0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
237
Okunma
Bekledik her şey düzelir sandık .Hikayeleri kırmızıya boyadık beyazdan medet umduk.
Biliyoruz yaşam hüzünlüdür.Biraz deli olmak lazım yaşama karşı papuçlarını boyatmaktan vaz geçmemek lazım.
Nerden başlamalıki anlatmaya hep yalanı yaşattı bize hayat. Sonra baktık üste olanlarda çaresizliği yaşayabiliyor. Korkunç rezilliklerin içinde tükene biliyor.
Birileri size dost görüne bilir bir an gelir o dostluğun içselinde kıskançlık aymazlığını sözcükler size hatırlatır. Dostlarım biliyorumki gerçek dost yoktur. üzüntülerinizi kendiniz yaşayın paylaştıkça acılar azalmıyor sadece siz güçsüzleşiyorsunuz.Samimiyet çoğu zaman sizi rezaletle tanıştırıyor.İnsanlara mesafeli olun o zaman onların insan kalşmalarına imkan vermiş olursunuzki bu iyi birşeydir.
Hüzün hiç yakışmıyor insan ruhuna sonra anlıyoruzki yaşamak hüzünle kardeş olmak gibi bir durum.Dönüp başka tarafa bakamıyorsun .Bırakıp gitmek için bir adım atsan engel oluyor kader.Kader deyince işin özünde çok derin mevzular var. Haydi diyor gir bu karanlığa belki aydınlanırsın. İnsan denen canlının ilk varlık kalıntılarının acunda doğu afrikada ortaya çıktığını bize bilimsel veriler açıklaya dursun.Günümüz insanının yapılan araşırmalarda yaklaşık ikiyüzbinyıldır var olduğu görüşü kabul görmektedir.Bundan yüzonbinyıl kadar önce afrikadan asya kıtasına mikro düzeyde geçmeler olduğunu bilmiş olalım.
Hep seni bekledim ben.Yaralı kalplerde sakladım sensizliği.İşçi kahvelerinde sabahladı hayellerim.Vkitsiz ölümlere aşina umutlarım.Ben seni özledim sensizliğimde.Ah esmer kadın kara çizmeler giymiştin.Hani kendince özletmiştin sevişmelerini gecede.Ah bu devrimci kavgaları ülkülerimin.Örümcek bakışlı din adamları.Korkuttular beni cehennem ateşiyle.Çok yandı közlendi sözcüklerim benim.Ne alanya olabildim nede vazgeçebildim kendimden.Ah o hanımmeleri bahçesinde kireç badanalı evde.Belki batımdan bir kız sevdi şiirlerimi.Belki öptü ölüm en vakitsiz zamanında sabahın.Belki sen unuttun beni.
İnsan ruhu derindir kadınlar daha derin bir içsellige sahip olarak algılanır.Bu gerçekçi değildir.Kadınlar bir duygu ocağıdır.Sığ bir karekterleri vardır.Duygu onları hata yapmaya ve yanılgıya götürür.Bu durumu çoğu kadın eğitimle ve zeka kudreiyle aşabilsede çevremizdeki bir çok kadının yorgun ve yapay dertlerin arasında kendilerini tükettikleri görülebilmektedir.
Aslında yaşamda bizi ayakta utan erdemli olmaktır.Bu erdem kavramı cinsiyetlede biçimlenmektedir.Erkeksi bir karekterin kadını yanlızlaşıracagı aşikardır. Bu erkek içinde geçerlidir.
Mükemel bir insan kadın yada erkek edebiyatı kabullenir onun içinde olmaya çalışır .İçinde oldukçada kendiyle yüzleşir.Bu yüzleşme çoğunlukta red edişide beraberinde getirir.
Yaşamın özü bilimdir bilimde geçreklikle ve demikrasiyle gelişir.Demikrasinin olmadığı yapılarda bilim gelişmez.Onun yerini tapınma içgüdüsü alır.Burda ölüm karşısındaki inanç öznesini saklı tutmuş olalım.Bilim özgürlüğü sever doğal olanı kabullenir. Dogal ve sevisel yaşamı baskınlamaz.Ahlakı ona göre yorumlar.
Ben sana vurgunum biliyorsun .Bakışın bir mavzer kurşunu gibi.Korkularım yokluguna katlanmayı beceremez.Ürker umudum terk eder beni.Sen usulca sokul üzüm baglarına yüreğimin.Hikayeler yazalım seninle olurmu.Bir umut ekelim topragına sevdanın.İşçiler sevişmeyi bilmez mutlulukla.Kimseler saymaz sen gidince yıldızlarını gecenin.Sabah ıraklarda kalır gece bitmez.Sen sevdasısın gençligimin.Yoksan eger ömür geçmez.
Özgürlük aslında toplumsal içerikte doğal bir yönmüz değildir.Özgürlük kabul edilenle sınırlı yaşanan modern oplumda işin özü bir kandırmacadır.Özgürlük sadece size sınırları içinde bir pay verir. O sınırlar belirleyense sadece a değildir.Kültür Ekonomik yapı Aile ve bu süreçte ruhunuzun kabul gördüğü kalıpların hacmiyle direk ilgisi olan bir gerçekliktir.
Ruhumuzu yönlendiren yada ruhumuzdan beslenen tutkular bizim onları kontrol etme becerimiz olmadığında kadere dönüşür.Tanrı kaderi çizer onun yolculuğunu ve olasılgını bize bırakır.
Aslında bizi düzlüğe çıkaracak olan bizim mantık becerimiz olur.Gerçi toplumda etken olduğu düşünülen üniveristelerde bile sanatı resmi şiiri müziği manıkla yorumlayacak felsefi figürleri görmekte zorlanırız.Sadece kalıplar ve yapı öne çıkar o yapının olurlulugunu sorgulamaya hiçbirimiz cesaret edemeyiz.
Bir toplumun en büyük yanılgısı değişime kapalı olmasıdır. Bu durum yaşamı ıskalar.Toplumu geriletir. Birey varlığından vaz geçmiş olur.
İnsanın kabullenmek zorunda olduğu en hüzünlü gerçek ölüm gerçeğidir. Ölüm meçhul bir gidişe bizi mecbur bırakır.Var olan beden yitikleşir.Dünya coğrafyasının bir çok toplumunda ölüm sonrası çürüme sürecine giren bedeni toprağa gömerler. Bazı coğrafyalarda bedenin yakıldığı küllerinin geride kalanlarca saklanıp korunduğu gözlemlenmektedir.Dogumla bilinmezlikten gelen insan ölümüyle bir başka meçhulün içinde yitikleşir görünmektedir.
Kaybettiklerimizin zamanla kanıksandığını görebiliyoruz.Yinede içimizde bir yerlerde bir sızı bize kendini hatırlatıyor.Bir islam alimi olan Abdul hakim arvasi ye rivaret edilen bir söz vardır ‘Bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor.’ Dogru olan şudurki ölüm karşısında daim yanan yüreklere sahibiz.
Aslında yaşam hoş bir serüven. Uslu çocuk olmak lazım bu yolculukta.Kimsesiz yetimler gibi suskun olmak lazım. Birileri sorgulamayı istemiyor.Sizi kendi karanlığında tüketmek istiyor.Başarılı olamadıklarını söylemek gerçekçi olmayacak gibi.
Cennet özgürlükle ilgili bir umut.Özgürlükse size yasakların olmadığı bir alan açıyor.
Ne yapabilirdiki tanrı kaderini oldukça hüzünlü çizmişti. Gerçi herkes kendi kaderine kendi yön verir densede bunun böyle olmadığını hepimiz biliyorduk. Yoksa felç geçirenler görme yetisini kaybedenler çaresiz hastalılara muzdarip olanlar ellerinde güç olsa bundan kurtulmak istemezlermiki.Yada sosyo kültürel yetmezliğin alt katmanlarında ömür tüketenler niçin ömürce ezikliği yaşamaya mecbur kalmış olsunlarki. Yaşadıkları coğrafyada yüzlerce yıl bekleyipte aniden ortaya çıkan yer kabuğu gerilimlerinin binlerce insanın ölümüne neden olduğu bir sonuçta neyi nasıl düzelteceğimize kim müktedir olacaktiki. Gerçi bir çok problemin insan ve onu oluşturan toplumun yanlış tercihlerinin sonucu oldugunuda kabul etmek durumundayız.İçimizdeki egoyu kırıp parçalamayı başaramıyoruz.Kendimizi üstlerde görmeyi önemsiyoruz. Ölümün olduğu bir dünyada ölümsüz bir hayatın sahipleri gibi davranmaktan vazgeçemiyoruz.
‘Biz medeniyet ilim ve fenden kuvvet alırız.’ Mustafa Kemal Ataürk. Bilim ilim öğreti yaşamın ışığı oluyorda kimileri bunu red etmeyi kendi karanlık dünyalarında bir çok şeye hükmetmeyi kendilerie hak görüyor.Ne büyük bir yanılgı .Düşünsenize elektirigin olmadığı bir düyayı.Özgürlügün olmadığı bir karanlıktan öte ne olabilirdiki yaşam bizler için.
Beyaz yakalı mavi önlüklü türk çocuklarını bilirmisiniz.Ben onlardan biri olarak büyüdüm.Tıpki bir Norveçli çocuğun gibi çok özlüyordum oyun oynamayı.Topaç çevirmeyi misket tokuşturmayı.Öglen acıkmalarımda ekmeğin arasına sürülmüş domates salçasının o alışılmış öznesini.Tüm çocukları bu dünyanın özgürlüğü hak ediyorlar.Sıcak bir yuvayı kendileri koruyup kolayacak ebeverinlerinin sıcaklığında büyümeyi hak ediyor.Çok insan canlısı bir üzüm bağında bir şaraba av olmak istiyor sevda. Yaşamak özgürlükle anlamlaşıyor.Özgürlük paylaşmayıda beraberinde getiriyor.Son ben olmayı aşıyor ruhlar biz olmanın keyfince gülümsüyor.
Ben sizin gibi değilim asalak ve silik.Korkarım acılarımı görmeyin siz.Yetim sözcüklerimi okumasın yalanlarınız.Ben köhne yolculukların gizlerinde bir hikaye.Erişilmez kavgaların adamıyım.Devrimci bir ülkünün şarkıları kulaklarımda.Özgürlük dolaşır uykularımda benim.Ben esmer kadınlara yoldaş.Yoklukluklar içinde tevekküldeyim.Bilinmez hikayesi yolculuğumun.Severim acılarını memleketin.Ben sizin gibi değilim.Hiçleşir bir yetim görse yüreğim.Sokaklarımda ağlaşır umutlarım.Ben sizin gibi değilim.
Kendi çemberinin içinde kalmayı yaşam sananlar büyük bir yanılgının mahkumu oluyorlar.Bu durum bizi suçlu olmaya itiyor suç içinde masum bir varlığı beslemiş olsada suçlu olmak öne çıkıyor.Bu suçluluk kavramı yaşadagınız toplumun yasaları ile ilgili bir durumun dayatmasıda değildir.O suçun maddi unsuru .Burda ortaya dökmeye çalıştığım ruhsal suçluluğumuz oluyor.Biraz kendinden kaçmak çoğulda doğal ve sevisel yaşamdamdan ötelere savrulmak.
Çemberden söz etmişken evliliklerdende söz etmeye çalışalım .Evlilkler aile olmayı size başarta biliyorsa oldukça saygın bir davranış olarak düşünülebilir.Aile olmaksa kendine sağlam bir zemin istiyor.Yaşamın sert rüzgarlarında devrilmemeyi esas görüyor.İlginçtir evliliklerimizin çoğunluğunda içten içe bir eksiklik ruhumuzu törpülüyorda biz bunu görmezden geliyoruz. Sevmeyi bilmiyoruz yada sevgiyi sınırsız bir mecburiyet olarak görüyoruz.Bu bizi birilerine mahkumlaştırıyor.Ruhlarımız yetim duyguların esaretinde tükenmeye mecbur kalıyor.Burda şöyle bir soru aklımıza gelebilir kuşkusuz.Ne dersiniz sizce toplummu haklı yoksa özgürce yaşamak isteyen insanmı .Özgürlük neyin köklerinde kendine yer bulmalı.Uçsuz bucaksız hayellerden bizi nasıl bir yolculuk alıp çekecek.Biz ölümün gölgesinde var olmaya çalışırken (Hepimiz ölümle nişanlıyız )yaşamayı nasıl başaracağız.Evllkler bize bunu saglayabilirmi.Dogrusu burda aile olmakla evli olmayı biribirinden farklılaşıran davranış çatışkısını tanımayaçalışmak gerçekçi oluyor. Burda şöylede bir durum öne çıkıyor evlik aile olmaya giden bir yol ama sadece bir yol siz o yolda sonucada ulaşabilirsiniz.Dikenli tozlu yolda tükenede bilirsiniz.Buna kader diyelim.
Bir yelkenli olsa şöyle fiyatı uygun.İşçileri seven rüzgarlara arkadaş.Dolaşsak onunla egenin koylarını.Bir akşam üstü köycegizde.Bir balık rakı olsak seninle..İçmek birazda kaçmaktır yaşamdan.Çiçekleri sevmektir zamansız.Mahkumları düşünüpHastalara geçmiş olsun demektir.Yada hiçbir şeydir düşünmek.Başa bela olmaktan başka.Kuytuda bir yerde demir atsak.Tüm günahlarına yasakların eyvellah diyebilsek.Islansak tuzlu sularında Akdenizin.Rutubetli bir yaz akşamında alanya olsak seninle.Karşıda Toros yamaçları.Garip kabirlerin yoldaşı kimsesiz kalsak ölümde.Birgün çekip gitmek var buralardan.
Nasılda yitikleşti umut.Yer kovaladı bizi toprak haykırdı çekin ginndiye.En cafcaflı unvanlar önemsizdi biliyorum ölüm gelince. Geride kalanlarda bir acı damıttıldıu yürekte. Yaşamak bir avuç mutluluk olsa gerek.Bizim tanımadığımız ürkeke bakışlı keklik gibiydi kadınlar.Gözü pek sevdaları vardı .Korkmuyorlardı koşuyorlardı özgürlüğe saçları rüzgarlara misafir.’Bu dünyada en çok babamı sevdim ‘dedi şair en önce onu verdim toprağına anadolunun.Ogün bugündür kölesiyi oldum Anadolunun .Ogün bugündür yaralıdır yüreğimin kanatları.
Sanat bir tuvalın renklerinde ruhu yansıtır. Bir şiirin dizesinde onbin sayfa kitabın anlatamayacağı bir duyguyu sizin önünüze çıkartır.Sanat sanat için yapılmaz.Sanat aslında kendini anlatmanın en gerçekçi yoludur insan ve onun oluşturduğu toplum için.Sanat her zaman pozotif olmaya bilir.Çünkü insan canlısının her duygusu birey ve toplum için olumlu bir hikayeye kapı açmayabilir.Her durulgan işlevsellikte bir dinamik kavganın ardıl korkusu vardır gelecekte. Onun için bugün önemlidir. (An ) Yarın hiçbirimiz için net değildir varlıgıda belirsizdir.Belkide sevdaların geçici olması aşkın daim yaralı kalplerde kendine yer bulması Dahası kaybettiklerimizin kemiklerimizi yakması .Acının katlanılmaz sarmalında tükenikliğimizin esas gerekçesi önümüzün puslu ve yitiklige açık olması mahkumlaşmayabizi mahkum etmesi olmayacakmıdır. Ah türkmen kızı sevinçlen bir türk kızı olduğuna ellerine kına yak gözlerine sürme çek .Sonra çık Torosların zirvesine orda bir karacadır açsın sobası tütsün umudun.Keçileri süt versin biz bakır sittillerde yoğurt yapalım dağıtalım bu tüm insanlarına kardeşçe paylaşalım sevgiyi .Biliyorsun önce sevgiyi paylaşmak lazım gelir .Sevginin paylaşılamadığı bir ömürde ekmekler yavan olur sofralarda. Erken çalar kapıyı ölüm. Simsiyah bir gölge saklar güneşi de güneşin haberi olmaz.
Dünyanın en tatlı şeyi nedir. Yarin sevecen bakışlarımı .Yada yetimin doyduğu bir soframı.Bir ömrün onurla geçtiğini düşündüğümüz hayatımızmı.Torun sevgisimi yurt sevdasımı .Şiirler yazıp sözcüklere payeler vermekmi. Yada doğru sanlıanın peşinden ömür tüketmekmi. ‘Ölüm olsaydıda ayrılık ırak olsaydı’ denir. Ölümün ayrılıg sınırsızca üstümüze yük ettiğini görmezden gelir sözcükler.Öylesi ayrılıklar olurki insanın yaşamaktan vaz geçişi gelir. Artık bir köz vardır yüreğin iç yolculuğunda siz o yolda kaybolursunuz da kimseler anlamaz.
Disiplin sadece disiplinle özgürleşiyor hayat. Size sorumluluk yüklüyor. Ama kült bir karmaşanın bataklığına çekmiyor sizi.Anlıyorsunuzki sevgi yaşamın ana kaynağı oluyor. Sevmeyi bilmekten öte sevmeyi anlamak lazım diye düşünebiliriz.Anlaşılamamış bir sevgi sizin için yüreğinizde bir kelepçeyi sabit tutuyor.Dogrumu dersiniz sevdiklerimiz sevgiyi hak ediyormu yoksa bizmiyiz rutubetli bahçelerin dikenlerine mahkum kalmış hikayelerin kahramanı.
İnsanlar her şeye kendi kalıplarından bakarlar.Kendi kalelerini korumak isterler.Siz oluruna bırakmayıp sınırlar çizdiğinizde istenmezsiniz. Hayat bölye bir yolculuk .
Ne kadarda cesaretliydi günah. kılıcını çekti korkuttu ruhumu beni kendine çekti.Cennetin kapısında melekler kovdu sözcüklerini karanlığın. Tanrı seni bunun için var etmedi dedi. Korkuttu ölümün getirdikleri geride kalanlar kedileri sevmeye devam etti. Kedileri bilirsiniz kadın gibidir kediler isterlerse sevdirirler kendilerini ,uykularınıza misafir olurlar. Giden gitmiştir yapacak bir şey yoktur artık. Neyseki bizde gidenler kervanındayız diye düşündü gelen kimdi çekip giden kim. Çağırdı gel dedi Seninim . Senindir günahkar bedenim. Ben seninle ötelerdeyim. Bilirim ölüleri sevmez kimse.
Bu sabah kafasına taktığı ne varsa kontolsuzca söyledi geçmişin dehlizlerinde adeta bir şarap gibi sakladığı tüm sürtük sözcükleri nakış gibi işleyip ellerini kaldırdı ‘senin dedi senin bana yaptıklarını kimse çekmez.’ İnsanların kendi davranışlarını önemsdiklerini biliyordu ama bunu bir hak olarak öne çıkarmalarına anlam veremiyordu. Sevdigini sandığı yuva kurduğu ömrü birlikte geçirmeye niyetlendiği eşini sevgi ve şefkatle sarmalamak varken bu öfke nedendi. Aklına kendine ve çocuklarına yapılan haksızlıklar geldi.Sözcükler boğazına kara tirenin vagonları gibi dizilivermişti.Kendini giripte çıkmakta zorlandığı bir tünelin içinde hissediyordu. Evlilik bu olmamalıydı.
