0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
284
Okunma
Kapı çaldığında adam salonda, eski koltuğunda hafifçe uyukluyordu. Yavaşça yerinden kalktı, kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında üvey oğlu duruyordu.
— Merhaba amca. Annemi ziyarete geldim, dedi genç adam.
Adam gözlerini kısarak, bir süre dikkatlice baktı karşısındakine. Ardından başını hafifçe yana eğip sordu:
— Ne dedin?
— Annemi ziyarete geldim.
Adam derin bir nefes aldı, bakışlarını genç adamın üzerinden çekmeden:
— Geç kaldın be evlat… Hem de çok geç, dedi.
— Nasıl yani?
— Çok ama çok geç… Bekle biraz. Seni annene götüreyim.
Sessizce arabaya bindiler. Konuşmadan ilerlediler. Kısa bir yolculuğun ardından araba durdu. Genç adam etrafına bakındı.
— Burası mezarlık amca. Kimi ziyarete geldik?
— Anneni. Kimseyi ziyarete gelmedin. Sen annenin mezarını ziyarete geldin.
Üvey oğul sapsarı kesildi. Arabanın açık kapısından dışarı doğru sendeleyerek çıktı ve oracıkta bayıldı.
Eşi vefat ettikten sonra adam, kendisine yoldaş olacak iyi bir kadınla evlenmişti. Kadın bir süre sonra hastalanmıştı. İlk zamanlar oğlu, komşu kasabada yaşadığı için arada bir gelir, annesini ziyaret ederdi. Ancak zamanla bu ziyaretler azaldı, sonra tamamen bitti. Kadın hastaneye yatmak zorunda kaldığında, bizzat birkaç defa oğlunu arayıp durumu bildirmişti.
— Çok işim var anne, fırsat bulursam gelirim, demişti oğlu. Ve hiç gelmedi.
Kadının durumu giderek kötüleşti. Adam oğlunu tekrar aramak istemişti ama kadın engel olmuştu.
— Hayatım, bana bir şey olursa oğluma haber verme. Beni buraya gömün, demişti.
Birkaç gün sonra kadın, hastane odasında, kocasının ezan okuyuşu eşliğinde son nefesini vermişti.
Bayılan oğul, mezarlıkta gölgelik bir yere alınmıştı. Kendine gelince gözleri yaşlı, sesi çatlak bir şekilde bağırdı:
— Neden haber vermedin?!
Adam metanetle cevapladı:
— Annen seni defalarca aradı. Her seferinde onu geçiştirdin. Kadıncağız hastane kapısına gözünü dikti, senin gelip “ben geldim anne” demeni bekledi. Ama o yorgun beden, o hasreti taşıyamadı. Ölmeden önceki son vasiyeti buydu: “Ölürsem oğluma haber verme. O bitimek bilmeyen işlerinden kalmasın.”
Birlikte mezarlar arasında ilerlediler. Sonunda bir mezarın başında durdular. Adam dizlerinin üzerine çöktü, mezara bakarak mırıldandı:
— Bak hayatım… Seni sağlığında görmeye fırsat bulamayan oğlun, şimdi geldi. Hem de dokuz gün sonra…
Bir Fatiha okudu. Ardından yavaşça kalktı ve mezarlıktan çıkarken arkasını dönüp baktı. Üvey oğlu hâlâ mezarın başında, elleri cebinde, ne yapacağını bilemez hâlde öylece dikiliyordu. Gözü mezar taşındaki tarihe takıldı.
— Öleli daha dokuz gün olmuş… diye mırıldandı.
Adam uzaklaştı, arabasına bindi ve sessizce mezarlıktan ayrıldı. İçinden sadece şunu geçirdi:
— Evlat yetiştir, ama mezarının başında bir Fatiha bile okumayı akıl edemesin…
Ve mezarlığın kapısı rüzgârla hafifçe kapanırken, geride, gölgesini bile mezarın üzerine düşürmeye utanan bir evlat kalakaldı.
Kamil Erbil