerisindeki ilaçları bir yere koyduk ama… İlaçlar kim bilir nerede? Ne yapacaksınız? Ne oldu?” dedi. Jülide, “Jale’nin ayağını cam kesmiş. Ona pansuman yapacaktım.” dedi. Bereket, “Küçücük kesik, bir şey olmaz. Kolonya sürün.” dedi. Jale “Ben de öyle söyledim. Küçük bir kesik ne olacak dedim ama anlamadı işte.” dedi.
Kız kardeş apar topar sofrayı hazırladılar. Kurban kesmek için babası ile birlikte adalı Yusuf’un evine gideceklerdi. Jülide, “Evde bir ecza dolabı bile yok. Birimize bir şey olsa ne yapacağız?” dedi. Jale, “Baba bizi geçerken merkeze bırakıp, kurban kesmeye siz annemle ikiniz gitseniz. Hem ecza dolabı için gerekli malzemeleri, evin eksiklerini de alırız. Akşamüstü Bade teyzelere gitmek için söz verdim. Ablam, annem ve ben üçümüz gideceğiz.” dedi. Hikmet, “Öyle tek başına gezmek filan yok. Hep beraber kurbanımızı kesip, geri döneceğiz.” Bereket, “Bırak kızları, istedikleri gibi gezsinler. Kaç yaşına geldiler, çocuk değiller ya bunlar.” Hikmet, “Ayrı baş çekip ne yapacaklar. Hem kurban kesimini de görmüş olurlar.” Hikmet’in arkasında duran Jülide, Bereket’e sevimli hareketlerle, cilvelerle, ellerini yalvarıyormuş gibi yaparak onu ikna etmeye çalışıyor, sözlerine devam etmesi için kışkırtıyordu. Bereket, “Kızların canları çok sıkıldı burada, hem hava almış olurlar.” Hikmet, “Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.” demesiyle Jülide gözlerini yuvarlayarak, dönüp yavaş adımlarla yere bakarak uzaklaştı. O sırada mutfağa gelen Feride gülümseyerek, “Ana oğul ne kaynatıyorsunuz bakiyim.” Bereket, “Kızlar gitmek istemiyormuş. Hikmet’e söylüyorum anlamıyor.” Feride az önce salonda karşılaştığı Jale’den mutfaktaki sohbetin konusunu öğrenmişti. Feride, “Hikmet, kızları bırakalım olmazsa. Kurbanları görüp ne yapacaklar. Merkeze filan bırakalım, hem hava almış olurlar.” Hikmet, “Hep beraber vakit geçirirdik. Yüzlerini gördüğüm var sanki! İkisi de işinde gücünde. Biri evlendi bizim eve uğramaz oldu. Diğerinin de yüzünü gören cennetlik.” Feride, “Hikmet, ayıp ediyorsun ama. Kızlar daha iki hafta önce bizim eve ziyarete geldiler. Doğum gününü beraber kutladık hatta… Unuttun mu yoksa? Hadi inat etme de, çocuklar dolaşsın.” Hikmet kabullenmiş bir ses tonuyla, “Peki, tamam dolaşsınlar.” Feride salonda suratında mutsuz bir ifadeyle susup oturan Jülide’nin yanına geldi, onu sevindirecek haberi verdiğinde büyük kızının gözlerinin içi gülüyordu. Aldığı haberi kardeşine iletmek üzere neşeli adımlarla dışarı çıkıp üst katın yolunu tuttu.