Tüm yüreğimdeki acılar bende kalsın.sen umutlarımı al senin olsun.Yüregimdeki sevgileri al.Emekçi papuçların kapında misafir.Özgürlügüm ol benim.Biliyorum özlediğim ne varsa sensin o.Çocuklugumdaki toprak damlı evimiz.Bahçedeki asma ağacı.Kırmızı güller açardı baharda biliyorum.Ve cömertçe severdi özgürlüğü gözlerin.Ah haydi kaç artık ıssız çöllerinden umudun.Aç begonya çiçeklerini geceden.tut bırakma yelelerini kırmızı tüylü atın.Akıncı boylarından tanıdığım Türk yiğitleri.Ve sen Al bayrakta dalgalanan namusum.Gel anlat hikayeni Anadoluma yitip gitsin yetimliğim.
Bu şehirde bir tiren garı olsa herşeyi bırakıp oraya gidebilirdi.Bir bilet alır ıraklara dogup büyüdüğü sonrada yanlızlıga mahkum olduğu topraklara gitmeyi düşünebilirdi.Gerçi nereye gitse sorunlarda onunla gelecekti. Bir türk generali şöyle der ‘Kaçarak özgür olunmaz. ‘
Tanrı şahitti artık sakladığı tüm günahları boş verdiği tüm görevleri önemser görünecekti.Bir gece yatağında uykudayken o evi gördü. Dogup büyüdüğü damında güvercinler besledigi yaz gecelerinde yıldızları saydığı o çocukluk gençlik günlerini.Gençliginin yaşam koşulları şimdikinden çok farklıydı bilgi oto yolu diyeceğimiz internet yoktu. Şehirlerde şimdiki gibi bir kaos görülmezdi sakin insanlar edepli adımlarla dolaşırlardı şehrin caddelerinde.Yaşam böyleside zorlaşmış bir hikaye anlatmazdı geride kalanlara. Şimdilerde insanlara çokseye sahip olma duygusu yapışmış ruhlarımızı kirletir olmuştu.Olası tüm değerler küpü patlamış su gibi çevreye dağılmış .Erdem güven ahlak kavramları dejenere olmuştu.Hayat bu olmamalıydı diye düşündü. İnsanlık iki büyük dünya savaşı geçirmiş katliamlar yaşanmış kültürler birbirlerini kabullenip ortak bir yaşama destek vermek bir yana herbiri karşıyı düşman bellemişti. Şimdiyse bir başka kavganın içindeydi insan denen canlı kendi ruhunun isyankârlığı doymak bilmez bir hırs ve arşa çıkmış bir ego.
Duru ve özgür bir ses kulaklarını titretti esmer bakışlı kadın telefonda oldukça emin bir şekilde ‘müsait olduğunuzda bekliyorum .‘diye ısrarla söyledi. ‘Bir kahve içmemizde ne sakınca olabilir.’ Kahve içmek dertleşmek kimbilir belki sözcüklerin karnavalında umut etmek.İki insanın aynı gök yüzüne birlikte bakabilmesinin ne sakıncası olmalıydı. Ahlak bir merhabayı nasıl yasaklardı.Bu yaşam korkuların ötelenmelerin hükümdarlığına mahkummu olacaktı.Tamam dedi geliyorum. Eliyle saçlarını düzledi.Kırmızı renkli kazağına çeki düzen verdi ve koridordan yürümeye başladı. Oldukça geçkin yaşına rağmen içinde bir heyecan vardı.İlk defa bir kadın kendisini olduğu gibi kabul etmişti.Kimbilir belki o içinde kıvranıp durduğu tünelden çıkmak için kendine bir ışık bulacaktı .Tanrı daim bir kapıyı aralık bırakır.
Mutluluk her şeyi boş vermek midir dersiniz .Yada evde kedi köpek besleme özgürlüğümü. Kimselerin önemsemediği insan yığınları niçin böylesi mutlu gülüceklere sahipler. İçimizdeki benlik duygusu niçin bizim için bir işkence yatağına dönüşüyor.Ölüm niçin böylesi kanıksanır oldu .İbadet hanelerle barışık ruhlar gerçekten cennetin müdavimlerimi olacaklar.Yoksa cennet insan beyninin bir olasılık yansımasının bir sonucumu.Aslında hepimizin beynine kilit vuran ön yargılarımız oluyor. Soy ağacımıza baktığımızda hepimiz sıradan insanlar omaktan öte bir özelliğe sahip olmadığımızı görürüz. Sahip olamadığımız ne varsa bizi başka kulvarlara iter.Katı keskin soygulanmayı sevmeyen küme elemanları olmaktan kurtulamayız.Tabi bu durumu öz kültürel benliğimizin bize verdikleri ile karıştırmak gerçekçi bir sonuç olamazsada bize verilenlerin bizden alınanlarla mukayese edildiğinde çaresizliğimizin patolojik sonucuna ulşamış oluruz.Evet hepimiz hastalıklı bir kültürünsorumluları olarak varız.Ya kökten red edici yada kabul edici olmuşuz.Uykusuz geçen gecelerde kadınsız sevgisiz yataklarda tünemiş pireler gibi biçare bir yitikliğin mahkumları olarak o karanlık sonu bekliyoruz.
Yıllar geçiyor bir çok önemsenenin ne kadar önemsiz olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.Çok sahip olmak istediklerinizin hiç anlamı olmadığını görebiliyor artık benliğiniz. Uçsuz bucaksız bir yalan dolan denizinde tüm dünyanın bir çocuğusunuz artık elinden oyuncakları alınmış olan.
Sorumluluk ne zaman öne çıksa onun yanına koruyucu bir görevler metni öne çıkıyor.Beklenilenle yapmak istediğiniz büyük bir çatışkının içinde size zorunlu bir kabul ediş yüklüyor.Toplum şöyle diyor.Sen benim kulvarımda var olabilirsin.Aksi düşünce ve eylemlerinin sonuçlarına ben katlanamam. Kimbilir belki toplum haklı bir serzenişi kendisi için zorunlu görüyor. Bilmeyi becerebilsek göreceğim şu olacaktır. İnsan gönlünce yaşamak istiyor toplum onu tabulara mahkum ediyor.Gerçi bu tabular doğrusu kendince bir düzenide kurmuş kolamış oluyor.Ötesi siz güveni her olgunun üstünde görüyor hiçleşmeyi kabullenir oluyorsunuz.İnsan yığınları sessizdir bekler birileri gelsin herşeyi düzeltsin.O birileri kendi hükümdarlıklarını kurmadan öte hiçbir değeri kendileri içim öncü görmezler.
Aslında bir şeyleri anlayabilmek için düşünmeyi öğrenmemiz elzem görünüyor.Bir şeyin açığa çıkması eğitimle olan bir durum.Egitilmiş insan kendi yolunun çizgilerini belirliyebiliyor.Oçizgiler ayakların yaralamadığı gibi kendi yolundaki dikenleri temizleyebilmesine imkan sağlıyor.Ögretimse farklı bir şey okullardaki her verileni gerekli görmek kendini gereksiz kılmaya götürebiliyor.Ögretilenin sorgulanması düşünmenin en etken kökensel gerekçesi olmalı diye düşünebiliriz.
Onlarki gözleri karanlık ruhları yitik onlarki hükümdarlıkları silik yalanlar üzerine kurulmuş.Görkemli şatolarında yitik soysuzluklarının rutubeti onlardan kaçmak lazım ruhum bilmelisin bunu.Biliyormusun dışarda bahar geldi bahar.Bundan ölülerin haberi varmı bilmiyorum.Taze toprak kokusu kırmızı gelincikler.İlk günaha girişi şehvetci arzuların.Hikayesi yetim sofralarında kalan acı bir umuttur bize kendini anlatan.Diyelimki çaresiz bir hastalıktayız.Hani ölüm korkusunu körükleyen .Ruhu ateşlereatan bir çaresizlik.Olsun geldikya bu düyaya kavgalara mahkum oldukya.Kimsesiz kaldıkya kalabalıklar arasında. Dogru bildiğimiz ne varsa yanlış çıktıyaKorktuk çıplak yıkanmaktan Özgürlükle .Şiirleri hafif bulduk.Delimsi bir arayıştı sözcüklerden medet ummak.Çogulda yalnız kaldı hikayemiz. Biz bu dünyada kimi sevdik dersiniz.
Diyelimki seninleyiz bir kır bahçesinde bir akşam üstü.Üzerine esmer bir gülümseme tünemiş senin.Tahta masada bir çay birkaç kurabiye gözlerin gözlerimde.
Ne güzel şey hatırlamak seni.Yanlızlıgımın yoldaşlığında yaz geceleri.Anlatsam inanmazlar öpüştüğümüzü yokluğunda.İşsiz erkekler ve ülkeleri devrimci yoldaşların kim için doğacak güneş hadi anlat bana.Kim büyüttü seni kim sakladı kötülüklerinden bu yalan dolan dünyanın . zayıf korkak ve kimsesiz bir yolcuydun biliyorum .Tıpkı benim gibiydin. Islanıyordun acıların sağanaklarında. Kapıda bir eski ayakkabı kalmış.Yitkleşmiş bir kavganın ortasında. Yaşamak acı bir kahve içmek gibi sensiz olmayı kabullenmek.İşçi gömleği üzerinde gök yüzü gibi mavi. Okyanuslar gibi büyük dertlerle sevişmek.Tüm bunlar hep senin benim hikayemin ardıl sözcükleri sen kimin nesisin anlamadım ben.
Birgün çekip gitsen sen.Hiç görmemiş olsam seni.Daha kuzular dogmamış kadınlar anne olmamışken.Sonra bir şair senin hikayeni yazsa gidişinden.Küçük bir dağ köyünde bir üzüm bagı olsa seni memelerinden sevmeye başlasa umut.Sen hikayesi olsan bu çekingenliğimizin. Hani göçüp gidenlerin ardında vazgeçmeden hayata .Birgün sabah vakti otobüsler çalışmamışken daha .Ben Ankara olmuşken hatıranda sen gelmiş olsan. Yorgunsundur biliyorum.Bir çay demlesem sana zeytin çökelek ve sen.Şöyle ısınıversek gözlerin gözlerimde ben senin yanında ölsem. Nasıl olur bilmemki yada ırak dursun ikimizden ölüm vakti biraz geciktisin. Üşütmesin beni odamın duvarları ben çok üşürüm biliyorsun sensizken.
Fırtına yüzünden geciken tüm yolcular zamansız bir bekleyişe girmiş gibiydiler. Limanın karşısında duran kim olduğu bilinmez bir kadın suliyeti gözlerini dikmiş gelecek vaporu bekliyor.Zaman zaman elinde sıkı sıkı tuttuğu şemsiyenin ters dönmesine engel olamıyordu. Kıvırcık saçları fırtınanın etkisiyle dağılmış üzerindeki giri pardüsesi vücuduna yapışmış görünüyordu. ayakkabıları sudan kendi kaybetmiş sarhoşlara dönmüş .Tüm bunlara rağmen bekledikleri vapor geldiğini belli edecek bir amaye gsterememişti.Aslında bu mevsimde Akdenizin böylesi asi bir havaya sahip olduğu pek söylenemezdi.Demekki denizlerde insanlar gibi ne zaman nasıl bir fırtınaya kapılacakları pek belli olmuoyrdu .O Kadını o limanda bıraktı çekip kendi yorgun hayatına döndü.Kimin nesiydi nereye gidiyordu Niçin yağmurun altında yorgun bir bedeni zora sokup a sebep olmayı göze almıştı. Fark ettiki ruhu tüm kadınlara aşık tüm kadınlara sevdalı tüm kadınlardan ırakta kendi hikayesinin mahkumu olmaya devam edecekti.Şimdi düşünüyordu acaba o vapor gelmişmiydi .Gidecegi yerde onu bekleyen biri varmıydı acaba .Yoksa odamı kendi yanlızlıgına mahkûmluğunu yaşayan kalabalıklar arasında bir meçhul gölgemiydi yaşam denen sahnede.
Bazen güzel bir şey oluyor.En geçkin zamanında ömrün .Gel diyor ben seni istiyorum.Şiirler yaz hikayeme benim.Siz o hikayede olmaya korkuyorsunuz .Sızlıyor kemikleriniz.
Karanlık koridora açılan bir kapı gibidir hayat.Siz oraya şıgınızı tek başına veremezsiniz.Hadi çıkın sokağa bağırın haykırın çekinmeyin bulun elmanın ikinci yarısını. Gülümsemeyi başarın bu hikayede.
Bir bardak çay daha rica edebilirmiyim dedi kendine.Evet dedi bir bardak çay hakkın olmalı .Daha sabaha çok vardı .Perdeleri kapalıydı odanın penceresinin.Dışarda sakince yağan yağmur bazen hızlanır oluyor.Camlar yağmur tanelerinin hükümdarlığına mukavemet etmeye çalışıyordu. Kendince oturduğu sandalyede odanın duvarlarına baktı söylendiğine göre ölüler bazen evleri ziyaret ederlermiş. Olasılık dahilinde bir durum.Ama bu durum onu korkutur oluyordu. Ölülerle irtibatlı olmayı şimdilik pek istemiyordu.Sonra düşündü sevdiği bir çok insanı kaybetmişti.Arasıra onlarla görüe bilse sohbet etse ölüm sonrası birşeyleri anlamayı becerebilse kötümü olurdu. Saaçmaladıgını düşündü sandalyesinden kalktı perdeleri açtı .Dışarda sakin bir koyu karanlığa sadece yagmur sesi hükmeder görünüyordu.Perdeleleri yeniden kapattı .Odada kendi ve hayellerinden başka kimseleri yok gibiydi. Olsun dedi hayellerim umutlarımdır.
İhtimal birkaç yıl sonra belkide bu dünyada olmayacağım diye düşündü.Yine hayat devam edecekti.İş görenler yine gıreve gidecek hükümet yine şehrin en büyük meydanına girişleri yasak edecek.Yine kadınların namusu namustan bir haber erkek tiplerinin ağzına mazeme olacaktı.Okularda öğretmenler ne okutacak ne öğreteceklerdi çocuklara.Acaba şiir seven öğretmenler varmıydı. Hiç ölmeyecekgi dolaşan hastane yetkenleri kendileri hastalandıklarında acaba nasıl tanı koyacaklar kime detlerini anlatacaklardı.Ölüm çok korkunç bir durumdu öylesinede doğal olduğu düşünüle dursun insanlar bir gün öleceklerini pek akıllarına gitirmek istemiyorlardı.Bir şeyi akla getirmemek onu yok yapmadığı gibi sizi ona karşı savunmasızda bırakabilirdi. Gerçi ölüm karşısında nasıl hazırlıklı olunabilirki.
Agaçların tepeleri belli belirsiz bir rüzgarla sallanırken son baharın o görkemli renkleri doğaya hakim olmuştu. Genç kadın bir müddet ağaları izledi.Yaprakların o sarının her tonu bazı dalların uçlarında kızıla bürünmüş şarap misali bir çekiciliği doğaya hakim kılmış gibiydi.Düşündü her mevsimin bir güzel yanı mutlak oluyordu. Bu insan yaşamı içinde böyleydi her yaşın kendince bir çekiciliği vardı hayat başlı başına bir sarhoşluk hikayesiydi sanki.
Ruhunuz size devrimci bir yolu hükmediyorsa siz ondan kaçamazsınız. Devrimcilik derken yenilikçiligi anlatmak istiyorum. Yoksa bizim ülkenin yada dünya düzenin değişmesine bir hükümranlığımızın olabileceğinden yıllar önce vazgeçmiştim .Birleri dünyayı öylesine avuçlarının içine almışki bize bıraktıkları sadece yaşamın dışında ölüme yakın olmak oluyor. Umutsuzluk tabiki burda ortaya çıkıyor. Umutsuzlugu besleyense anlaşılamamak yada gerçek oluruna sırt çevirip keni dünyanın hayal sislerinde hiçleşmeyi kabul etmek.
Dar bir dünyada yaşıyoruz.Fanustaki gibi sınırlı bir alanda ömür tüketiyoruz.Siz bakmayın birilerinin dünya özgür bir gk kubenin temelidir söylevine.Kader bu dünyayı başımıza hep dar etmiş.Ruhumuzu karanlığın içinde tüketmekten asla vazgeçmemiştir.Tüm bunlara eylemin sorgulanmasınıda ekleyelim ormanda yitikleşmiş kuzular gibi kalıyoruz.Ürkek ve sahipsiz.
Yıllar evel o toprak damlı evde nasılda umutlanırdık yaşama dair. Hiç kötülük aklımıza gelmezdi.Sonra yıkık bir duvarın altında kalmış sokak kedilerine döndük. Yaban sokaklarda yitikleşti umutlarımız. Çok kadınlar sevdik çok özledik yıkılmış umutların ışıklarını hani çekip gidenler oldu olacaktı bunu geç anladık.
Aslında duygusal bağlar acı verir bunu biliyoruz. Acının aynı zamanda ruhu beslediğini çok geç yaşlarda öğreniyoruz. birde öğreniyorsunuz ki duygusal bağlar koptuğunda bağımlı olduğumuz insanlar oldukça yapay yaşatmışlar bize hayatı.
Merdivenlerden bir ses durdu yan komşu yine o siyah mini eteğini giymiş asansörün kapısında bekler olmuştu. Bankada müşteri semsilcisi olarak çalışıyordu oldukça havai bir tipti bu kadı birkaç defa tüm etik kurallardı bir kenara bırakmış kadınlığını kendini günaha çekmek için çabalamıştı ama Katolik ruhlu orta yaşlı adam olgunlukla bundan kaçınmış gereksiz ilişikileri kendi için sorunlu görmüştü.Yaşadıgı toplum kendi değerleri bu karmaşaya pek sıcak bakmıyordu.Bir kadın için erkekçe red edilmesi büyük bir yıkım olmalıydı. Evet cinsellik kendi mecrasına kamalı diye düşündü.Tusanimi gibi sağa sola yayılmam Bugün günlerden hüzün şöyle bir rakı alıp içmeli kımız niyetine. Her kadehte kovmayı becerebilmeli derdi tasayı .Yada aksi olsun hadi gelin tüm ahlaksızlığımızı avuçlarımızdan serpelim yerlere. Yerler özgürlük tohumlarını tanısın. Bir esmer kadın saçlarına savursun akdenize Ak deniz özgürlük nedir umut nedir aşk nedir tanımış olsun. Yaşamın tüm kıyılarında barış çıçekleri açsın denizlerin.Egede bir adada bir balıkçı meyhanesinde gece gelsin pencereye biz yıldızları sayalım ruhumuzda sevdalar olsun.O bizi bırakıp giden aşklara inat.
Alanya ya yağmur yağıyor oldukça soğuk bir havaya şahitlik ediyoruz.Sokak kedileri bir yerle saklanmış gibiler ortada görünmüyorlar.
En büyük ihanet kişinin kendini unutması olarak düşünülebilir. Ben kimim ailem kim yaşamım neyi bana kazandırdı .İçimdeki hüzünlerimin gerekçesi ne olabilir.İnancımın karekteri benim için ne ifade ediyor. Yada bir inanca sahipmiyim. Özgürlük benim için ne anlama geliyor. Özgür hissetmiyorsam gerekçelerim ne olabilir. Tüm insanları niçin seviyorum. Nefret duygum varmı varsa nasıl törpülemem gerek. Kadınlar yaşammımda nerdeler. Sapkın düşünce benim için ne olabilir. doğal sevisel bir yaşama nasıl ulaşabilirim. İnsanca ortak değerlerin benim için anlamı nedir. Binlerce soruyu kafamda tutmaya çalışırken aslında yıkık bir duvarın altında kalmış bir kedi gibi çaresiz kaldığımı anlamış oluyorum.
