0
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
286
Okunma

Cebimden anahtarımı çıkarıp kapıyı açarken o söz aklıma geldi.
“Evine döndüğünde sana gülümseyerek kapıyı açan, sevgiyle kucaklayan bir eşin ya da sevgilin yoksa eğer; gerçekten bir hiçsin. Yaşadığın hayatın hiç bir anlamı yok.”
Bunlar Cesare Pavese isimli bir şairin sözleri... Ama bu sözlerin benim için bu denli önemli olmasının nedeni; o kişinin intihar etmesiydi.
Belki Pavese de benim gibi yalnızdı. Belki onun da kapıda kendisini karşılayacak kimsesi yoktu. Belki de hayatı bu yüzden anlamsızdı. Belki de bu yüzden intihar etmişti.
Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde tüm benliğimi garip bir ürperti kapladı. Belki de bu intihar sözcüğünden etkilenmiştim. Ama son günlerde eve geldiğimde bu soğuk ürpertiyi sürekli olarak içimde hissediyordum.
Evim bir mezarı andırıyordu. Yıllarca her türlü mutluluğu yaşadığım bu yer buz gibiydi benim için… Cansız, her zamankinden bile heyecansız… Diri diri gömüldüğümü düşünüyordum. Sadece bedenim değil, ruhum da bu mezarın içerisindeydi. Dışarıdayken evime koşmak, evdeyken de dışarı kaçmak istiyordum. Hiçbir yere sığamıyordum. Koskoca ev bomboş geliyordu bana… Bomboş bir dünyada yaşıyordum. Yokluğu içimi daha da oyuyordu.
Neredesin be…! Neden sessizsin! Sensiz bu evin cehennem olduğunu bilmiyor musun!
Son günlerde daha da agresif davranıyorum. En küçük bir olumsuzlukta stres yaşıyorum. Herkese çatıyorum. Öfkemi kontrol etmekte zorlanıyorum.
Ayrıldıktan sonra neredeyse üç ay geçmişti. Aslında unutmam gerekiyordu. Ama her geçen gün varlığını benliğimde biraz daha artırıyordu. Biraz daha yaklaşıyordu bana… Daha fazla tekrarlıyordum adını… Kokusunu daha fazla hissediyordum içimde... Düşlerimde daha fazla yer veriyordum.
Geçmişte bırakılan hiçbir anı tam olarak unutulmuyor. Sadece saklanıyor. Sonrasında hiç umulmadık bir anda insanın karşısına çıkıyor ve bir gölge gibi takip ediyor. Daha fazla yaralıyor. Çok daha fazla kanatıyor duyguları...
Ah be, Sevgili…
Bu evde her şey bana seni hatırlatıyor. Bol bol konuşuyorum seninle, sen karşımdaymışsın gibi… O an aklıma ne gelirse… Keşke bunu daha önce de yapsaydım. Seninle daha fazla konuşsaydım.
Keşke… Keşke bir an için kendi benliğimden sıyrılabilsem. Keşke bir an için sen olsam. Senin benliğinde kendime aşk dolu sözler söylesem. Bir an için senin sesinle kendi ismimi haykırsam. Buna o kadar çok ihtiyacım var ki… Senin sesinden ismimi duymayı o kadar çok özledim ki…
Seni öyle çok özledim ki…
Biliyor musun, senden sonra hep mutlu olduğun yerlerde dolaşıyorum. O yerleri karış karış geziyorum. Bazen de gezemediğimiz, birlikte görmek istediğimiz yerlere gidiyorum. Sanki yanımda sen varmışsın gibi… Hüznün ne kadar çok rengi varmış meğer… Hepsini yaşıyorum, seni içimde dolu dolu yaşatırken…
Bir seferinde bana hayallerinden bahsetmiştin. O zamanlar çocukça bulmuştum. Hatta sana belli etmedim ama içten içe gülmüştüm de… Belki de sen benim ne düşündüğümü anlamıştın. Bir daha da bu konuyu açmadın. Şimdi senin isminin geçtiği her şey önemli olmaya başladı benim için… Senin içinde ukde kalan şeyler, benim önceliğim oldu. Keşke bir imkanımız olsaydı... Keşke yeniden bir arada olabilseydik... İnan ki tüm hayallerini yaşatırdım sana… Hatta, hatta her zaman neşeyle anlattığın çocukluğuna yeniden döndürmek isterdim seni… Çocukluk sevgilinden bahsederken nasıl da gözlerin parlamıştı. O anlarda biraz rahatsız olmuştum sanki… Nedenini bilmiyorum. Belki de o kişinin ismini hiç tereddütsüz hatırladığın için… Bugün elimde olsa o kişiyle buluşturmak isterdim seni… Ben seni tüm keşkelerinden arındırmak isterdim, Sevgili…
Neredesin be… Ne olur çıkıp gelsen… Ne olur dünyamı aydınlatsan, yeniden… Ne olur, bilmem kaçıncı kez bir şans daha versen bana…
İnan ki, ne kadar acıttıysam duygularını; o kadar acıdı duygularım… Ne kadar yaraladıysam seni, çok daha fazla yaralandım. Yaralarını iyileştirmek istiyorum. Unutmak istediklerini beyninden silmek, özlediklerini yüreğine kazımak istiyorum. Kaçtıklarından seni korumak, sıkıldığında seni neşelendirmek, boğulduğunda sana nefes aldırmak istiyorum.