Sen beni sevme olurmu.Çek git kendi bahçende topla üzüm bağlarının meyvesini. Seviş erkeğinle sakla günahlarını aç saçlarını dağıt biraz. Yaşamak ırak kalmaktır sevdadan anla artık.Bu yaşamda acı çok olurda biliyorsun huzur az.
Birşeylere ulaşamadınızmı kendi kabuğunuza çekilir oluyorsunuz.Bu durum genelde kadın erkek ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Hele evliklerde kadının aldığı tavrı anlayabilmek atomu parçalamak bir hücresel hastalığa deva bulmak gibi yorgun bir süreç.Sizin ömrünüzü tüketir.Kendine güveninizi sarsar.Farkındamısınız kadınlar erkekleri bir saf görürler doğrusu bundada haksız sayılmazlar en maço görünen tiplerin ruhunlarında biraz kadınsı biraz çocuksu bir hal vardır.Onun i.in hepimiz annelerimize düşkünce bir rölü ruhumuza monte etmişizdir.
Sabah ezanı okunuyor ben oldukça erken kalma alışkanlığıma mahkum dışarda yağmuru dinliyorum. Aylardan kasım yaşamımdaki altmışbeşinci kasımı camdan izliyorum.Çevremde oturduğumuz apartman gibi miladını doldurmuş yorgun binalar var. Biraz ötemizde akdeniz kendince vakurlugunda burdayım diyor.Emekçiler ve genç ögreöğrencilerazdan caddeleri dolduracaklar ilerde şehrin en sevecen caddesi Atatürk caddesinde belediye otobüsleri güncel mesailerine başlayacak .Zenginler ve fakirler aynı havayı teneffüs etmenin eşitliğinde kendilerince umut etmeye devam edecekler. Yaşı geçkince bir kadın hislerinin karmaşıklığında kendini bir kauför sandalyesinde bulurken neye niçin nasıl bakımlı olması gerektiğine vardığını kimselere anlatamayacak. Gerçi bir çok erkek olgun kadınlardan hoşlanır görünüyor.Olgun o derece cüretkar.
İnsan denen canlının tarih boyunca yaptığı kendi huzurunu bozmaktan öte bir durumu yaşattığını hangimiz görebildikki.Uydurulmuş bir kült değerler insan denen varlığı özgürlüğünden aldığı gibi birde savaşmaya yöneltiyor.Koca dünya darlaşıyor ilkelleşiyor.Ruhlarımızı daraltıyor.Birileri üst olmak için milyarlarca insan canlısı anlayamadığı tozların içinde hiçleşiyor.Ah sevgili görüyorsun zaman kalmadı .Yaşam sensiz ve umutsuz şarkıları dinletiyor ruhuma.
Belkide en büyük savaşımız kendi ruhumuzla olan savaştır.Kendi öz benliğini olgunlaştırabilmek çoğumuz için sorunlu bir durumdur.Yaşam bize bedenimize mahkum ederken bizim bedenle olan birlikteliğimizin sürecini bilme şansı bize tanınmamıştır.Siz bakmayın yaşamda sağlık herşeyin önündedir söylevine o önde olan sağlık zamanı glediginde ölümün gerisinde kalıyor.Bir çok unvanlı saygın tıp hocasının ölümün çaresiz hükümdarlığına vakitsiz zamanlarında ömürlerinin mahkum kaldıkları bilinen bir gerçeklik oluyor.Acaba ölüm olmazsaydı yaşsam nasıl olurdu .Yada ölümsüz bir yaşamın dengesi nasıl sağlanırdı.Neyse ne şimdilik ölümün canı cehenneme diyelim.
‘Birgün sabah sabah kapıyı çalsan der şair’ ‘Bu dünyada en çok babamı sevdim.’Can yücel ‘O mavi gözlü bir devdi minnacık bir kadın sevdi ‘ Nazım Hikmet. ‘Senin dudakların penbe ellerin beyaz al tut ellerimi bebek tut biraz ‘ Cahit Kulebi. Şiir yaşamdan bir buğday başağı devşirmek gibi.Hastalanmak gibi zamanın dönencesinde kaybolup. Dügünlerde ağlatma beni olurmu gidip ellere yar olma!
Bir şeyin anlamı zamanla olgunlaşır siz onun ne olduğunu kendiniz için değerinin ne olabileceğini anlamış olursunuz.Aslında tüm ruhumuzu yıkıp kanatan duyguların içeriğinde birazda güçsüzlüğümüzün ortaya çıkardı bir duruma isyan edememenin yada onu değiştirememenin bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.Biz aslında kendimize sahip olamadığımızı anlamak istemiyoruz.Hayır demeyi beceremiyorsak evet tamam denmesini bekleme hakkına sahip olamayacağımızı göremiyoruz.
Hayatta bir insanın tek davası olur ki oda insanca yaşama hakkına sahip olabilme kavgasıdır.Evrendeki tüm canlılar bunun için mücadele verir. Diger arayışlarımız gök üzünün sonsuzluğunda yitikleşmekten öte bir kazanım getirmiyor. Yaşam doğal ve karektere uygunsa umut yeşermeyi becerebiliyor. Tabi için başında sevgi var.Sevgi bizi aynı zamanda kümenin içinde kalmaya mecbur bırakıyor.
Bir şeyin anlamı zamanla olgunlaşır siz onun ne olduğunu kendiniz için değerinin ne olabileceğini anlamış olursunuz.Aslında tüm ruhumuzu yıkıp kanatan duyguların içeriğinde birazda güçsüzlüğümüzün ortaya çıkardı bir duruma isyan edememenin yada onu değiştirememenin bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.Biz aslında kendimize sahip olamadığımızı anlamak istemiyoruz.Hayır demeyi beceremiyorsak evet tamam denmesini bekleme hakkına sahip olamayacağımızı göremiyoruz.
Hayatta bir insanın tek davası olur ki oda insanca yaşama hakkına sahip olabilme kavgasıdır.Evrendeki tüm canlılar bunun için mücadele verir. Diger arayışlarımız gök üzünün sonsuzluğunda yitikleşmekten öte bir kazanım getirmiyor. Yaşam doğal ve karektere uygunsa umut yeşermeyi becerebiliyor. Tabi için başında sevgi var.Sevgi bizi aynı zamanda kümede tutan bir büyük otorite oluyor ruhlara.
Herkes nasıl bildiyse aşkı bende öyle tanıdım.Korkak yalın ve acımasız.Dünyanın en güzel ülkesiydi umut.Esmer kadınlardan sakladıgım acıydı aşk.Haydi buluşalım seninle karanlık bir gecede.Tüm yitenlerimizin hikayesi yüreğimizde.Ne olacaksa olsun artık dediğimizde.Biliyormusun uçsuz kimsesiz bir ömrü tükettik.Esmer tombul memeli bir hasret sakladı sütünü.Aç bıraktı bizi. Ölümdü, kapıyı çalan.Aşk dedikleri bir puslu hikayesiydi ömrün.
Gök tanrı bizi sevdi bizi bizi yarattı. Bize akıl verdi sonra sorguladı bizi tanrı. Günahlara girmemiz kaderimiz olmuştu. Tanrı bunu anlattı bize o mekandan ötede bilinmeyenlerin hükümdarlığında tek hükmedendi. Bizi biliyordu. Bizim bu yaşamdaki misafirlgimize musade etti. Bizi akılla olgunlaştırdı. Sonra emirler verdi tanrı. ’Namaz kıl ,oruç tut. Sabret ve geleni kabullen.O kaderi çizdi alnımızın öz defterine bizi mahkumlaştırdı .Biz o defterin dışına çıkmak istedik. Tanrı kendini hatırlattı.Yinede musade etti günahlara bulaşmaya ruhumuzu. İsimsiz kimsesiz mazlum kalmamıza kaderimiz yön verdi.
Sonra ölüler konuştu bizlerle biz anlamada zorlandık .Görmedik ölülerin gidişini.Haykırışlarını duymadık .Yüksek katlı binalarda seramik banyolarda çimdik sıcak sularında keyfin. Sonra tanrı titretti toprağı dirimsel elektirik dalga dalga dağıttı enerjisini yer yüzüne. Kasıntı zengin tipler kırmızı rujlu kadınlar en zamansız vakitte korkuyla yaşadı ölümün kapıyı çalmasını . Git diyemediler. yıkık binalarda toz toprak kaos bir zamanı yaşadı ömürleri. Geride kalanlar yine dantelli sütyenlerini giydi üstlerine yalanın. Ölümü ırak sandılar kasımın gece karanlığında. Halbuki kasım kışların başlangıcıdır ayazların mevsimidir kasım. Kasım ölüm mevsimidir. Anlamak istemez kimse.
Gençlik yavan bir hikayedir aslında çoğunluk için .Herkes gençliği yaşamamaktan şikayetçi .Gerçi neyi yaşayabildiki insan denen canlı. Sadece ölümün getirdiği acılara mecbur bırakıldı .Ruhlardaki o dizginlenemeyen haykırışlara kim sus diyebildiği yüreğinde.Kimlerin kemiklerini sızlamadıki göçüp gidenlerin ardından.Lüzümsüz kadınlar lüzümsüz hayatları yaşadılar.Fark etmediler basitçe tükendiklerini .Çogunluk kaçtı saklandı korktu yaşama ses çıkarmaktan. Sevmek yalan dolan bir hikayesiydi geride kalanın.
Farklı düşünmek mümkün olabilsede farklı davranmak olasılığı düşük bir kavram .Bu umut etmek içinde öyle umut güzel bir duygu öylesinede afaki bir uç ufuk. Ah nasılda sevinirdik umutlanınca yüreğimiz.Avuçlarımız açık beklerdik bizi bulsun sevdaları şehrin.Aslında şehir kimseye sarışmadı almadı koynuna yanlızlıklarını .Vakitsiz göçüp gidenlerin hikayesi hep yarım kaldı o şehirde. O şehir hep öteledi sevdayı anladıkki sevdalarda geçiciydi tıpkı hayat gibi.
Bir kahve içmeli şöyle sevdigkleri yanında olmalı eşitçe gülümsemeli hayat güneş pencereden içeri sorgusuz sualsız dalmalı. Daha ne olmalı sence.Yaralara melhem olmalı öğlen vakti birkaç dostla bir sofrada .Gelip gidenler olmalı şöyle yüreğin bam telinde. Bir sevda anlatmalı hayat.Geride kalanlarda gidecek biliyoruz.Gidenler hüzünlerinde zamanın .Haydi kapatalım fincanlarını umudun.Bakalım ne diyecek ömür bize.
Çok derinlere dalmış bir dalgıç gibiydi duyguları. Karanlık bir kayboluşu haklı çıkartan yitikliğin içinde gizleniyor gibiydi.Gördüki tüm sevdikleri göçüp gitmiş tüm umutları kendini terk eder görünüyordu.Oturdugu şehirde ansızın ortaya çıkan yer sarsıntıları içinde ürpertiler oluşturunca herşeye rağmen yaşama hevesinin devam ettiği hisseder oluyordu.Evet olası bir yer sarsıntısı oturduğu binayı yıkacak olsa tırajik bir ölümle bu dünyaya veda etmiş olacaktı.Ak deniz oldukça asi bir karekterle yer sarsıntılarına bizi mecbur bırakıyoprdu. Ah şimdi birde kaybedilenlerin acısının yanında olası korkulara birde bu eklenir olmuştu.Yaşam daim hepimiz için her şartta çekici olmayı sürdürür görünüyordu.
Çekip gitme sakın demenin bir anlamı olmuyor.Giden gidecektir kalan kendi yolunu çizecektir. Belki bir hüzün çökecektir gidenle kalanın yüreğine.Islak nemli bir umut saklanıp kaçacaktır yaşamın gerçeklerinden. Tüm sevilenler anlamsızlaşacaktır belki .
insanın bir anlatıya yönelebilmesi için önce kendisi anlaması lazım .Kendini tanıyan yaşamı tanımaya meyilli bir ruhun karekterini taşır.
Güneş her sabah doğar olsada bizim karanlığımıza mahkumiyetimiz devam ediyor.
Gün olur ısınır umut. kaçar gider hüzün karanlığına.Bir çekirge uçar çiçegin dalından.isimsiz işçiler yaban şehirlerinde gurbetin.Aglatır hasret geceyi hiçliğinde.Gün olur sende unutursun.Ölümdür kapıdan içeri giren.Devrimci bir gidiştir bilirsin ölüm.Geride kalanlar anlatır hikayesini.İnce saçlı kadınlar üşürler gece boyu.Sen yoksundur kimse yoktur.Yaşamak bir şiirin sözcüğünde.Gün olur hikayesi olursun özlemenin.Belki turanç bir aşk seni tanır.Unutur korkuları yüreğin.Ah gün olur hatırlanır olur gidişin.Yaşamak bir tutam umut olur sevdaya.Sen çekip gitme sakın olurmu.
Neyi anlatabilirizki özgür olmadıktan sonra açıkça kabullenelimki özgür değiliz.Tüm dış etkenler buruygan emirler ruhumuzu törpülemekten öte bir hikaye anlatmıyor bize.
İşin tuhaf yanı özgür olmadığımızın farkındada değiliz.Yaşamı hep tozlu taşlı yollardan yürümeyi kaderimiz olarak görüyoruz.
Düşünsenize aklın idrak edemeyeceği bir aydınlık sınırsız bir mekandan öte bir yaşam alanı .Ruhların rüzgarlar kadar hafif olduğu bir ahiret gerçeği.İhtimal bu geçici varlığımızdaki yakınlarımızla orda var olmanın anlatılmaz huzuru ve keyfi. Tüm günahların konuşulanın aksine Yüce tanrının esirgeyen ve bağışlayan ulviyetinde affının olurlulugu.Cehennemin geçici bir varlığının olmasının mümkünlülügü.Düşünelim hep birlikte bizi yaratan mutlak güç bizi sonsuz cehennemde bırakırmı.Esirgeyen ve tanrı sonsuz bir azabı bize reva görürmü. Ne dersiniz.
Bir evde anne ölünce önce çiçekler ölür. Babanın ölümü farklı bir olaydır.Babanın yokluğunu anlatmak başka bir hikayesidir hüzünün. Ruhunuzun bahçesinin çoraklaştığını hissetirir size aldığınız nefes.Sonra bir bakarsınız gökyüzüne beraber baktığınız fikirlerin yoldaşlarının ölüm haberi gelir ıraklardan.Ama siz çok yakınsınızdır ölümün acısına.Hükümet emekli maaşlarına zam yapmayı oldukça sakıncalı görür.Zor olur anlatmak istemizsiniz hikayesini hayatın.Sonra esmer saçları at kurrugu menekşe gözlü bir genç kadın ruhunuzun bam teline sdokunur ben burdayım diye.Ama siz yorgun yolardan eksik kervanlardan gelen bir yolcusunuzdur.Farkındasınızdır çok geç kalındığına sevmenin. Anszızın ıraklaşır umut sizden çizgi aşılır yırtık bir yalan alır avuçlarınızdaki umudu.İnsanlar hep başkalarını suçlar sarkık memeli bir kadın gibidir artık hayat. yitik özlemleri kovalar gözlerinizden. Yaşamak anlamlıdır kuşkusuz.Tüm yitenler bizim yitenlerimizdir.
Puslu bir yolculuğun içindeyiz.Bize hak etmediğimiz rezil bir yaşamı yaşıtıyorlar. Kısa etekli fahişelerin namus sattığı bir Pazar yerinde yerlere dökülmüş sebzeler gibiyiz.
Gelin biraz düşünelim bildiklerimizi anlamaya çalışalım (felsefe ) Bunu başarabilirmiyiz bilginin dağarcığına inebilirmiyiz.Bunun yaparken erdemli bir şahsiyet olmamız gerektiğini kendimize anlatırmıyız bunu bilemiyorum.Bildigim tek şey bilgiye ulaşmak için erdemli olmak lazım bunun içerigindede kendini anlamak yatıyor.Kendimizi tanıyacağız .Kendimizle barışık olacağız.
Tüm yazılanlar okunanlar tartışılanların içselinde karanlıktan kurtulmak yatar.Karanlık yetmezliğimizin bize yüklediği bir sorumluluktan öte bir mecburiyet olmuş.
Nerden başlamalıki anlatmaya hep yalanı yaşattı bize hayat. Sonra baktık üste olanlarda çaresizliği yaşayabiliyor.Korkunç rezilliklerin içinde tükene biliyor.
Mükemel bir insan kadın yada erkek edebiyatı kabullenir onun içinde olmaya çalışır .İçinde oldukçada kendiyle yüzleşir.Bu yüzleşme çoğunlukta red edişide beraberinde getirir.
Yaşamın özü bilimdir bilimde gerçeklikle ve demikrasiyle gelişir.Demikrasinin olmadığı yapılarda bilim gelişmez.Onun yerini tapınma içgüdüsü alır.Burda ölüm karşısındaki inanç öznesini saklı tutmuş olalım.Bilim özgürlüğü sever doğal olanı kabullenir. Dogal ve sevisel yaşamı baskınlamaz.Ahlakı ona göre yorumlar.
Tüm bu karanlıklar niçin.Neyi anlatıyorsun bana söyle.korkak ilkel ve çaresiz.sevişmeyi bilmez ölümlerle yataktasın.Özgürlük kurt gibi dik durmayı gerektirir.papuçların ıslak kalır acılarında zamanın.Yılgın bir bakışı vardır zülümün.Aşk yalandır bilmelisin.Her sabah kapıya gelen kedi sen benden daha özgürsün biliyormusun.Sana polis kimlik sormuyor.Ev bark istemiyor gece.Okullarda yanlış şeyler okutmuyorlar sana .suçun maddi unsuruna tabi değil eylemlerin.Sen kendi patilerini temizleye dur.Tüm karanlıklar biz insanlar için.Sen miyavla özgürce yasak yok sana .Sonra neyi anlatıyorsun söyle bana.
Aslında bizi düzlüğe çıkaracak olan bizim mantık becerimiz olur.Gerçi toplumda etken olduğu düşünülen üniveristelerde bile sanatı resmi şiiri müziği mantıkla yorumlayacak felsefi figürleri görmekte zorlanırız.Sadece kalıplar ve yapı öne çıkar o yapının olurlulugunu sorgulamaya hiçbirimiz cesaret edemeyiz.
Bir toplumun en büyük yanılgısı değişime kapalı olmasıdır. Bu durum yaşamı ıskalar.Toplumu geriletir. Birey varlığından vaz geçmiş olur.
İnsanın kabullenmek zorunda olduğu en hüzünlü gerçek ölüm gerçeğidir. Ölüm meçhul bir gidişe bizi mecbur bırakır. Var olan beden yitikleşir.Dünya coğrafyasının bir çok toplumunda ölüm sonrası çürüme sürecine giren bedeni toprağa gömerler. Bazı coğrafyalarda bedenin yakıldığı küllerinin geride kalanlarca saklanıp korunduğu gözlemlenmektedir.Dogumla bilinmezlikten gelen insan ölümüyle bir başka meçhulün içinde yitikleşir görünmektedir.
Kaybettiklerimizin zamanla kanıksandığını görebiliyoruz. Yinede içimizde bir yerlerde bir sızı bize kendini hatırlatıyor.Bir islam alimi olan Abdul hakim arvasi ye rivaret edilen bir söz vardır ‘Bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor.’ Dogru olan şudurki ölüm karşısında daim yanan yüreklere sahibiz.