Seni çok istiyorum, Sevgili…!
Hiçbir sevgi yetmiyordu bana… O kadar açtım ki, o kadar susamıştım ki… Yetmiyordu. İçimde koskocaman bir boşluk vardı. Hiçbir sevgiyle dolmuyordu. Sen ne kadar da sevgini dolu dolu yaşasan, ne kadar da yaşatsan bana; ben hep daha fazlasını istiyordum. Yetinmiyordum. Bir suçlu arıyordum her seferinde… İçimdeki bu büyük boşluğa neden olan kişiyi arıyordum. Elbette ki sendin, içimdeki bu boşluğun sebebi… Hem başka kim olabilirdi ki… O yüzden acımasızca saldırıyordum sana… Bu da seni yoruyordu. O yüzden de sürekli tartışıyorduk. Ben seni alt etmenin peşindeydim. Sen ise yuvandaki huzurun bozulmaması için mücadele ediyordun. Farkında bile değildim yaptıklarımın… Bu yaptıklarımın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünmüyordum bile… Çünkü sen benimdin. Benimleydin. Gitmeyecektin hiçbir yere… Biz hiç ayrılmayacaktık. O yüzden rahatlıkla saldırıyordum sana… İçimdeki fırtınalarım sebebi sendin. O yüzden de tüm şimşeklerimi senin üzerine fırlatıyordum. Ancak bu şekilde fırtınalarım dinecekti. Tartışmalarda seni alt ettiğimde biraz olsun rahatlayacaktım. İçimdeki boşluk biraz olsun dolacaktı. Böyle düşünüyordum. O yüzden de her fırsat bulduğumda saldırıyordum sana… Daha fazla canını yakmaya çalışıyordum. Bu da aramızdaki mesafeyi daha da açıyordu. Birbirimizden daha da uzaklaşıyorduk. Ama fark etmiyordum ben… Birbirimizden uzaklaştığımızın, yabancılaştığımızın farkında değildim. Ben kendi egomu tatminin peşindeydim.
İşte böyle bir anda ağzımdan çıktı o söz… Seni bir başka kadınla kıyasladım. Onu yükseltirken seni yerin dibine soktum. Bir anda kadınlık onuruna en büyük darbeyi vurmuştum. Yemin ediyorum, niyetim bu değildi. İstemeden çıktı o söz dudaklarımın arasından… Sanki namludan çıkan kurşun gibi… Ben istemeden tetiğe bastım ama o kurşun tam da yüreğine isabet etti. Ve sen yere yıkıldın. Bir daha da kalkamadın.
Tüm tartışmalarımız bitmişti.
Günlerce konuşmadın benimle… Aynı evin içinde iki yabancıydık. Cennetim bir anda sessizleşmişti. Sana bu kadar yakınken, senden bu denli uzakta kalmaya dayanamıyordum. O anlarda tek bir gülümsemen için neler vermezdim, inan... Bir ömre yetecek kadar özür diledim senden… Yeri geldiğinde yalvardım, bitsin bu küslük diye… Oysa sen içinde bir dünya yaratmış, orada tek başınaydın. Beni almıyordun içeri... Sonra boşanmak istediğini söyledin. Gerçek dünyanın da dışına çıkarmak istedin. Yapma, dedim. Bize bunu yapma… Dinlemiyordun ki beni… Dahası, konuşmuyordun ki… Kararlıydın. Ertesi gün de iki valizle evi terk ettin. Hem de gözlerimin önünde… Tüm yalvarmalarıma kulaklarını tıkayarak…
Bilmelisin ki; o gün o kurşun bana isabet etti, Sevgili... Öldürmedi ama öldürmekten de beter etti.
İnanmak istemiyordum bu öykünün bu şekilde son bulmasına… Seni kaybetmek istemiyordum. O zaman her şey yok olacaktı çünkü… Sen gidecektin ve ben tükenecektim. Hayallerim yok olacaktı, düşlerim yok olacaktı. Asıl o zaman dünyam boşalacaktı. O yüzden değiştirmek istiyordum bu kaderi… Çaresizce çaresizliğime direnmek istiyordum.