Ben senden daha mutlu değilim bunu bil. Korkuyorum mutlu olmanın o sihirli formülüne kavuşmaktan .Kimbilir belki çinli bir erkekte benim gibi düşünüyordur.Yada ilkel bir kuytunun arayışlarıda bizi birleştirmiştir isveçte bir göl kenarında içilen bir sütlü kahvede.Sütlü kahveyi severmisiniz.Ben türk kahvesine aşina olsamda bir İngiliz çayındaki sütün verdiği lezzete kaçkın bakmam biliyorum.Aslında bir ağacın dalları gibidir.Kavimler özü insan olmakla ilgili bir toprağın köklerinde birleşir.Sevinçleştirir yaşamı doğan güneşin ışıklarına bir anlam yükler.Hoş bakışlı kadın gülüşleridir yaşam dedikleri hikaye.
Bekledik her şey düzelir sandık .Hikayeleri kırmızıya boyadık beyazdan ‘medet umduk.
Biliyoruz yaşam hüzünlüdür.Biraz deli olmak lazım yaşama karşı papuçlarını boyatmaktan vaz geçmemek lazım.
Aslında yaşam hoş bir serüven. Uslu çocuk olmak lazım bu yolculukta.Kimsesiz yetimler gibi suskun olmak lazım. Birileri sorgulamayı istemiyor.Sizi kendi karanlığında tüketmek istiyor.Başarılı olamadıklarını söylemek gerçekçi olmayacak gibi.
Cennet özgürlükle ilgili bir umut. Özgürlükse size yasakların olmadığı bir alan açıyor.
‘Biz medeniyet ilim ve fenden kuvvet alırız.’ Mustafa Kemal Atatürk.
Bilim ilim öğreti yaşamın ışığı oluyorda kimileri bunu red etmeyi kendi karanlık dünyalarında bir çok şeye hükmetmeyi kendilerie hak görüyor. Ne büyük bir yanılgı .Düşünsenize elektirigin olmadığı bir dünyayı.Özgürlügün olmadığı bir karanlıktan öte ne olabilirdiki yaşam bizler için.
Gelin düşünelim geleceği biz çekip gitsekte bu dünyadan.-istemeden öldü dedirtsekte kendimize.sıcak yataklarımızı terk edip giysilerimizi attırsakta odalardan.Düşünelim geride yaşayanları ,Tohumlarını atalım sevginin toprağına.Özgürlük isteyelim biz yoksul kimsesiz anneler için.yürekleri dağlı babalar için isteyelim.Yaşayalım çiçeklerinde ülkeminizin sevelim kışını yazını umudun.Gelin paylaşalım hoşlanılan ne varsa yaşama dair.Bir sıcak ekmek kokusu gibi olsun hayat.Çekici ve anlamlı bir bakışları olsun sevincin olurmu.Hani yitik gençlikleri olur çocukça özlemlerin.Artık olgunlaşsın bu mevsimde beklenen.Mevsimler bahar olsun olurmu.Biz olalım sokaklarında özgürlüğün.elin düşünelim geleceği biz çekip gitsekte.Bayramlarında sevincin bir hikayemiz olsun kendince.
Dar alanda büyümek sizi oldukça eksik bırakıyor ben bunu kendimde çok gözlemledim. Ne kadar yetmezlik içindeyseniz kendinizi öylesi önemli görüyorsunuz.Ah zavallı ruh benim bedenimden olduğun için hiç memnun değilsin gibi.Dogrusu bende memnun değilim kendimden dolayısıyla senden.Beni yasaklara boğuyorsun yıkılılıp giden bir duvarın altında otur diyorsun bekle ve sabret. tanrı sna ışığını ulaştıracaktır.
Vakitsiz oldu herşey. Bende vakitsiz bekledim seni.Kimselerin olmadığı o özgürlük parkında.Bırakıp gittiğin o kırmızı renkli acıydı geride kalan.Büyük devrimler ölümle başlar bilirsin.Gözüpek bir duruştur seni beklemek geç bir zamanında ömrün.Kuru bir çökelek gibi aranır olur umut.Çaylar demlenir yokluğunda sofralarda.Özgürlük ıslanabilmektir günahlarında korkunun biliyorsun.Nerde o ıslak dudaklı şehvet söyle bana.Köhne yavan bir arayıştan geride kalanlar.Uçup giden yalanları ömrün.Akan gözyaşları kim için söyle bana.Yoksa saklanan neyse öylesine.Kim derki seni sevdim ben. Sensiz öldüm.
Çemberden söz etmişken evliliklerdende söz etmeye çalışalım .Evlilikler aile olmayı size başarta biliyorsa oldukça saygın bir davranış olarak düşünülebilir.Aile olmaksa kendine sağlam bir zemin istiyor.Yaşamın sert rüzgarlarında devrilmemeyi esas görüyor.İlginçtir evliliklerimizin çoğunluğunda içten içe bir eksiklik ruhumuzu törpülüyorda biz bunu görmezden geliyoruz. Sevmeyi bilmiyoruz yada sevgiyi sınırsız bir mecburiyet olarak görüyoruz. Bu bizi birilerine mahkumlaştırıyor.Ruhlarımız yetim duyguların esaretinde tükenmeye mecbur kalıyor.Burda şöyle bir soru aklımıza gelebilir kuşkusuz.Ne dersiniz sizce toplummu haklı yoksa özgürce yaşamak isteyen insanmı .Özgürlük neyin köklerinde kendine yer bulmalı.Uçsuz bucaksız hayellerden bizi nasıl bir yolculuk alıp çekecek.Biz ölümün gölgesinde var olmaya çalışırken (Hepimiz ölümle nişanlıyız )yaşamayı nasıl başaracağız.Evllkler bize bunu saglayabilirmi.Dogrusu burda aile olmakla evli olmayı biribirinden farklılaşıran davranış çatışkısını tanımayaçalışmak gerçekçi oluyor. Burda şöylede bir durum öne çıkıyor evlik aile olmaya giden bir yol ama sadece bir yol siz o yolda sonucada ulaşabilirsiniz.Dikenli tozlu yolda tükenede bilirsiniz.Buna kader diyelim.
Önümüzdeki günlerde 2025 yılına gireceğiz. Kimleri aldı götürdü bu geçken yıl. Ne yapabilirizki ölümün bizden aldıklarına. Hayattan vazmı geçelim. Korkalımmı yaşamaktan. Yitik ömürlerin insanı degilmiyizki. Papuçlarımız hep tozlu dikenli yolarda eskimedimi. Nasıl sevmeli bilmiyorum yâri. Esmer saçlarına nasıl takmalı özgürlük denen tokayı.
Oldukça cüretkar davrandı kadın ya çok cesaretliydi yada çok gerilerdeydi yaşamın gerçeklerinden. Korkuttu adamı bir erkek bir kadından korkabilirmiyidi.Olasılık dahilinin ötesinde bir durum. Çünkü zekiydi kadın. Özgürlügüne düşkündü. İsterse giderdi o yolun patikalarına yada çıkar şehrin en yüksek binasının tepesinden insanları izlerdi .Kısa siyah bir etek giymişti .Siyahın asil bir renk olduğunu düşünüyordu. Beyaz rengi karşıt dahi görmek istemediği açıktı.Neyse oydu onun için gerçeklik. Çapulcu fikirlere sahipti. Evlilİk sistemli bir yaşam ona uygun değildi. O isterse açacaktı yüreğindeki bahçede kırmızı güller.O evet derse açılacakı perdeleri yuvasının.Sevmesi gerekiyorsa o sevecekti kimin iyi insan olduğuna o karar verecekti.Özgürlük budur diye düşündü biraz anarşist çoğunlukta kendince olmak.O kendinceligi kendi gibi rüzgarlara ulaşınca uçmayı bilecekti gök yüzünün mavilerinde. Kadın olmak zor iştir biliyordu.Kadın olmak avuçlarında sıcaklığını taşımak olmalıydı anneligin.
Duru ve özgür bir ses kulaklarını titretti esmer bakışlı kadın telefonda oldukça emin bir şekilde ‘müsait olduğunuzda bekliyorum .‘diye ısrarla söyledi. ‘Bir kahve içmemizde ne sakınca olabilir.’ Kahve içmek dertleşmek kimbilir belki sözcüklerin karnavalında umut etmek. İki insanın aynı gök yüzüne birlikte bakabilmesinin ne sakıncası olmalıydı. Ahlak bir merhabayı nasıl yasaklardı.Bu yaşam korkuların ötelenmelerin hükümdarlığına mahkummu olacaktı.Tamam dedi geliyorum. Eliyle saçlarını düzledi.Kırmızı renkli kazağına çeki düzen verdi ve koridordan yürümeye başladı. Oldukça geçkin yaşına rağmen içinde bir heyecan vardı.İlk defa bir kadın kendisini olduğu gibi kabul etmişti.Kimbilir belki o içinde kıvranıp durduğu tünelden çıkmak için kendine bir ışık bulacaktı .Tanrı daim bir kapıyı aralık bırakır.
Mutluluk her şeyi boş vermekmidir dersiniz .Yada evde kedi köpek besleme özgürlüğümü. Kimselerin önemsemediği insan yığınları niçin böylesi mutlu gülüceklere sahipler. İçimizdeki benlik duygusu niçin bizim için bir işkence yatağına dönüşüyor.Ölüm niçin böylesi kanıksanır oldu .İbadet hanelerle barışık ruhlar gerçekten cennetin müdavimlerimi olacaklar.Yoksa cennet insan beyninin bir olasılık yansımasının bir sonucumu.Aslında hepimizin beynine kilit vuran ön yargılarımız oluyor. Soy ağacımıza baktığımızda hepimiz sıradan insanlar omaktan öte bir özelliğe sahip olmadığımızı görürüz. Sahip olamadığımız ne varsa bizi başka kulvarlara iter.Katı keskin soygulanmayı sevmeyen küme elemanları olmaktan kurtulamayız.Tabi bu durumu öz kültürel benliğimizin bize verdikleri ile karıştırmak gerçekçi bir sonuç olamazsada bize verilenlerin bizden alınanlarla mukayese edildiğinde çaresizliğimizin patolojik sonucuna ulşamış oluruz.Evet hepimiz hastalıklı bir kültürünsorumluları olarak varız.Ya kökten red edici yada kabul edici olmuşuz.Uykusuz geçen gecelerde kadınsız sevgisiz yataklarda tünemiş pireler gibi biçare bir yitikliğin mahkumları olarak o karanlık sonu bekliyoruz.
Aslında bir şeyleri anlayabilmek için düşünmeyi öğrenmemiz elzem görünüyor.Bir şeyin açığa çıkması eğitimle olan bir durum.Egitilmiş insan kendi yolunun çizgilerini belirliyebiliyor.Oçizgiler ayakların yaralamadığı gibi kendi yolundaki dikenleri temizleyebilmesine imkan sağlıyor.Ögretimse farklı bir şey okullardaki her verileni gerekli görmek kendini gereksiz kılmaya götürebiliyor.Ögretilenin sorgulanması düşünmenin en etken kökensel gerekçesi olmalı diye düşünebiliriz.
Geçen yaz her zamankinden farklı bir yazdı .Kimsenin aklına gelmiyecek herkesin saklı tuttuğu sapkın hayatların kara çallı yolculuklarında bir iz aradı. Kim neyi niçin tercih ediyordu.Dogal bir hayatı kim elinin tersiyle itmiş kabul edilmez çatışkıların hükümranlığına boyun eğmişti.Eşcinseller fahişeler yuvasını terk eden öngörüsüz kadın suliyetleri kişiliğini yitikleştirmiş kara çallı ruhlu erkek kırıntıları her şeyi kendi karanlıklarında saklar görünselerde yaşam korkusunu salıyordu ruhlara. Şehrin en büyük caddesinin en bilinen bankalarında veznedeki kadın geçkin yaşa takıntısına kapılmaktansa kendini yapının has figürü olarak görmeyi girdiği siyah ince çorabı kısa sayılacak siyah keten eteğiyle kadınlığını ortaya atan cesaretini izletmeyi başartıyordu.Kim nederse kim ne düşünürse düşününsün görülüyorki bu hayat günahlardan başka bir yoldaş kabul etmiyor gibi.
Yirmibirinci yüzyılın en büyük handikabı öngörüsüzlük oluyor.Bu süreç yaşamın tüm ilişkilerinde kendince öne çıkıyor.Kim neye daha yakın kim önceliği neye göre belirliyor.Kim hangi fantastik davranışı kendince başarı görüyor.Anlamakta zorlanan bir zaman devimini bize burdayım dedirtiyor.Evet korkunç bir öngörüsüzlük hepimizin yaşamını etkiliyor hiçbir şeye yetişemeyen milyarla insan kendi içinde mahkumlaştıgı fanusu kıramıyor. Ruhlar büyük bir dağın altında ezilmiş köy mahalleleri gibi artık ayak basılmaz ne istediği anlaşılmaz yıgnlara dönmüşler.Bedenen ölenler bir yana ruhen çökmüş kuru iskeletlerin sahipleri olmaktan kurtulamamanın gafletinde tükeniyoruz.Ah bu hayat böyemiydi aslında nasılda büyük dertleri öteleyip küçük sıkıntıları kendimize dert diye örgü yapmışız.Üzerimize girdiğimiz biz koruyan tüm katıklarımız boğazımızda düğümleniyor.Yaşamak bu olmasa gerek diye düşünüyor insan.
Nasıl unutabilir insan siz söyleyin. Birlikte hayatı kurduğu yitenlerini.O sofra şimdi öksüzmü kaldı bilmiyorum.Kim kırdı camlarını yolcu arabasının.Kim saldı korkuları ortalığa.Kim bıraktı sevmeyi o esmer bakışlı umudu.Anlat bana olurmu seni kim kirletti kavgalarında yalanın.
İçinde olduğumuz hayatla örtüşmeyi başaramıyoruz. Daim bir çatışkı ruhumuzu incitiyor.Tüm kuralalr bizi .ı. çocuk olmaya zorlarken aynı zamanda suskunluğa bizi mecbur bırakıyor.Belki bunun içindirki farkli nefes almayı başarabilenler tüm toplumca ötelenir olsalarda içten içe bir kıskançlığa muhatap olabiliyorlar. Sevmeyi eyleme geçirebilenler hayatı daha bir dolu dolu yaşamayı başarabilenler oluyor.Çogunlugumuz kendi içsel çatışkılarımızda nerde durmamız isteniyorsa orda beklyoruz.Hayat bu olmamalı.
Yine aynı sözleri söyledi ,aynı bakışları saldı derinliğine ruhunun.yine ayazca yaşadı kadınlığını kuru ve itici bir tende şehvet aradı.Sonra o eski kapılı evde sıvaları dökük sözcükler türetti yanlızlıgı.Çok geç kalmıştı yaşamak için ,saatleri sayılı nöbetçi askerler gibiydi.Dünyanın yarısında hoyratça sevildi kadınlar ,mevsim yaza aşina.çimler ve gelincikler açmıştı kara yazılı köylü kadınlarının dişiliklerinde.Sustu hiç konuşmadı anımsıyordu çocukluğunu toprak damlı evi.orda güvercinler uçurturdu mavilerinde gökyüzünün.Hiç yaklaşılmaz sevdalar eskitiridi uykularında kimselerin bilmediği.Sonra devrimci sözcükler ezberlettiler ona polisin sık sık kimlik sorduğu.Uzun bir aradan sonra oldu herşey ,yanlızdı ve ölüm onu unutmuş gibiydi.Kirli döşeklerde günaha girdi o masum bedeni kimseler tanımadı.şimdi dutlar olacak zamanı geldi ,serçeler sevinçlenecek .Ölüler bilmeyecek geldigini yaz sıcaklarının , aslında herşey aynı biliyoruz.Sadece umutlar değişiyor farklılaşıyor saç örgülü kadınların yok artık .Şimdi sarı boyalı saçları ile ürkek karanlıklı kadınlar dolaşıyor gecede.Ah seni arzulamak terör eylemi gibi büyük suç .Ahlaksızlık .İnan bana ben bu ahlaksızlığa dünden razı olmuşum .Ama buda bir yalan olsa gerek .Seni sevmek istemem.
Bir ramazan günü akdeniz bölgesinde konuşlanmış bir cemaat gurubunun akşam iftarına katıldım (iftar oruç tutanların akşam ezan okundugunda (gün bitimi ) birlikte oturdukları manevi hassasiyeti olan sofra. )Orda iftar sonrası sohbetlerde gözlediğim şu olmuştur. Dostlar inanın tarikatların topluma verebileceği bir kültürel ocak yok görünüyor.Sıradan insanların kümelendiği ilmin görünürde var derinlikte yok olduğu bir yapılanmayı hissettim. Evet dostlar günümüz cemaat yapılanmaları bizim bildiğimiz ilim birlikteliğinden ırak bir yolun yolcuları olmuşlar gibime geliyor. İnançlı olmak iyidir gaflette olmaksa felaket.
Yagmur yağıyor Alanya kendince sakin bir uslu çocuk gibi .Bu gün Pazar Pazar olması evde olduğunuz anlamına geliyor.Ceza evlerinde ihtimal görüş günüdür.Solgun bakışlı kadınlar bekliyordur kapının önünde.Saçları uzamıştır umudun.Af çıkacakmış öyle diyorlar. Bir ölüler geri gelemez artık .umut etmezler bir kahvaltı sofrasında oturdukları sandalye yanlızdır ölülerin. Gülümsemeleri acıdır geride kalanların. Ar damarı çatlamış yalanlar kendince avuturlar sevdalarını yitenlerin.Özgürlük belkide nefes almaktır. Yıkanmaktır nehirlerinde memleketin.İsimsiz kadınları düşlemektir .Evli ve yalnız kadınlarını gecenin.
Erkence öldü umut. Kimsez kediler gibi sakladı sözcüklerini zamanın .İsimsiz bir şehirde sakince bekledi ölümü.Ah hikayeleri karanlıktı işçi evlerinin. Sevdalanmak zor işti anlayacağınız bu umutsuzluğunda var olmanın.
Sevmekte para istiyor aşksa hastalığını paranın gücünde saklıyor.Şöyle bir bakın çevrenize yaşamdan kopuk insanlar hep üstlerde kendilerine yer buluyorlar.Çünkü çocukluklarından gelen bir zenginlki gücü onlara eylem rahatlığı vermiş.Yoksul aşkları öylemi dersiniz.Niçin hayatlarının baharında gençler acımtırak şarkılara mahkum oluyor dersiniz.Hele yazma sevdalısı olanlar farkındamısınız dünyanın en havalı ödüllerini alanlar çoğunluk zengin ailelerden geliyor. Siz hiç preletar bir yazarın Pirestijli bir ödülü aldığına şahitlik ettinizmi. Yok böyle bir durum hiçbir güç üzerinde tepinmeyeceği eşeğin önüne saman koymuyor.Onun için ödül almayı çok önemsemeyin. Şöhret birazda soytarı tipleri seviyor.
Acıdı biliyorum yüreği vakitsizdi bu ölüm.Yorulmuştu kısık bir sesti içindeki özlem.Anladı evet anlamsızdı tüm arayışları.Oşehirin kıyısında akan nehirde yıkandı umutları.Hiçbir güneş kurutamadı bu ıslaklıgını.Biliyordu toprak herşeyi örterdi.Günahları ve yalanları saklardı toprak,Masumca bakıştığı hayatla hiç sevişmemişti yüreği.Ah o hiçbir yere ait olmama duygusu yokmu.ahişe kadınlar gibi yorgun ve kimsesiz.Hani gül ağacından kovulmuş kırmızı bir renkti o.Belki böyle anlamlanırdı tüm sakladığımız günahlarımız.Sırrımız konuşamadıklarımızda gizli biliyorum.Anlatılmayan hikayelerde gizli .Ve ölümleri gecenin karanlığında bizi bekleyen.Işıkları sönerken sakladığın umut.ırakta bir yıldız gibi gizlenen .
Sözcükler çok önemlidir çünkü tanımlayıcı özellikleri vardır bazılarına daha çok anlam yüklesekte hepsinin sözde yazıda büyük bir değeri vardır. Agızımazdan çıkan sözcüklerin anlamları onların alfabedeki simgeleri ile yazıya dökülür vücut alır kültürü yaratır .Sözcüklerle barışık olmak lazım.
Gece boyu yağan yağmur güneş doğunca kendini o sıcak ışıkların gizlerinde tüketmiş oldu.Alanya kasım ayının bu ayaz günlerinde güneşin ışıklarını gökyüzünde misafir etmenin keyfini yaşıyor.Bir kaç gün önce akdenizden kaynaklandığı söylenen yer sarsıntısınında korkusu yerini kanıksanmaya bırakmış gibi.Herkes kendi rutin hayatının kavgasında silahsız askerler gibi yorgun bir bekleyişin içinde.
Ekmegimi kazanırken çalıştığım kurumda bazen önemli sorunları görmezden gelip basit konuları ciddiyete taşıyan tipleri gözlemlerdim.Sonrası baktımki bu yaşamın her adımında böyle büyük kavgalar uslulandırılırken yitik sorunlar üst perdeye taşınabiliyor.
Biliyormusunuz evliklerde bu durum daha bir belirginleşiyor.Çatının altında sizin ömürce anlayamayacağınız hikayeler sizin ruhunuzu törpülemeyi başarıyor. Bu birazda kabullenişin bir sonucu olabilirmi diye kendime sormadan yapamıyorum. Hani şair demişya ‘ Kadınlarla yatıyorum birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor ‘ Turgut Uyar.
Hani derler ya ‘aklımda deli sorular’ Bu durum benim içinde öyle önüme getirilen tüm resimlerde puslu bir yitiklik hissediyor ruhum.Bu niçin böyle oluyor sorusu beynimin içini kemiriyor.Yaşam birilerinin öncül kılındığı birilerinin ötelendiği işin ilginci öncül olanın hep üst perdeden konuştuğu bir hikayeyi dinletiyor ömürce. Suskunluk çok büyük bir yanılgıdır üçüncü kitabımmın adını Konuşulmayanlar olarak düşünmemin içselinde bu duygunun bana verdiği yüke belkide katlanmak için düşündümüşümdür.
Herşey ablasının ikibinonbirde ölümüyle ciddileşti onkolojik tüm olasılıklar yerini beklenen muhtemel sona bırakmıştı .Düşündü Alanyanın Toros dağlarının yamaçlarındaki yorgun kabirligin bir mudavimide abalsı oluyordu.Daha sonraki zaman diliminde bu sürece daha bir çok ölüme tanıklık ederek şahitlik yapmıştı.Ah siz biliyormusunuz zamanın çok acımasız olduğunu .Aklına çocukluğu geldi Diyarbakırdaki o toprak damlı evde yaşadıkları umutları .Anladıki ailede ölümle yitikleşenlerin ardından hayattan vazgeçilmezsede o hayat artık güleç bir ruhu beslemiş olamıyor. Kaybettiklerimizin hasreti ruhumuzun közleşmesine sebep oluyor.Biz yaşadığımızı var saymış oluyoruz.
Yaşama sınır koymak olmuyorda tüm öğretiler bizden bunu istiyor biliyormusun.Bence gelin önce kendimize sınır koyalım.Ruhumuzu dizginleyelim.Tanrı bizden hoşnutlansın. Huzur hücrelerimizi beslesin. Sonra ne olursa katlanılır olur. Açık bir zihin her soruna bir çözüm bir kabullenişi gösterir. Esas olan kendini tanımak kendine sahip çıkmak olmalı. Yaşam o zaman inanın kolaylaşacaktır.
Tüm yanlızlıgımla sevdim seni yanlızlıgım
Kapıda bir köpek gibi sadık senindim ben
Şehrin en yorgun binasında uyudu bedenim
Rüyalarımda sen vardın sendin içimdeki karanlığım.
Ah tüm kadınlar kovdu beni hayellerinden haklılardı tabi kim ister kimsesiz yalnız bir hikayesinde var olmak zamanın.
Bazen çok şey değişir siz değişemezsiniz. Degişmenize musade etmezler.Siz diplerden kurtulmak istedikçe tekmesallar sözcükleri asalak kişilikler. Oluru olmaza bırakır ruhunuz.Beklersiniz vazgeçmişsinizdir bu yaşamı sorgulamaktan. Biliyorsunuzdur merak etmek ve sorgulamak sizi ötelere taşır vazgeçen bir ruh ilerlemeyi başaramaz.O nefes alan bir ölüdür artık.
Bir topluluğun bir üst kültür olabilmesi ortak değer üretmesiyle ilgili bir durumdur.Bu süreç insan ilişkilerindede böyledir.Birlikteliklerin rasyonel bir gerekçesi yoksa duygusal rüzgarlar çabuk dağılır ortada bir enkaz kalır.Siz birey olarak ya o enkazın altında ezik bir ömür sürersiniz yada kaçarak kendinize bir nefes ararsınız.Kaçmanın sorunu çözemediğini çok iyi biliyoruz.
Birilerinin sizden daha kötü görünmesi sizin çok daha iyi olduğunuz anlammını taşımamalıdır. Görünenle gerçekliğin uyumu çoğu zaman mümkünlülük seviyesine gelemiyor.Çok şey görünenden farklıdır bu ömür denen hikayede.
Hadi katılalım düşünceye ışıklar çoğalsın heybemde zeytin ekmek.Sevdası memleketin dagılsın kara bulutlar kadınlar gülümsesin.Renklensin başakları tarlaların gelincikler açsın.Katıksız gerçeklikle umut ısıtsın gecenin ayazını.Lacivert bir tutku içimizde gülümseyelim hayata olurmu.Haydi gel kadınım yaşamayı seçelim bu ülkede.Bak ölüm vakti geliyor halbuki bahar geldi memlekete hayallerde düşün sevinçlenmeyi artık.Düşünmek tohum ekmektir toprağına umudun. Ekmegi bölüşmek gibi sularda paklanmak gibi.
Kısık bir gecede yaşadı sessizliği. Günahkar bir ruha sahipti.Gürültüleri pencerede takılı kırmızı kiremitli evde aşk neyse ötelenmişti.Düşündü çok tehlikeli bir yolculukta bindi kara tirenine yanlızlıgın. Gitmesi gerekti ıraklara. Bilirim işçiler mazlum yaşar kadınlarda öyle işçi kadınlar ve işçi erkekler güneşi kucaklar karanlıgında gecenin.Çocuklar sever gülümsemeyi .‘Gülmek devrimci bir eylemdir’ öyle derler.Bilirsin en büyük devrim ölümdür yada korkmaktır özgürlügün heybetinden.Kırılgan sözcüklerde anlatılan yalan hikayelerinde kalır umudun.
Düşünmek ve sorgulamak büyük bir eylemdir.O derece tehlikeli dikenli taşlı yolda yürümek.Özlemek gibi kanatası bir yanı vardır sevmek gibi zor bir iştir arkadaşım.Gün batımlarında hüzünleşir gece . Dört duvar arasında seninle geçkin hikayeler-den bana anlattıkların kendince.Bir sabah kapı çalınmış ortalık dağınık varı vermişsin yanlızlıgıma.Yıkık köylerden soguk şehirlerden arda kalan ne varsa heybende. Döküvermişsin ortalıga bilirim özlemişsin yoksullugu acıyı ve hasreti.Haydi anlat bana nerdeydin ne yaptın.Büyük göçer yolculuklardan tozlanık üstün.Esvabın hiç değişmemiş.Ankara garında bıraktıgım gibi.Yıkık sözcükleri konuştuğum.Anlattıgım bu ülkenin renklerini kedilerini kuşlarını çocuklarını.Gün batımlarında özletir olur yılkı atlarının koşturmacası.Birde umutları dogan günün.Bir sabah kapı çalınır başlar yolculugum.
Sürüleşmiş yıgınlar ve mevki sahipleri hiçbir şey anlatmayan karanlıkta tüketiyorlar umudu.Sen bilmiyorsun bırakıp gitmek lazım şu dünyayı.Yıldızlarda bir yer bulup Işıltılar katmak lazım umuda.Sonra ekmegi eşit dagıtmak lazım.Güneşe ey vallahda yıldızlarıda bilmek lazım.Bu böyle olmayacak çünkü sular kirlendi.Tarlalarda ekin yok köylüler sevişmeyi unuttu toprakla.Bir yıldızlar özgür birde yalanlar.Sen bilmiyorsun yanlızlıgın ne olduğunu.Kalabalıklardaki hiçlik duygusunu.Hani kimselerin olmadıgı bir yerde bir ögle üzeri sofra kurmak çagırmak tüm kadınları .Hikayeler dinletmek hiçbir şey anlamayan karanlığa Bir ışık vermek.
Ah yoldaşım Gün gelir kara bir sis dolar gökyüzüne. Acıdır ölümdür kapıyı çalan.Yavan bir yalandır artık ömürce peşinde koşulan.Ben seni sevdim diyemem yok öyle bir şey.Sıcaklıgını özledim senin ırakta bir köşede bekledim. Olurya belki gelirdin nisan yağmurlarında.Çocuklar gibiydim çok özledim.Ben seni yurt gibi sevdim toprak gibi.Ekinler ektim ovalarına bir ben bildim.Ben özgürlügünü sevdim senin hırçın bakışlarını.Islandıgım göz yaşlarını sevdim hiç sevmedim seni sarılıp sevişmedi yüreğim.İşçiler mazlum yaşar bu ülkede .Birde işçi kadınları özledim.Fabrika vardiyalarında geçen öümür. Sokaklarda acısı var mahkumiyetin.Nerde o ışıkları sıcak ülke parklarında özgürlük şarkıları söylenen.Halbuki tanrı şahittir görüyorum beni terk edip gitmiyor hüzün.Ben geceyi bekliyorum saklasın beni koynunda.Aglatmasın sözcüklerini şiirin.Gün gelir anlamsızlaşır gün.Ben seni hiç sevmedim bilirsin.
Birgün çekip giderim biliyorum. Geride eksik kalmış sözcükler kalır.Yazamadıgım şiirlerin yetim duruşları korkunç ahlaksız soytarı tipler gülümserler arkamdam.Biliyorum tüm köylülerin tarlalarını gaspetmiş yobaz cehaleti eşkiyalagın.Ama onu bilmiyor kara bakışlı fahişe kızları gecenin.Karanlık hiç bırakmıyor sabahı. Özgürlügün kanatları kırılmış .Artık yolun sonundadır hikayesi ömrün.Ah nasıl üzülmem ben.Nasıl özlemem devrimci duruşunu yoldaşlarımın.Ben nasıl düşünmem bu memleketi kızıl bir elma hikayedir özlenilen ah soyunup dökünen hasret.Bir ramazan gününde oruç tutuyor umut. Neyi yasaklamışsa tanrı onu özlüyor gençliğim. Ah bir gün alıp başımı avuçlarımda senin yokluğun .Korkunç bir özlem kalacak geride kimsesizliğimden seni bırakacağım kendi hikayende.Çekip gideceğim ayakablarım kapı eşiğinde.
Anlatamadıgım neyse yanlızlıgım odur.Bir yerler aradım ikimize öyle çok ırakta değil.Yakında bir yerde acılarıma köz olan o gecede.Gidişin yokmuydu hani bırakıp sıcaklıgını kendince.Sonra mavi okyanuslara anlattım seni hani bilirsin.Aglaşır oda kapı sessizleşir yatakta ayazı kışın.Sokak ürkek bir karanlıktadır sıgınırsın kendine.Biliyorum korkunçtur ölümün arkasında kalmak.Issız gürültüler yaşar göçkün hasretler.Bilirsin çok sevdim seni mevsimler kadar değişken.Gidişleri vardı umudun senin gibiydi kimsesizdi.Çokca ölümler kabullendi ömür çaremiki.Sensin gel diye kaçırdıgım yolcu.Bekliyorum tiren garında o şehirde.Biliyorsun seni çok sevdim mevsim kıştı.Gelen ölümdü gördü yüreğim.Seni okyanuslara anlattım lacivertti gece.
Özgürlük aslında toplumsal içerikte doğal bir yönümüz değildir.Özgürlük kabul edilenle sınırlı yaşanan modern toplumda işin özü bir kandırmacadır. Özgürlük sadece size sınırları içinde bir pay verir. O sınırlar belirleyense sadece a değildir.Kültür Ekonomik yapı Aile ve bu süreçte ruhunuzun kabul gördüğü kalıpların hacmiyle direk ilgisi olan bir gerçekliktir.
Ruhumuzu yönlendiren yada ruhumuzdan beslenen tutkular bizim onları kontrol etme becerimiz olmadığında kadere dönüşür.Tanrı kaderi çizer onun yolculuğunu ve olasılgını bize bırakır.
Tüm renkleri yitikleşti bu mevsim mavi bir yıldız vardı tepede. Nehirler acı akıyordu kadınlar ıraktı doğumlarından umudun.Issız bir yıkılıştı bu.Nerdesin demenin anlamı yok kırmızı güller açsa ne olacakki.Ben seni sevdim diyemem.Ama alıştım sana papuçlarımı boyadım sen giderken perdelerin kapattım gecenin.İşsiz erkeklere anlattım kavgalarımı.Hani devrimler yapacaktık o güneşin ısıttıgı mevsimde. Biliyormusun sen çok sevmedim ben ama aradım bir kırmızı gülde.Bir sıcak çayda ısttın yüreğimi.Tüm renklerimi karattı gidişin.Ben bekledim toprağı ve ölümü.Sen gittin güneş doğmadı yağmurlar ıslatmadı göz yaşlarımı.Bir karanlıktı umut yitikleştim gittin sen.
En iyisi sevmeyi bırakmakmı bilmiyorum .Sevmeyi bırakınca anılardan vazgeçmiş olursunuz gibi geliyor insana .Anıların olmadığı bir hayat kökü sökülmüş bir ağaç gibi yavaş yavaş tükeniyor.
Önce ıssız bir sakinlik sardı odayı .Kırık bir vazo gibi bir çiçekti solgundu.Özlüyordu.Artık konuşacak onunla sohbet edecek bir kedisi bile yoktu.Yanlızlık onun hep korkularını beslerken.Niçin dedi niçin anlaşılır olamıyorum. Yırtık bir perde gibiydi onun penceresi kapatıyordu ışıklarını güneşin.O karanlığa mahkum bir fahişe gibi kabullenmişti yanlızlıgını.
En kalabalık aileler en yılgın ömürlerin müdavimlerini yaşatır olmuştuda bunu anlamakta zorlanıyordu. Kimbilir belkide hayatı sonsuz sandı .Her saat başı aynı haberleri veren izlence araçları gibiydi gördükleri .Kim bilebilirdi kim yol gösterebilirdi sakince kabulleni verilmiş bir kaderin alnında yansıttığı çizgileri kim silebilirdi.
vazgeçmeyi bilmeyen.Bana ırak bir hikayede bir kelebek olup kısa bir Özgürlük militansı bir ruh istiyor.Sorgulayan isyan eden. Gölgelere savaş ilan eden opeletsiz askerleri bekliyor hayat.
Birileri sizi önemsiyor ve sizi ödüle boğuyorsa kendinizden şüphe edin bilelimki üstüne binilmeyecek sıpanın önüne kimse saman koymuyor. Yaşamda sizi üzen sözlere muhtap oluyorsınız sorun sizde değildir. Birileri şımarıklığının cehaletinde basitliğin hiçliğinde tükenmişliği yaşıyordur. Bırakın bataklıkta böcekler kendileri gibi davranmanın keyfini yaşasınlar.Bazen keyif ölümden ötedir de farkedilmez olur. Bir sorun gider daha çetrefillisi gelir .Sorunun gider görünmesi sizin dışınızda gelişmişse onun sonucundan iylik beklemek büyük bir gaflet oluyor.Bir sorunu görmezden geliyorsanız o sizin ruhunuzu tüketir.
Bazen hayat öylesine tokat çarparki sizi kendinize getirdiği için Tanrı,ya teşekkür edersiniz.
Yaşamda kısıtlı bir alanda olma zorunluluğu varken ölümün gerçekliğinde düşüncede oldukça rahat olma şansını kendimize verebilirmiyiz. Bu sürecin adımlarında aile toplum töreler din gibi özgün verilerin etkisi ne olabilir. Yaşamda nerde duruyoruz. Dogrusu insan toplumsal bir canlıysa onun bireyselliğinin sınırları nerede bitiyor. Bizi şahsiyet olarak var eden etkenler ruhumuzu nerede nasıl besler oluyor.Toplummu yoksa kendince var olmak isteyen insanmı beklentide öncül oluyor. Neyi niçin ne kadar yaşayabiliyoruz.Toplumu onun hücresel varlıgı aileyi hangi döngü yaşatıyor.Sosyal bir varlık olarak bizi etkeleyen tüm kutsallarımızın başlangıç yada bitiş sınırı olasımıdır. Yoksa degirmende ezilen bugday başaklarımıdır toplumcu yanımızla halcemiz. Niçin ahlaksal olarak samimi olamıyoruz.İnsanca yaşam yolculugumuzda kurdugumuz uymamız istenilen yapılarda insanca hakça bir yaşamdan mahrum bırakılıyoruz.Ekmegi aşkı umudu niçin birileri kendi çarklarında yitikleştiriyor. İnançlarımız bizim kurtuluşumuzmu yoksa felakatimizmi oluyor. Yaşamın her sürecinde niçin yetmezlik içinde kalıyoruz. Baş edemedigimiz hastalıklar önleyemedigimiz sömürü düzenleri gerçeklerle bagını koparmış yanılgılar teknolojinin yetkenligindeki güçsel sınırsızlık yılgın korkular insan olarak bizi niçin mazlumlaştırıyor.
Toplumun dayatmalarından kurtulabilmek için kendimce çözümüm hayal kurmak oluyor. Yaşamda zaten bir hayal gölgesi degilmidir.
Bana hiç aşık oldunmu diye sorduklarında yanıtım gerçekçi oluyor. Evet zaman zaman kendimi hasta hissetmişimdir.
Farkındamısınız sabit düşünce bizi karanlığın içinde tutuyor. Birşeye tabi olmak aklı birilerinin gölgesinde tutmak bizi tekilden kopartıp özgürce düşünme becerisinden soyutluyor.Bu durumda düşünce baskının kölesi oluyor.Böyle düşünmelisin şöyle davranmalısın şöyle inanmalısın gibi kalıpların içinde iradeyi hiçleştiriyor.Dolayısıyla yenilik özgür düşünce bu iklimde kendine yer bulamıyor.Farklı düşünme o düşünceyi açığa çıkarma kabul görmüyor.Farklı düşünenin bu düşüncesiyle ufuk açma şansını bizlere verdiği görmezden geliniyor. Onun için toplumsal karekterimizde sağlıklı bir temele mualesef dayanmıyor.İçsel yada sosyal karmaşayı besleyen ana yanılgı inanın sabit düşünceylebeslenirken toplumsal yapıyıda oldukça hırpalıyor. Böyle bir iklimde yozlaşmış fikirler gerçekliği mümkün olamayacak yapılar kendini güçlü görüyor. Bir bireyin yada milletin hafızasında var olanın degişimede açık olabileceğini bilmek geçmişin her değerinin o değeri yüceltecek bir içsellige ulaşamamış olurunuda kabullrenmek yenilikten korkmamak yenilgie açık olurken özgün kültürel degerlerlede barışık olmak denklemi yerli yerine oturtmak ben ve biz içselligi iyi yorumlamak belkide hayatın ana akımına yön vermekte esas olur diye düşünmeyi becerebilmek. Bunu yapabilince var oluşumuzuda bir temele dayandırma cesaretini kendimizde bulabilmek.