Sen evi terk ettikten sonra her şey değişti hayatımda… Yalnızlığın bu denli korkutucu olduğunu ilk kez o zamanlarda anladım. Daha doğrusu sensizliğin… Üstelik de henüz boşanmamıştık. Henüz bir umudum vardı. Ama Titanik Gemisi’nin kaptanına benzetiyordum kendimi… Gemisini batırmamak için uğraşan o kaptana… Sonu en başından belli olan bir olayı değiştirmek istiyordum. Öylesine çaresizdim ki...
Ben bir şey diyemedim. Sadece ayaklarımın altındaki geminin sulara gömüldüğünü seyrediyordum. Birazdan nasılsa bir hayatım olmayacaktı. Mutluluk artık çok uzağımda olacaktı. Ne diyebilirdim ki… Sustum. Konuşamadım. O an boğuluyordum zaten… Karanlık sulara gömülüyordum. Nefes alamıyordum.
Hala da öyle… Hala nefes alamıyorum.
Çok özledim seni, Sevgili…
Seni çok özledim, diyorum. Sanki sıradan bir sevgi sözcüğü söyler gibi… Değil… Bu söz, sıradan bir sevgi sözcüğü değil. Bunun tarifi yok aslında… Özlem duygusunun hiçbir tarifi yok. Milyonlarca insan arasından ihtiyacın olan o tek bir kişiyi bulmak gibidir, özlem… Belki de samanlıkta iğne aramak gibi… Haykırır gibi, ciğerin yırtılır gibi bağırmak; yine de kimseye sesini duyuramamak gibidir, özlem... Çaresizliği sonuna kadar yaşamak gibidir. Ne zaman geleceğini, hatta gelip gelmeyeceğini bile bilmediğin birini umut ederek beklemek gibidir. Günler geçer, sonra haftalar, aylar… Zaman mefhumunu iyice yitirirsin. Yine de gözün kapıdadır. Ya da çalan her telefonda… Yolda yürürken bile belki bir köşe başında, aniden karşında… Sürekli hayal etmek gibidir, özlem... Kurduğun bu hayale körü körüne inanmak gibidir.
Kişilere karşı adıl davranmayan hayat mı, yoksa kişiler mi hayata karşı acımasız… Belki de herkes hak ettiği kadar yaşıyor mutluluğu, ne dersin. Yine de hayat, insanın canını acıta acıta yaşamayı öğretiyor. “Şimdiki aklım olsaydı”. Öyle çok tekrar ettim ki bu sözü…
Hep derler, ölüme çare yok, diye… Sanki özlemin çaresi varmış gibi… Üstelik özlenen sürekli bekleniyor. Nerede olduğu, ne zaman geleceği belli olmadığı halde hep bekleniyor. Oysa ölen öyle mi; nerede olduğu da, gelmeyeceği de belli…
Biliyor musun, senden sonra kendimi kandırmaya çalıştım. Hayat devam ediyor, dedim. Doğruydu, bir şekilde yaşıyorum. Nefes alıp veriyorum. Ve bu hayatı biraz olsun güzelleştiren şey de seninle yaşadığımız o heyecan verici anları sonuna kadar sahiplenmek… Onlar benim tüm zenginliğim… Yine de keşke daha çok beraber vakit geçirmiş olsaydım seninle diye düşünüyorum. Anılarıma daha çok anı katsaydım. Mesela mutfakta sana yardım etseydim. Daha çok gülüp, eğlenseydim. Çok daha fazla sevişseydim.
İyi ki giderken resim albümlerini götürmedin. Hepsini ezberledim onların… Tüm resimler gözümün önünde teker teker canlandı. O anlarda öyle mutlu oldum ki… Mutluluk… Hem de sensiz… İyi ki yalnızdım. İyi ki kimse görmedi o an ki yalnızlığımı... Ya da nasıl bir mutluluk yaşadığımı…
Hani hep derler ya; aklımın yarısı sende diye… Sen giderken bana ait o kadar çok şeyi de beraberinde götürdün ki… Aklımın da yüreğimin de tamamı sende… Ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Sadece susuyorum. Oysa herkese senden bahsetmek istiyorum. Seninle yaşadığım o güzel anıları anlatmak istiyorum onlara… Hatta, hatta seni hala çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Ama susuyorum. İçimde bir dünya dolusu birikmiş cümle varken ben sadece susuyorum.
Biliyor musun; özlemek, susmak demekmiş.