Dostlar farkındamısınız aslında tanrının varlığını kabullenmek çok sorumluluk isteyen bir tercih. Tanrının varlığını anlamak size sorumluluk yüklüyor szin kendinizle hesaplaşmanızı zorunlu hale getiriyor. Yaşama bir maya tutuyor.İman sahibi olmak sizi siz yapıyor o derecede sorgulatır oluyor.
Azla yetinmeye alıştığınızda çıkarca bir bolluğun size sadece ızdırap vereceğini daha iyi anlıyorsunuz. Buna yaşamsal bilinç yansıması diyebiliriz.
Ben düzgün insanlara mahkumum. Seviyorum onların gölgelerini beni yakıcı yalanlardan koruyor. Cömertçe açılıyorum içimi onlara . Boşa geçmiş ömürler acı veriyor içime.
Güncel yaşam dialektigi oldukça kesikindir (Zıtların çatışkısı ) Bu çatışkılı durumu paylaşıcı boyuta getirmek yaşam bilinciyle ilgili bir durum olsa gerek.Çogumuz yaşamımızı pilanlamaktansa yaşamın bize yönelttiği yolculuğa eyvalalh diyerek hayatımıza devam etmiş oluyoruz.Sonrası o hayat yüreğimizi dağlıyor. Burda zorunsal olanların ötesinde tercihler ve yanılgılar biribirinin içine geçerken koca b ir ömrü feda ettigimizinfarkında bile değiliz.Özgün bir kültürümüz var bu kültürün özünü koruyup olması gerken içleştirip tortularını öteleyebildikmi yaşam biraz daha kolaylaşacak gibi. Bunun için bir beyin aydınlanması hepimizin ihtiyacı olan bir sonuç olmalı. Yoksa gölgelerin ardında ömürler tükenip gidiyor.
Bugün günlerden hüzün şöyle bir rakı alıp içmeli kımız niyetine. Her kadehte kovmayı becerebilmeli derdi tasayı .Yada aksi olsun hadi gelin tüm ahlaksızlığımızı avuçlarımızdan serpelim yerlere. Yerler özgürlük tohumlarını tanısın. Bir esmer kadın saçlarına savursun Akdenizde Ak deniz özgürlük nedir umut nedir aşk nedir tanımış olsun. Yaşamın tüm kıyılarında barış çıçekleri açsın denizlerin. Egede bir adada bir balıkçı meyhanesinde gece gelsin pencereye biz yıldızları sayalım ruhumuzda sevdalar olsun. O bizi bırakıp giden aşklara inat.
Yuvadan uçtunuzmu kanatlarınızı açmalısınız.Geriye baktınızmı o kanatlar kırılır uçamazsınız.Yuvanızı kuramazsınız.Nefes alamazsınız.
Konuşmayı beceremiyoruz içimizdeki ego buna engel oluyor.Kocaman yanlışlara boyun eğdiğimizin farkında bile değiliz.Siz bakmayın yavan sohbetlerine sözcüklerin bir yerlede yanlışları var davranışımızın.Bir yerlerde yitikleşmiş gerçekliği zamanın .Özgünleşmeyi becerememiş bataklıkta kulaç atmaya çalışıyoruz. Halbuki hayatın güzel bahçeleri var üzüm bağları kiraz zamanı var. Usulcacık sever ruhunu şeftali bahçelerinin sevecen gülüşleri var hayatta. Bizim dikenler arasında dolaşmaya hakkımız olmamalı.
Özgür olmayı başaramıyoruz. Çünkü bizim kültürümüz özgürlüğü benimsemiyor. Mutlak bir itiat sorunsuz bir kabul ediş istiyor. Dogrusu bizde özgürleşme yandaşı bir ruha sahip değiliz gibi. Birilerinin mutlak hükümdarlığında kendimizi güvenli görmenin yanılgısını içimizde taşıyoruz. Cehaleti bilgelik görüp koca bir ömrü yorgun geçirmeyi kendimize görev olarak görmekten kurtulamıyoruz. Birilerini hep üst görmek birilerini çokça memnun etmek yaşamın duygularını hep birileri için törpülemeyi zorunlu bir ahlak kabul ediyoruz. O birileri bir türlü yakamızı bırakmıyor. Güneşi balçıkla suvayıp bizi karanlığa mahkum ediyor. Dogal ve sevisel yaşamı bir yana itmiş korkuları ve biad etmeyi gerekli bir zorunluluk olarak ruhuma kazımış görünüyoruz. Onun için yaralıyız. Özgür değiliz.Özgür olabilmek için bir çabamız olduguda pek görünmüyor.
İnsan denen canlı çok ilginç bir yaratık .Mutlu olmaktansa mutsuz olmak için enerjisini harcamayı marifet sanıyor.Çokça yanlışları olan bir hayatı doğru kabul ediyoruz. Yaşamı sonsuz sanıyor olacagızki zamanı anlamsız kavgalarla geçirmeyi ömrü anlamsız heveslerle tüketmeyi marifet sanıyoruz.Dogru bildiklerimiz yanlış sandıklarımız ruhumuzda fırtınalar estire dursun. Biz yaşam kulvarında hep sessiz görünmeyi tercih ediyoruz. Sevmiyoruz sevdiğimizi sanıyoruz. Iraklara gitmeyi kurtuluş sanıp adım atmaya cesaret bulamıyoruz. Yaşıyoruz kim için ne için bu içimizdeki kavga anlamayı beceremiyoruz.
İnsanların gözlerine bakınız orda nefret ve umut el ele ışıklarını saklar o ışıkları siz görmeye çalışın sevmekten asla vazgeçmeyin .Sevmek yaşamda paylaşmayı getirir. Çiçekler açar pencerede perdeleri açıktır artık o sevinç dolu yüreğinizin. Yaşamak anlamlıdır.
Birgün bahar gelecek bu memlekete belki biz göçmüş olacağız.
Toplum böyle bir şey çok erdemli şahsiyetleride aramızda saklar kendinden bi haber selam vermekten aciz tipleride. Tip olmak gerçekten farklı bir şeydir bunların her davranışı barbar bağırır vakitsiz öten horozlar gibidirler. Kendi karanlıklarına dipte olurlarda kendilerini göklerde sanırlar. Tüm bunlara birde kendini üst görenler vardır. ‘Ben buyum ‘ Havasında olurlar. Bize gelince emekçi yoldaşlar vatansever ülküdaşlarız biz ben olduğumuzu bilir biz olmayı tercih ederiz.
Vakitsiz ölümler : Nasılda kabulleni verdi ölümü Görünürde kudretli saygın cüsseli eğitimli devrimci duruşu olan bir isimdi. Birgün hastalandı hastalığının farkında bile değildi. Dürüsttü saygıyı hak eden bir şahsiyetti. Sessiz ve vakurca ölümü kabullendi yitişini anlamak çok hüzünlüydü. Biliyormusunuz vakitsiz ölümler çok yıkıcı oluyor.
Zaman acıyı unutturabilirmi olasıdır.Eger yaşadıgımız acılar aynı dozda kalsaydı nefes almak mümkün olamazdı.Acı dingilleşiyor.Bunu unutmakla karıştırmayalım.Büyük islam düşlünürlerinden biri şöyle demiştir. ‘ Bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor. ‘
Dünyada bütün insanlara acıyarak merhametiyle faideli şeyleri yaratıp gönderen insanın beşeri hayatına şevk veren yüce Tanrı bizi bağışla koru merhametini esirgeme. Ölümün dehşeti bizi bulduğunda bize merhamet et.Amin.
Orada sesizce duruyorlar.Çünkü seslerini çıkarmaya sebep olacak karmaşık fikirli insanlar yok etraflarında. Hepsi bizim gibi sıradan insanlar neyi niçin istediklerini bilmeden hep istiyorlar. O bitmek bilmez benim olsun duygusunu kendilerine baş tacı etmişler.Sokak onları hiç bilmiyor.Hiç gurbet görmedi onlar.Devrimci anarşist bir ruhlarıda yok oldukça silik o derece cüretkar bakışları var.Bir yerlerde dolaşan tilkilerle akraba gibiler.Belki tilkiler onlardan daha geride kalmış olabilirler kurnazlık denilen yalan dolanda. Yalandan söz etmişken ‘ Yalandan nefret ederim ‘demek pek gerçekçi olamıyor .Hayatın kendisi yalanken bırakın insanlar duymak istediklerini duysunlar. Siz nasıl bilirsiniz aşkı. Herkes nasıl bildiyse aşkı bende öyle tanıdım.Korkak yalın ve acımasız.Dünyanın en güzel ülkesiydi umut.Esmer kadınlardan sakladıgım acıydı aşk. Haydi buluşalım seninle karanlık bir gecede.Tüm yitenlerimizin hikayesi yüreğimizde.Ne olacaksa olsun artık dediğimizde.Biliyormusun uçsuz kimsesiz bir ömrü tükettik.Esmer tombul memeli bir hasret sakladı sütünü.Aç bıraktı bizi. Ölümdü, kapıyı çalan .Aşk dedikleri bir puslu hikayesiydi ömrün.
Gün geçmiyorki içinizde yeni bir yara açılmasın .Ruhunuz incinmesin.Korku hücrelerinize misafir olmasın .Artık çekilmez bir hayatın müdavimi olduğunuzdan emin oluyorsunuz.Bu dünyada hiç birşeyin düzeleceği yok gibi. Çöl fırtınasında kalmış gibisiniz.Arkanıza baktığınızda bir ömrü sere serpe dağıtarak tükettiğinizi anlıyorsunuz.Karşınızda sizi anlıyacak bir yoldaşınız yok.Kedileriniz bile sizi terk etmiş görünüyor.Umutlarınız karalar bağlamış.Kara bir yosun tutmuş cehalet. Güneşin ışıkları perdeleri kapalı odaları ışıltamıyor .
Yağmur ekim ayının son günlerini yaşarken şehri etkisi altına almış görünüyor. Yıllar evvel Ankarada ki memurluğumun ilk günlerinde babam şirin ustayı kaybetigim kasvetli hüzünlerimde de bu şehirde yağmur yağardı. Yagmurun günlerce sürdüğü olurdu .Çocuklugumun geçtiği Diyarbakırda da kış günleri kar yağar o kar ayaza döner dar küçeler evlerin damından kürenen karların azizliğiyle günlerce kapanırdı . Teneke odun sobalarında ısınılır bazı evlerde kömür yakıldıgıda olurdu. Kömürün evlere kadar gelmesi zordur.Yüregi pak güneşe hasret emekçi ömürlerini törpülemiştir kömür ocakları . Emek maden ocaklarında onurlanır.
Birini seviyorsanız yanlış yapıyorsunuz demektir .Kan bağınız olanları sevmenizse farklı bir durum çünkü yakınlarımız sevgimiz için bir çaba içinde olmuyorlar. Emek harcanmadan sevgiye muhatap olmaksa büyük bir haksızlık oluyor. Evet sevgi çok önemlidir kutsaldır etrafa saçılmasına musade etmeyelim. Hak edene gösterelim. Yaşam sevmeyi başaran insanlar için bir gazap ocağıdır. Sevmek hüzünü besliyor !
Biran sözcüklerin olmadığı bir hayatımız olduğunu varsayalım .Elektirigin olmaması gibi yaşamımız felç olmazmı .Anlatmak istediğinizi yazıya dökemiyorsunuz kendinizi anlatamıyorsunuz.Olası duyguları şiirelere dökemiyorsunuz.Varlıgınıza dair hiçbir veri yok ne kadar acıklı birdurum.
Kaybedenlerin acılarının yürekteki hüznünü bilemeyiz biz . Herkes kendi acısının korlarında tükeniyor. Kimbilir şiir belkide toplumsal olgudan öte bireysel haykırışımız oluyor. Anlaşılıyorki edebiyat ölümcül yaşamaktır .
Yazıyorsanız korkmayın çamurlaşın ! Başka türlü anlatamazsınız yaşananları. koca bir ömürde çoğumuzun yaptığı bu degilmi birilerini memnun etmek .kendi hayatımızı zehirlemek.
Bu gece seni aradım,sanki hiç aramamış gibi .Camlarda bekledim gelirsin diye. Sanki beklenilen gelirmiş gibi.
Çagırdım tüm korkularımı yanıma ilk ışıklar yanasrken şehirde yoktun sen. çekip gitmiştin yanımda bıraktığın özleminle bekledim .
Gidiyorsun hiç söylemiyorsun gittiğini. Bilmiyorsun yorulduğumu sen gidince. Ben kalınca seninle.
Biliyorum ‘ bu illet beni bitirdi ‘ demiştin ! öyle oldu ölüm aldı seni artık sen gelmeyeceksin ben geleceğim o meçhul karanlığa !
Ölüm bir yanılgımıdır .Yoksa bir devinimmi. Yaşam nereye kadar yaşamdır.Ölüm ötesinde karanlık nasıl aydınlatılacak .Hoş geldin inanç !
Yaklaşık biryetmiş( cm) metre kazılan toprakta maddesel varlığınız nötürleşiyor. beden yerini kemiklere bırakıyor ! kefen denilen beyaz bir beze sarılmış ceset üzerine çapraz konulan bir kasç tashtanın altında meçhuliyetin sonuna mahkumlaşıyor . Ağlayan ,gülen düşünen o muazzam ruh nerelerde şimdi !
‘Her canlı ölümü tadacaktır ‘ enbiya sür.35 ayet. Ölüm yaşamın bilinen haliyle yok oluşu !
Ölüm asla kolay değildir. Her insanın ölüm yolculuğu benzersizdir. Her hayatta kalanın iyileşme süreci de aynı şekilde farklıdır.Sevdiğiniz birisinin ölüme yakın olduğunu kabullenmek çok zordur. Eğer yaşlıysa veya ölümcül bir hastalığı varsa, ölümünün yakın olabileceğini bilmek genellikle uğraşması veya kavranması bizi zorlar.
Dostlar çevrenize bir bakın her şehrin bir üst sınıfı var.Onlar farklı yaşıyorlar farklı geziyorlar farklı bir hükümdarlığa sahipler. Onları düzen koruyor düzen onlar için var oluyor.İşçiler köylüler ve alt kademe memurları yapının kendi yokluklarında nefes almak istiyorlar.Biraz mürekkep yalıyanlar kendi yaşamlarında palazlanır görünselerde aslında onlarda korkunç bir çarkın yitik ömürlerine mahkum olduklarını anlayamıyorlar. Biz mavi yakalıyız. Mavi gökyüzü gibi sınırsız hayellerimiz var bizim. Tanrı bizi tanıyor biliyorum.Biz koruyacak tanrı bizi cennetinde umutlu bir sonsuzluğu avuçlarımızda ısıtacak .
Acı ölümün geride kalanlara bıraktığı en zorlayıcı duygudur. Yaşam anlamsızlaşır. arzular sönükleşir. Deger verilen herşeyin aslında gereksizliği daha bir belirgendir. Ölüm katlanılası zor bir yüktür hepimiz için. Birgün ölümün bizi bulacağını bilmek ve meçhuliyeti kabullenmek .
Kimbilir yazılan düşünülenin sözcüklere dökülmesinde bir şeyleri yitiklikten kaçırma duygusuda bize yön verir olmaktadır. Yaşam ve ölüm iki içsel varsalın ruhumuzdaki yoldaşları olmuyormu.
Gümüş bir tepside önüne getirdiler bakır bir cezvede pişirilmiş türk kahvesini. Kırmızı güllü halep işlemeli fincanlara şöyle bir göz attı ortadaki fincanı alıp önündeki sehpaya koydu. Evdekilerin kendisinede biçtiği bu agır abi rölünü artık sevmeye başlamıştı .Küçük bardaktaki sudan bir yudum içti arkadan çekersiz kahveden bir fırt çekti. yaklaşık onyıldır uğramadığı bu komşu evinde seksenini geçmiş merhum arkadaşının eşinin rahatsızlığında geçmiş olsuna gelmişti. Yaşam bir devinimdi oda bunu biliyordu. Kahveyi bitirince yarım kalmış suyu yine yudumladı. Yaşlı kadının yorgun bakışlarını takip eder görünüyordu. kendiside o yaşlarda olduğu halde daha dinçti hala bahçeye gider küçük çapa motorunu kullanır ağaçları zamanınnda budamayı ehmal etmezdi .Yinede bir şeylerin sonlarında olduğunu içten içe hissediyordu .Gençliklerinde hiç düşünmedikleri ölüm şimdi akıllarının odağında kendini hatırlatmayı görev bilir gibiydi. Neydi o günler o bıçkın delikanlılık anları gökyüzünde güneşin bir başka parladığı zamanlar .Geçmiş asla geçmiş değildir.
Esmer bakışlı kadının her sabah aynı saatte gittigi o kaldırımın taşlarında bugün onun topuklu sesleri duyulmuyordu. Acaba birşeymi olmuştu. Büyük ihtimal hastalanmıştı. Çalıştıgı fabrikanın mülkiyet kodomanı yetkinceleri yövmiyesini kesermiydi. Yoksa rapormu alırdı hasta olduğuna dair. Kimbilir belkide canı gitmek istememişti bu sabah her sabah mahkumlaşıp koşarak yetiştiği işine. ‘Canı cehenneme ‘diyesi gelmişti belki ‘işininde parasınında ‘
Tanrı günahları sevmiyor .Bizse seviyoruz çünkü yaşamak istiyoruz. Günahkarlarız bunu biliyoruz.
Nisan yaklaşıyor bahar geliyor memleketimin kadınlarının hüzünlü gözlerine. Artık daha çok özlenir oluyorlar ölümün alıp götürdüğü yolcular. Kimbilir belki bu son olacak birdahaki ilkbaharı göremeyecek gözlerimiz. Bir kadın Diyarbakır kerhanesinde kesecek saçlarını kendisini batağa düşüren umudun. Yorgun bir gece olacak son gecemiz bir türlü gelmeyecek o sabah .
Kapıda bir sessizlik içerde umutsuzluğu çaresizliğin. o gece saklanacak yıldızlar karanlığın arkasına ay hiç yokmuş gibi aratacak kendini . Geçkin yorgun bir ömrü yaşatacak gece herkese inat en umulmaz günahlar içinde. Ölüm gelecek kahverengi gözlü kadınımın hayellerine.
Ben seni hiç sevmedim sadece istedim yanımda olasın sabah olsun bir çay demlesin kara çadırın yörük kadınları Toroslarda bir köy evinde yaşamak umut etmektir anlıyorum.
Sınırsız fedakarlık çoğul bir aptallıktan başka bir şey değildir.Bunu insan yaş ilerledikçe daha iyi anlıyor.Sevgi her zaman size umut aşılamıyor. Çogu zaman sizi tüketiyorda siz bunun farkına ileri yaşlarda varıyorsunuz.
Deger görmek istiyorsanız değer vermeyi öğrenmelisiniz.Çogumuz bu gerçeği görmek istemiyoruz.Kendimizi önemsiyor.Dünyanın merkezinde kendimiz var sanıyoruz.Selamlaşmayı daha insanca başarabilen canlılar olamıyoruz.
İnsanın kabul edesi gelmiyor. Kurallar ve yaptırımlar hayat yalanlardan ibaret gibi.Bunu sende biliyorsun .Sokaka kedileri biliyor.Evli kadınlar ve eşcinseller biliyor.Bu yaşamın kimseye huzur vereceği yok gibi.Herkes kendini namus abidesi sanıyor.Birileri hep neyin ne olduğunu anlatıyor kendi karanlığında onları duymak mümkün olmazsada vazgeçmiyorlar kendileri olmaktan.sonra anlıyoruz görünenle yaşanılan asla aynı duygular olmuyor. Herkes keseri kendi için kullanıyor gibi. Üniveristeli akedemisyenler kendilerini çok önemsiyorlar. Onlar şiir okumayı sevmiyorlar görüyorum. Şiir okumayan insanlar sevmeyi pek bilmiyorlar diye düşünüyorum.Eli silahlı militanlar kendi doğrularında savaşıyorlar genellikle sakallı yeşil ünüformalı tipler bunlar. Onlarla edebiyat konuşmak mümkün olmaz gibi geliyor bana. Bir kadın saklanıyor gizlerine yalanının biliyorum herkesin kendi yalanı yüzüne taktığı kendi maskesi var.
Ben ne çok soru sordum sana bilmiyorsun .Yoruldum peşinde koşmaktan resmen bititim ben koca ömrü yalanların içinde tükettimde haberim olmadı .
Ah nasılda başkaları için yaşadık kan bağıyla bağlı olduğumuz kim varsa onları yakın sandık kendimize.Tüm yalanları biriktirip sakladık gerçeği .Önümüzde rutubetli bir duvar bekledik ölüm yıksım tüm azgın kalelerini yalanın .Öyle olmadı ama birileri kılıçlarını çoktan kuşanmış kirli gülüşlerini maskelerine ruj yapmıştı .Hani esmer memeli fahişeler gibi çekiciydi yalanları biz inandık onlara.Ölümü ötelerde bir puslu camın ardında sandık.Sonra en cafcaflı camanında cam kırıldı .Bir kadın bıraktı kendini kirli şiltelerin rezilliğine bedbah bir hayattı gitsede kalsada anlamsızdı .Sokaklarda kimseler yoktu bunlar olduğunda. Bir polis arabası köşede bekliyordu .Tüm hırsızlar kuytu köşelerde giri devlet dairelerinde birkaç güvenlik görevlisi gözleri boş sokaklarda güneş yitikti yanlızlıkları önderdi onların.Hayat esmer bakışlı kadınların gizlerinde saklanmıştı sanki Tanrıdan vaz geçmiş atesit bir erkek sokaklarda geziyordu.O sokak bizim sokağımız değildi biliyorum. Çok kadınlar sevdi çok kadınlar ıraktı gecesine zamanın .
Ben düşünceyi öznesinde sen varsan sevmişimdir.Seninle çok şeyi konuşmayı becerememiş olmuş olsakta benze senle yolculuklarımı<z iyi olabilir.Biliyormusun Ankara garından her gün Güney doğuya bir tiren kalkar .Kırmızı çizgili bir lokomatif çeker o tireni tahminim sıcak insanları alır götürür umudun zirvesine. Sence ikimiz o tirenlerden birinde olsaydık şöyle pencerelerinde Anadolu ben burdayım diyor.Kompartumanda sen ben ve çokça hayellerimiz bırakıp kendimizi umudun kolarına. Anadan bacıdan yada ayrılıklardan hikayeler anlatsaydı gözlerimiz. Ben seni sevmezdim biliyorum.Sende çekip gitmezdin yorulmazdım ben seni aramaktan yüreğimde.
İlk yazıtım izdüşüm kitabını yazarken şunu farkt ettim aslında her şeyin bir bitişi var ama bizler başlangıçlara takılı kaldık. Tüm yorgunluğumuz bu olmalı diye düşünüyorum.Yaşlarımız geçki ölüm yzakınlaştı bize ama biz hep çocuık kaldık içimizde biryerlede.Kadınlarla yattık Sabahları işe gittik.Akşam üzerleri yorgunduk eve dönerken .Yada hiç dönmedik bir yerlere hep nere gittiysek bir yanımız orda bıraktık .
İnsan sarılınca acı yerini terk eder diye düşünülür acının yitirilenin bıraktığı bir hüzün olduğunu görmek istemez umut. Kırık dalları olan ağaçlarda çiçekler açmaz.
Bir ağaç düşünelim dünya denen toprakta bir dalında çiçekler menekşe olsun adı türk kavimi diyelim ona bir dalında suları ıslatsın egenin özgürlüğü bir yünan meyhanesinde sirtaki oynayalım.Karşı kıyıda hurmalar olsun bir arap kızı sakız çiğnesin özgürce.Irakta çok ıraklarda yıldızlar ülkesi denilen yerde bir koreli kız saysın yıldızları gökyüzünde.Herkes kendi şiirlerini okusun gökyüzü hepimizin diyelim. Dikenli taşlı yoları temizliyelim .Askerleri emekli edelim.Beyaz zamambaklar ülkesinden hikayeler anlatalım .Kadınların saçları özgürleşsin .Yaşamak sevinçlesin yüreklerini insan denen canlının.
Ben seni çok farklı sevdim dedi sonra çekip gitti .Ben arkasından öylece baka kaldım .Hiç içmeyi beceremediğim halde bir yerlerden bir sigara buldum çakmağım yoksa mutvakta ocak ateşinde sigaramı yaktım.Sonra balkona çıktım. İlerde soytarı bir hayat kendini anlatıyordu sevmeyi bilmez erkeklere. Ben onlardan degildimSeviyordum neyi niçin sevmediğimi bilmeden. İsimsiz şiirler okuyordum .Ben gibi ölünce kabri bilnimez garip kimselerden biri olacaktım.İsimsiz olacaktı şiirlerim benim.Tıpkı sevdalarım gibi.
Duyguların yanılgıları bazen çıkmaza girebilir dogru nedir bilemezsiniz hüzün ve çaresizlik benliginizi tüketir sinirceli kişilikler ruhunuzu törpüler yasaklar ve görevler yaşamınızı mapus etmiştir.kendince hiç sinizdir ruhunuz size yetmiyordur onun için bir şeyler olmalısınızdır isminiz kişiliginize yetmez olur mutlak bir şeylerin içinde olmalı sürüye katılmalısınızdır .Halbuki dogal ve sevisel yaşamda insan zaten sosyaldır ruhsal olarak birey olarak birden fazla olmalıdır ama bu fazlalık ben olmayı tüketmemelidir alman faşizmin yeşerdigi toprakta bu topraktır ,bir şeyler için bir şeylerin emrinde olmak Bilelimki bu yanılgı insanların çogunlugunun mutsuzlugunun ana yanılgısıdır .Toplumun kendisine verdigi görevle tükenen ömürlerin sahileri . Kendileri tükenirken sevisel yaşamında özüne kibrit çaktıklarını nerden bilecekler. onun içindirki belkide tümce insanların yüreginde bir şeylerin eksikligi kanayıp durur Neyseki dünya ölümlüdür. ölüm bu parentezi açar sizi ötelere taşır gerçekçi kimliğiyle ile ben burdayım der.
Sana katlanmak gereklilikti biliyorum. Su içmek gibi nefes almak yada korkmak vakitsiz ayrılıklarından umudun.Bir hikaye olmak yalanlar arasında.Seni kabullenmek özgürlükle ilgili bir şey.Çok şey anlıyacagın kabullenmek yükünü.Ömür öyle uzun nehirler gibi değildir.Sağanaktır ıslatan yoksunluğunu.Korkmak anlamsızdır artık ölümden.Seni sevmek nedir bilmiyorum.Bildiğim ölüm senin yanında bulsun beni.Islak bir günah papuçlarıma arkadaş.Gitmek öyle olsun soğukça ve yalnız.Heybede yitik kadın suliyetleri.O göçkün kervan durmasın buralarda.Bir sen ol hikayesinde yitikliğin.Birde yokluğun o toprak damlı evde.Seni sevmek nedir bilmiyorum inan.Sadece gerekliliği var ısıtmak için.Ayaz gidişlerinden kurtulmak için.Biliyorum ölümüm kolay olmayacak sensiz.
Bazen yakın çevremden de büyük tepkiler alıyorum. ‘Onu anlattın şunu söyledin ‘ tepkilerin dozu oldukça yüksek oluyor.Aslında yapılmak istenilen yaşama bir ayna tutmak yaşanılana bir neşter vurmak .Eger bataklığın içindeyseniz kendinizde o bataklığın bir paydaşı olmuşsunuzdur bunun için haykırmanın bir anlamı olabilirmi. Hem bataklıkta olup sonrada bataklığı anlatanı suçlamanın ne anlamı var.
Aslında eylemci bir yapıdır hayat ve biz bu hayatta hata yapmadan var olma şansına sahip değiliz.Bir ormanda yol almak isityorsanız dalları çiçekleri otları kırmayı göze almalısınız. Çogumuz bunu yaparken kendimizi suçlu görürüz. Suç tabiki cezayıda arkasından sürüklüyor.Bu suç ve ceza kavramları insan denen canlıya ait bir gerçeklik.Diger canlılarda bunu göremezsiniz bir aslanın bir antilopla ilşkisini göz önüne getirelim tam bir vahşet degilmi aynı zamanda oldukça doğal bir sonuç aslanın fıtratında parlamak kendinden güçsüzleri kendi yaşamının devami için yok etmeyi becermek. İnsan denen canlı öyle değil.İnsanın kendisi merak eden sorgulayan kültür oluşturan bir canlı işin en can alıcı yanıysa keskin bir sosyal varlık olması .İnsan olmaka toplumcu olmakla özdeş bir sonuç oluyor.
Kerhüsrev derki ‘İnsanın yönetmeye hakkı olması için yönettiği insanlardan daha değerli olması gerekir ‘ (bilge ) Düşünsenize farzedelimki bir cahiller takımı yaşadığınız toplumu yönetiyor.Ah zavallı varlığım.
Ölüm kaçınılmazsa bilelimki sıkıntılarımızda ölümle yitikleşecek gittiğimiz yada gideceğimizi düşüneceğimiz yerde durum ne olur. İşin özü onu ölüm bizi bulunca anlayacağız.Tanrının cennet ve cehennemi bizi bekliyor.Kavuşmak için acele etmeyelim olurmu. Yaşam iyidir yada kötüdür bu kendimizle ilgili bir sonuç degilmidir. Biz iylige yönelebilirsek belki iylik egemen olacaktır.Ama çoğumuz çok acı bir ben duygusuna sahibiz.Oası her mülkün hükümdarı olmak istiyoruz. Ne kadar zavallıyız geçici bir dünya sınırsız bir mülkiyet özlemi içindeyiz.Portakal bahçeleri üzüm bağları ceviz ağaçları apartmanlar köşkler ne var ne yok hep benim olsun sevdası içindeyiz. İnanın ölüm var babalarımız bunu gördü torunlarımızda görecek .
Ne özgürlük şiirleri aklımda nede kavgaları ekmeğimin.Sessizce saklarım kendimi o karanlık odaya. Hani gel dedide gidemedim yanına yolları dikenliydi umudun. Kimsesiz çıplak bir şiirdi avuçlarımda. Bir çocuk okula gidiyor annesiyle.Mavi bir önlük giymiş .Kısa bir gülüşü var kendince. Biliyorum özgürlük senden kaçmakla başladı senden gidince tükendi gece. Sabah hiç gelmedi kapıma.Perdeleri hiç açılmadı sevdanın.
Aslında kendi kültürünü bilip tüm insanlığa merhaba ben burdayım ve sizinim diyebilmeyi başarabilirsek tüm savaşların köküne kibrit çakmış oluruz.Ama biliyoruz ki kader hükümdarlığını bize yaşatıyor.Bir çok yaşam yolculuğu kaderin hükmünden azat olamıyor.i
Herkes kendi fanusunda ömür tüketiyor .Ruhumuz cam ardlarına mahkum gibi.
Hayat çok enterasan inanın öyle işçiler öyle çiftçiler varki üniveriste rektörleri onların yanında yitik cahil kalırlar. Yaşam üniveristesi her yaşayana bir katkı veriyor inanın bir suçlu dahi bir an oluyor çok şeyi daha iyi algılıyor. Halbuki insanın düşünesi geliyor madem böylesi bir bilinç onda varsa kendini niçin koruyamayıp mahpus damlarında ömür tüketiyor. Düşünsenize bir genel evde yarı çıplak ömür geçirten bir kadını ona censelligin neyini anlatacaksınız. Akıl işimi bu bir zeytin üreticisinden daha iyi bile bilir misiniz zeytinin kıymetini.
En büyük ızdırap bir yerde kendinizin oraya ait olmadığını bilmenizle yaşanıyor.Ölüm sizi bulmadan kabul edilmesi en zor durum bu olsa gerek.Birde çok soruyoruz ölünce nereye gidiyoruz (Yada gidiyormuyuz ) İşin özü dogmadan önce neredeysek yine orda oluyoruz yani bilinmeyende.
Benim dogrularım sizin doğrularınız olamaz. Sizinkilerde benim için boş laflardan öte bir kavram olmayabilir. Camide hergün beş vakit namaz kılan birini düşünelim .Birde hiç camiye uğramayıp evinde üç rekat namaz kalan birini varsayalım .Sizce hangisi güven verir.Daim ibadet hanede boy gösterenmi .Her Pazar kilesede en ön sırada papazın söylevine amin diyen bir hiristiyamı daha bir mümin. Yada bir fabrikada ömür tüketen bir emekçimi tanrı katında makbul sizce imanın özü nedir. Günahtan kaçmakmı sizce günah nedir.Mülk sahiplerinin imanıyla emek yoldaşalrının imanı sizce tanrı katında aynımıdır.Mutlak güç hükmederken ‘Esirgeyen bağışlayan’ bir tanrı olarak bu dünyada bizi kendi halimize niçin bırakmıştır.Yada bırakmışmıdır. Tanrının hükümdarlığının sınırları sonsuz olduğuna göre. Kötülük kendini var etme alanına nasıl kavuşabiliyor .Her aşırılık birazda günahlara koşuyorsa biz nasıl sakin kalmayı başarabiliriz. İnsan denen canlı aklıyla her varlığa hükmedebileceğini sanıyor ve ne var ne yok karıştırıyor.Sonuç felaket bir durum oluyor.Eşitsizlikler yalan sevgi yansımaları menfaatkarlıga köle olmuş ruhlar. Ah bu hayat böyle yaşanırmı .Menfaatlerin egemen olduğu bir düzen maskeler takılmış sözde dostluklar sevigiy hak etmeyen kan bagı birliktelikleri. Sonuç kendine yetmeyen zavallı insan yığınları.
Bagımlılık birazda aptallıkla ilgili bir durum oluyor.İnançsa farklı bir kulvar inanmak biraz zorunluluktan kaynaklanıyor.Bizi kendine mecbur bırakıyor.
Alanya da kasım ayı havada keyifli bir kış hevesi var. Biliyorumki Alanyaya kar yağmıyor bizi o zevkten mahrum bırakan bir iklimi var Şehrin. Birde bir vurdumduymazlığı var bu şehrin. Şöyle yüzyıllık bir hamam bulamazsınız bu şehirde. Her ne varsa sonradan bir yerlerden kaçırılıp vitrine konmuş egriti ruha sahip. Birde oldukça nazlıdır yaşatmaya bu şehir size hep eksik olduğunuz hatırlatır.Ölüleriniz tesbih taneleri gibi dağılmış şehrin kabirliklerine. İsimsiz birazda yorgundur umutlanırız korkutur yaşatmaya sizi hayat. Ama siz varsınızdır .Uydurma malları satan esnaf gibidir alanya içindeki derinliğe ulaşmanız kolay olmayacaktır bu şehirde .Mini etekli üniveriste öğrencileri biraz salaştırlar ruhlarının aymazlığına kanıp .Yinede gençler biz geçkinlerden daha bir şanslıdırlar. Umut onlara bizden daha cömert davranır.
Kendini farklı görmek farklı olduğunuz anlamına gelmiyor asla sadece sizi gerçeklikten soyutlar bir hükümdarlığa mahkum oluyorsunuz. Oturdugunuz apartmanda adımladığınız sokaklarda hatta dost meclislerinde içnizde bir yavan hikayesi duruyordur eksik olmanın .Belki hayat budur.Önem verdiğimiz ne varsa bizi önemsizleştirdiğinin farkında olmamışızdır. Neyseki her sabah güneş doguyor ve biz hayattayız.Yaşamayı becerememiş olsak dahi.
Aslında bizi doğrudan koparan ne olur diye sormayı başarabilirsek görürüz ki kin bizi ilkelliğin batağına sokuyor. O bataktan kurtulmak pekte kolay olmuyor.Belki ölüm burda bize bir kapı açıyor. Öyle bir kapı ki her yanı karanlık bir mahzenin içinde yitikleşiyorsunuz.
Bazı insanlar gerçekten üstmü yaratılmışlardır. İnsanın insandan bir üstünlügü olabilirmi. Dogrusu bu çetrefilli bir soru oluyor.Degerli okuyucum bu soruyu kendime niçin sordum burda sizin düşünmenizi niye istemiştim bulundum kendime sormadan edemiyorum.
Tanrının tüm emirlerini yerine getirmek lazım .Bunun gerekçesi ölümlü olmamız. Ölümün bizim için bir amaç olmadığını biliyorsak iyi bir mümin olmanın gerekçesi ne olabilir. İyi bir insan olmakmı asla.İşin özü iyi bir mümin korkuyu iyi yaşayan bir mahkumdan başka bir şey değildir.Evet korkuyoruz ve sınırsız kalacağımızı düşündüğümüz bir cehennemden kurtulmak için iyi bir mümin olmaya çalışıyoruz.İyimi yapıyoruz gerçekçe iman sahipleri kendince iyi yapıyor diye düşünebiliriz. Burda müminin kendi yolunun (mezhep ) yine kendi aklının ışığında aydınlanmasının gerçekçi bir sonuç olacağını görebiliyoruz.Birde şöyle bir durum var kendi ışığınız size yetmiyorsa arayış kaçınılmaz olur. Ben biliyorum olmuyor. Filan biliyor görüşüde asla gerçekçilik üzerine oturmuyor.Sonuç olarak ölüm varsa ona hazırlanmak gerekli bir eylem olsada yoran bir uğraş oluyor.Birde işin şöyle bir yönü vardır kader size ne yaşatırsa yaşatsın siz var olmaya devam edeceksiniz.Böyle düşününce ölümünde bir anlamı oluyor diye umutlanabiliriz.Aslında şöylede yapılabilir ölüm varsa var biz yaşamaya devam edelim.Biliyoruzki bu düşüncede günahların hükümdarlığına mahkum olmayı getiriyor.Yaşam kabul edelimki günahlardan ibarettir ve günahlar oldukça çekicidirler.
Bir amacı olmalı varlığımızın olması gereken yerde durmalı bedenimiz varlığımızın kalitesini ancak kendimiz anlayabiliriz.Gübreliklerde açan güller değerli olmuyorlar. Onlar gül bile sayılmıyorlar. O zaman olmamız gereken yerde olmanın yollarını aramalıyız. Bir düşünür şöyle der ‘ Ne kadar değerli olursanız olunuz yanlış yerdeyseniz degirsizsizsinizdir.