Yokluğunda bunu öğrendim.
Elin, kolun bağlı bir şekilde gözlerini boşluğa dikmekmiş.
Varlığında bunu öğrendim.
Ben özlem duygusunu sende öğrendim.
Zaman zaman çok garip şeyler yaşıyorum. Sanki tüm duyularım benimle alay ediyor. Bana bambaşka bir gerçeklik yaratıyorlar. Eve geldiğimde bazen seni görüyorum. Gerçekten… Evliliğimiz boyunca hep bunu yaşadım nasılsa... Evimizdeydin, yüreğimdeydin ya... Artık burayla, benimle bütünleşmiştin ya... O yüzden senin yerin burasıydı. Senden sonra da seni bu evde görmem normaldi. Hatta kokunu bile hissedebiliyorum. En güzeli de sesini duyuyorum. Bu evin her yerinde sesin çınlıyor. İşte o zaman sana sarılmak istiyorum. Kollarımı açarak seni bağrıma basmak istiyorum. Ama sen kayboluyorsun. İşte o zaman bu soğuk evde sana olan özlemimle başbaşa kalıyorum. İşte o an ölmekle eşdeğer bir duygu yaşıyorum. Bunun adı özlem… Ölmekle eşdeğer diyorum ama inan bana çok daha acı bir duygu… O an sen yoksun. Kollarım boşluğu sarıyor. Garip dediğim olay da işte o zaman gerçekleşiyor. Bir anda sesin yatak odasından geliyor. Oraya koşuyorum ama yoksun, sesin bir başka odada… O odaya koştuğumda ise bir başka yerde… Bu sefer heyecanla o odaya koşuyorum. Sesinin peşinden koşuyorum ama ne seni ne de sesini yakalayamıyorum. Bulamıyorum seni… Ama kokun her yerde… Evin her odasına sinmiş vaziyette… İşte o zaman ağlamaklıyım. İşte o zaman tükeniyorum. O zaman içim tam bir yangın yeri…
Biliyor musun; özlem, yangın yerine dönmüş bir yürekte yaşanıyor sadece...
Bunu senin yokluğunda öğrendim.
Tüm bunları yaşadığım halde isyan edemiyorum.
Bunu senin varlığında öğrendim.
Ben özlem duygusunu sende öğrendim.
Her gün biraz daha unutulduğumu düşünüyorum. Her gün biraz daha yok olduğumu… Bu o kadar acı veren bir duygu ki… Ben bunları yaşarken belki de sen hiçbir şey hissetmiyorsun. Belki de gün be gün yüreğinden siliyorsun beni… Ben özlem ateşiyle yanarken belki de sen gününü gün ediyorsun.
Her gün yeni bir umutla güne başlıyorum. Bugün dünden daha iyi olacak masalına inanmak istiyorum. Sonra tüm umutlarım, tüm hayallerim güneşle birlikte kayboluyor. Bu sefer de yıldızlarla konuşmaya başlıyorum. Gökyüzünde ne kadar çok yıldız olduğunu bilirsin. Zaman zaman beraber sayardık. Hatta tek tek saymaktan usanır, yüzer yüzer saymaya devam ederdik. Yüz, ikiyüz, üçyüz… Şimdilerde sayacak yıldız bile bulamıyorum. Ne zaman saymaya kalksam kayboluyorlar. Hepsi bir bulutun ardına saklanıyorlar. Belki de acıyorlar bana…
Birkaç gün önce yataktan senin ismini haykırarak uyandım. Kötü bir rüya görmüştüm. Sen üzgündün. Bir zamanlar seni sürekli üzen ben, rüyamda seni üzgün gördüğüm için üzülebiliyorum. Ne garip, değil mi. Hiç yapmadığım bir şeyi yaptım; yataktan kalkıp balkona çıktım. İçimdeki ateşi gecenin ayazında söndürmek istedim. Söndürdün mü diye sorma… Bilen bilir; özlem ateşi ancak ölümle söner.
Keşke zamanı geri döndürebilsem… Keşke seni geri getirebilsem… Keşke yıkıntılarımı toparlayabilsem her şeyden önce… Keşke bana kapıyı yeniden sen açsan… Keşke sevgiyle kucaklasan… Beni hiçlikten kurtarsan… Hayatıma anlam katsan…
Ya da…
Keşke… Keşke ölebilsem…
Tıpkı o şair gibi…
Özlem de bir çeşit ölmek demek nasılsa…
Bunu senin yokluğunda öğrendim.
Seven, her zaman yanında taşır sevdiğini…
Bunu senin varlığında öğrendim.
Ben özlem duygusunu sende öğrendim, Sevgili…
Emin Barut