‘Hayat sona eriyorken bize yaşamayı öğretiyorlar ‘ der Cicere. Aslında uzunda yaşasak ölüm bizi bulduğunda yine erken ölmüş olacağız.
‘Yaşamın işe yaramayan tüm dialektik oyunlarını kaldırıp atmak lazım .’Montaigne
Ah şu kurallar töreler biliyoruzki bize yansıtılan cici gibi gösterilen bir çok veri aslında çok gerekli olduklarından yada üst doğru olduklarından değil kural olduklarından bizi bağlayan fikirler oluyorlar. Hani toplumda pek benimsenmez tipler vardır her değeri dışlayan her töreye tekme sallayan itici tipler . Ne dersiniz bu karmaşık ruhlu piç görünümlü soytarı denecek anarşist ruhlular kendilerince haklı olabilirlermi. Bunu düşünmek dahi tüm toplumsal kazanımların köküne kibrit yakmak olurki bu cesareti hangi deli gösterebilir.
Aslında hayatı güzellikle yaşayabiliriz. Bunun en basit yolu yapaylıktan uzak olup paylaşımcı bir ruhu yaşatabilmek olmalı. Benligimize biz olabilme becerisini verebilmeli .Belki ozaman şairlerin o duygu dolu dünyalarına yakın oluruz.Diam önce olan şiir edebiyat resim dünyaya dolayısıyla hayata renklerinin o sıcak keyfini taşıyabilirler.Hep karanlık şeyleri düşünmeyelim. Dogru kendince var olsun.Biz yanlış olalım ve ötelere taşıyalım ruhumuzun güzelliklerini.
Aşk sınırsız bir ulaşma hevesi .Bana göre bir hastalık anlamsız kontrol dışı bir anarşist duygu .Aşk birazda zevk almanın hevesi olarak karşımıza çıkar egosu yüksek aynı düzeyde anlamsızdır. ‘Kara sevda ‘ hezeranları günümüz çağdaş karekterli bireylerin ruhları için anlamsız duygulardan kaçınmak mantıklı olmazmı sizce. En sevdiklerimizi toprağa veren ve ölümle nişanlı olan bizler neyi niçin sınırsızca sevme isteme yanılgısına düşelimki.Anlaşılan aşk dertsiz kalplerin gereksiz ağrısı olmaktan öte bir şey ifade etmiyor.
Aslında ruhlarımız çokta akıllı duygulardan beslenmez örnegin kendini beğenme hissi yada bilgiçlik heveslerimiz. Daha ötesi cinsel dürtülerin kontrolsüz yansıması aile mahremiyet inanç namus daha bir çok var olmasını istediğimiz bundada kendince haklı olduğumuz değer sürümcesi. Biliyoruzki herşey kendince gelişir ve toplumu ileri taşır.Birey çoğu kez bu gelişmenin gerisinde kalır.Evrensel birikime ulaşamadığı gibi yerelinde gerisine düşer .Bunun tersi birikim gerektirir burda tabularla uyumsallık olduğu gibi çoğu zaman çatışkı kaçınılmaz olmaktadır.
Seküler düşünen insanların din adına öne çıkarılanlarla doğrusu bir sorunu var gibi. Bununda sebebi din gerçeğimizin geçmiş yüzyılların verilerine tavizsizce biad etmesinden kaynaklanıyor izlenimi var.Bu konulara ilgi duyanlar bilirlerki bazı otorite görünürlü yapılar dinin dolayısıyla verilerin çaga göre yorumlanamayacağını düşünür oluyorlar.Onlara göre ictihad kapısı kapanmış görünüyor. Böyle bir görüşün sağlıklı olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.İctihad hüküm çıkarma düşünme gerçeklikle sonucu anlamaya çalışmadan daha doğal ne olabilir.Düşünsenizie beşyüzyıl evvelki bir görüşü sabit hüküm olarak düşünebilrmiyiz.Dinamizmi ana faktör olan bir hayatta durulgan bir gereklilik olabilirmi. Şartlar eylemler yaşam değiştikçe dinin insan üzerindeki fili karekterininde özde değişmeden dinamize olmasının tabi bir sonuç olacağını niçin görmezden gelme zorunluluğuna kendimize mahkum etmiş olalımki. Yüzyıllar evvelki görüşler üst oluyorda günümüz din alimlerinin görüşü niçin red edilir olsun.Akıl dinin ana sığınağı degilmidir.Aklın öncül olmadığı bir din anlayışı ne gerçekçidir nede anlamsaldır.İnsanın en büyük özelliği akıl olduğuna göre aklın ötelendiği bir inanç yapısını nasıl doğal ve samimi bulabiliiz. İmanın tek bir öcüsü vardır oda tanrının insana nasipledigi akıl gerçeğidir.Akıl bize doğru bir inancı mümkün kılacak yegane varlığımızdır diye düşünmeliyiz. Burda şu tesbiti yapmak gerçekçi olacaktır geçmişten gelen fikirler ve veriler kökten red edici bir konuma sokularak yok kabul edilmesi gerçekçi olmayacaktır ama onlarında üst bir sorgusuz gerçek olarak görülmeside uygun olamıyor. Dinde öğrenmeyi anlamayı sorgulamayı kendince kabul etmek durumunda bir gerçeğimizdir . Din özsel olarak inancın bir sonucuysa osonucun gerçekçi bir karekterde olması için çaba harcamak inanca verilen değeri göstermiş olacaktır kuşkusuz ne dersiniz.Dostlar kabul edelimki tanrı (Allah ) esirgeyen ve bağışlayandır.Aksini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.
Sözcükleri kırık parçalar gibi toplayıp.Ruhuma arkadaş eden yüreğim.Seni hiç anlamıyor çizgileri ömrümün.Bir defasında kirli bir şiltede bir kadınla sevişti ömrüm.Oymuş gökyüzü avuçlarıma düştü.Tirenleri terk etti garları, Anadolu bana küstü .Çok ugraştımda sıcak güneşi olan bir köy bulamadım .Üzgünüm ben sana yetmedim hayat.Bir tilki gibi kurnaz yalanla baş etmek mümkünmü.‘Tarih tekerrür ediyor.’ Çekip gitmeli bu yerlerden.Bu sıcaklar beni yakıyor . üşüyorum.En akıllı kadın en cüretkar kadını oluyor gecenin.Soğuk bir ayaz ellerime tutmuş.O kırık testisi yokmu köyün gülünün.Hani içinde karıncaların yuva yaptığı.İşsiz erkeklerin aç dolaştığı şehir.Hani vakitsiz gelen ölüm oldu bilirsin.Devrimler yaptı çıplak gecede.Din adamlarının histerik bakışları.Umursamadı o mavi meçul geceyi.Yaşamak ölümle dolaşmaktır bilirsin.Toplayıp sözcüklerini başakların.Ağlamaktır bırakıp gidince.
Uzun zaman olmuştu şehirin dışına çıkmıyalı .Bir aile dostunun teklifiyle kendimiz yolarda bulduk. eşim ve ben . Yaşadıgınız şehrin önemini sizin yaşamınızdaki değerini ondan uzaklaşınca anlıyorsunuz. Biliyormusunuz dünyanın var oluşunda patlamaların önemli işlevi olduğu fizikçilerce ifade edilir. İfade edliemeyense dünya yoksa (evren ) neyin patlaması oldugudur.İşte yaşadığınız şehri geçicide olsa bıraktığınızda içinizdeki özeminin sınırlarını çizemiyorsunuz. Ruhunuzda bir patlama oluyor sizi sürükleyip götürüyor.Yaşadıgımız hayat bizim hayatımız sanılsada o yaşamda bizden başka herkes söz sahibi oluyor.Bunu önleyemiyoruz.Toplumsa çok ilginç bir küme daim devimnim içinde.
Güller açar her ilk baharda .Her ilk bahar aynı değildir oysa. Yitiktir umutları geçen ömrün.Giden gitmiştir kalanda ciğerde bir kor.Yaşıyorum sanır ıraktan görenler.
İnsan ilginç bir canlı ruhu özgürleşmeyi başaramıyor.İşin ilginci eleştirisel beceresinide kendi için kullandığı pek söylenemez. Üçüncü kişileri detay bir seviyede çözümlemeyi başarabilenler nedense kendileri için aynı beceriyi gösteremiyorlar. İşin özünün kendimize ayna tutmnak olduğunu görmezden geliyorlar. Ne yazıki insanlar başkaları hakkında kendilerinde söz söyleme yetkenligini görürken işin ucu kendi birinci derece yakınlarına gelince bir büyük direnç göstermek mecburuyetine kendilerini mahkum bırakıyorlar.
Yaşam daim renklerin çiçeklerde boy gösterdiği bir gül bahçesi değildir.Yaşam mücadele isteyen ruhu kanatan bir dikenli yolun bir zorunsalı olarak doğan her canlıyı kendi bünyesinde mahkum eder.
Ruhunun özgür olmasını istiyorsan beynine format atmalısın.Özgürleşmek kendinden kurtulmaklada ilgili bir durum.Tüm öğretilenlerin aslında anlamsız olabileceginide düşünmek lazım.Yada öğretinin bir yol gösterici olabildiği gerçeginide görmek lazım.Peki neyapabilirz nasıl olacak bu işler .Dogru sanılanın içinde gerçek doğruyu nasıl anlayacağız. Kendimizi gelin bir soru yoagmuruna tutalım. Kimim dünyada var olu nedenim ne. Niçin sınırsız bir eşitsizliğe mahkum edilmiş bir çağın toplumunda var olmaya çalışıyorum. Dogru olan benim doğru sandıklarım olabilirmi. Niçin içimdeki bagımsal ruhu özgürleştiremiyorum. Yaşamın bana vermesi gerekenlere niçin ırak bir hayata mahkum edilmiş oluyorum.Bu sonuçta benim bir sorumluluğum olabilirmi. Bilinçsizce var olduğum bu yaşamda gidişimde oldukça bilinçsiz ve yetkensiz bir sonuçla olduğuna göre yanılgılarım bana ne kaybettirecektir.Dünyadaki tüm dinler niçin birbirini red eder görünüyor. Tüm pergamberler tanrının pergamberi tüm ibadet haneler tanrının evi kabul ediliyorsa (buda tartışmaya açıktır sizin yaptığınız bir binayı kutsamanız ne derece mantıklı olabilirki )Niçin birbirlerini red edici oluyorlar. İşin özü bu yaşamda din bizim için bir kurrtuluşmudur yoksa bizi mahkumlaştıran bir hükümdarmı. Ne nekadar niçin gereklidir.
Düşünsenize telefonunuza bir mesaj geliyor. Bir isim ve yanında ölüm bildirimi. Yaşam budur işte hangi düzeyde hangi konumda hangi yaşta olursanız olun ölüm size hiçliğiniz hatırlatıyor.Sonra düşünüyorsunuz nasıl oluyorda böylesi bir dünyada tutkuyla var olmanın kavgasını veriyoruz.
Sınırları var her durumun istesekte istemesekte kuralları var eylemimizin. Biz bu eylemsel karekteri kendimize bir zırh olarak giymiş kendimizi korumanın yolunu bulmuş gibiyiz. Bu durum bir saka kuşunun kafeste güvende olması aynı zamanda gökyüzünün özgürlüğünden ırak olması gibi bir hikayenin baş aktörü yapıyor bizi. Ne yapalım hayat neyse odur.
Dünyanın değerleri aşındı diye düşünürüz.Aslında aşınma belkide bizi gerçekliğe götüren bir metod oluyorda biz bunu anlamak istemiyoruz.
Aslında geçmişin danıtılmış değerleri tarafımızca yasdsınacak ötelenecek bir gerekçeyi kendi bünyesinde hak etmemiş olsakta değişimin ve yenilenmenin var olduğunu düşündüğümüz değerlerin yaşam gerçekliğinde olunlaştırlması gereklilini hepimiz görebiliyoruz. Durum şundan ibarettir hepimiz bilinç altımızda bizi yönlendiren bir çok kültürel değerin aslında bizi birazda mahkumlaştırdıgını görme cesaretine erişemiyoruz. Burda şöyle bir sonucu görebilmeyi başarırsak iş birazdaha kolaylaşacak gibi birey toplumu oluşturur ama o toplumun üst karekteri olma şansı olamaz. Toplum kendi sürecini kendi oluşturur birey doğal sevisel karekterinde buna katkı verir. Yada bundan beslenir.Dialektik burdada öncül oluyor.
Hüzün hiç yakışmıyor insan ruhuna sonra anlıyoruzki yaşamak hüzünle kardeş olmak gibi bir durum.Dönüp başka tarafa bakamıyorsun .Bırakıp gitmek için bir adım atsan engel oluyor kader.Kader deyince işin özünde çok derin mevzular var. Haydi diyor gir bu karanlığa belki aydınlanırsın.
Kader sizce ne olabilir .Metafizik açıdan derinliği nerde biter. Düşünsenize ciddi bir hastalığa yakalanmışsınız sizce bu kader degilmidir. Yada onlarca yıl bekleyip sizin yaşadığınız coğrafyadaki bir deprem aktivitesi kaderin bir sonucu olamazmı. Tekonoloji sizin toplumda yeterince kabul görmemişse bunun sorumlusu kim olabilir. Kaderinizi sizmi çiziyorsunuz. Yaşadıgımız toplum bizim kadedrimizin celladımıdır yoksa kurtarıcısımı .Ne dersiniz Kadınlar ve erkekler gerçekten eşitmidir toplum bu konuda samimimidir. Yoksa yapay kulelerin gölgesinde kalmış süt dökmüş kedilerniyiz. Özgürlügümüz birazda mahkumiyetimize bizi mecburmu bırakıyor.
Toplumsal içerikte ana bellek edebiyat olur. Edebiyat içsel olarak taihe ışık tutmayı başarabildiği ölçüde o tarihrteki yaşam odagınıda gelecek kuşaklara iletir.Yazmanın bir olumlu boyutuda burda karşımıza çıkar. Edebiyat emektarı bunu yaparken ya kurguya yönelir (Roman,hikaye ,) yada fikirle durumu tesbite çalışır (Deneme ) .İşin rijit (direk ) bir ana yönüde şiirdir.Şiir sanılanın aksine hayalperest bir karekter taşımaz.İster toplumcu yönü olsun ister bireysel duygunun yoğunluğunu taşısın şiirin insancıl bir edebiyat işlevi olduğu gerçeğini görmek durumundayız.Bu nedenle edebiyat yolculuğunda emek veren her isim benim için önem arzeder.Bu sürece okuyucuyuda katmak durumundayız.Edebiyat kimliği olan bir yazmanın toplumca benimsenmesi yada tanınması pek kolay olmaz doğrusu gereklide değildir.Edebiyatı yaşamın içine katmaya çalışmanında bir gerekçesi olamaz biliyoruzki edebiyatın beslendiği kaynak toplumsal topraktır.Edebiyat yazım düzeyi ne olursa olsun toplumsal varlığın bir ekinseli olarak yaşamı kucaklar. Belkide yazma tutkusu birşeyleripaylaşma arzusunun bir gerekçesi oluyor.
Kendi geçmişinizi anlamak istememizden doğal bir durum olmuyor.Bende Kafkas kökenli babam şirin ustanın (Şahiner ) Batum kırsalındaki ata yerleşkesini hep merak etmişimdir.İşin birde şöyle bir boyutu vardırki görmezden geliyoruz.Tüm dünya tüm insanların gerçeğini kabullenmek.Göremedigimiz bir durum tüm halkların insanlık tarihi boyunca göçlerle yer değiştirdiği gerçeği oluyor. Örnegin biz türklerin kökenin Afrika olduğunu günümüzden kırkbeşbinyıl önce afrikadan göçlerimizin olduğunu kırküçbinyıl önceden orta asyada Anadoludaysa yaklaşık kırkbinyıldır var olduğumuz gerçeğini bilmemiz lazım .Evet genel görüşün ötesinde biz türkler Anadoluda binyetmişbir yılının çok öncesinde var olduk .Burda sümerleri tanımamız lazım sümer türklerinin bu topraklarda Mezopotamya çevresinde dörtbinyıl öncesinde devlet kurduklarını bilmek durumundayız. (Kaynak türklerin budunu sezgin onat )
Bu topraklarda kavimlerin daim var olması doğaldır bilinen değişik isimlerde kültürel boyutu olanların türk kültürel etkenliğinde homoejenleştigini ortak geleceğe ivme oluşturduğunu gerçekçilik boyutunda tesbit dogru olacaktır. İşin siyasal yönünün uzamanlarına bırakıp insan odaklı çağdaş bir ülkede nasıl şyaşamalıyız onun mucadeslesini anlamaya çalışalım.
Çocuklugumda Diyarbakırın bağlar semtinde istasyon lojmanlarında ordanda sonraları fatih mahallesinde toprakdamlı bir evde yaşadığımı daha evvel ifade etmiştim. Orda kendimizce bir umutvar yaşama sahiptik . Yıllar geçti ömür kendini tüketti şimdilerde Alanya bizim için bir gerçeklik olarak varlığımızın öznesi oluyor. Akdenizdeki deprem yansımaları alanyada bizi korkuta dursun .Alanya vazgeçilmezimiz olarak içimize işledi.
Kalabalıklar gürültüdür orda Haykırışları duyamazsınız sizi alır bir kıraç toprak gibi yitkletirde siz anlamazsınız.
Hayat gençlikten ibaret sanıyoruz.Yanılıyoruz tabiki. Çaresiz bir yolculuğun peşine takılmışız gidiyoruz.
Hava oldukça kasvetli dışarda bir keskin gürültü kulaklarımızı tırmalıyor.Tüm pencerelerini kapatmışım odanın.Karşı binada esmer bir kedi pencereden dışarı bakıyor.Oldukça sakin bir bakışa sahip. İhtimal kalbiniz dakikada bilmem kaçıncı kez atarken bir an gelecek bu çalışkanlığını unutup sizi ölüme yollayacak .Böyle şeyler nasıl aklıma geliyor bende anlayamıyorum.İhtimal havanın kasvetinden olacak .
Nasılda korktum kendimden insan böylesimi çaresiz olurmuş dostlar.Hani bugün akşam oldu diyelim sabaha çıkma şansı varmıki birimizin. Öylesi yanlızım işte .Bilirsiniz kediler yalnız yaşar işin aslı kadınlarda öyledir siz bakmayın eş olduklarıma başına buyruk ruhları sizede alır götürür o sevda denen rutubetli dehlize gömer.Ah nasılda özleriz önce göçenleri üzerlerine toprak örteriz o çürümeye hazır bedenlerinin. Sonra bırakırız onları çıkıp dalarız hayatın yorgunluğuna o kısa fikirli şiirlerden dizeler usuumuzda.
Farkındamısınız özgürlük ıraklarda kaldı puslu sömürgeci bir yitikligin içinde tüm emekçiler. Beyaz yakalı bir yalan kendini oyalıyor. Mavi bir gök yüzü tüm bu kavgalarında insanın gülümsüyor acıya. Biz bu dünyada en çok kimi sevdik dersiniz. Anladımki muhabbet hapis almış bir mahkumun ruhu özgürlüğü yaşayabilir.Sokakta gezen biri mahkumiyetin içindedirde anlamaz bu durumu .Kapitalizim çok şeyi ezer geçerde siz kendinizi üste sanırsınız. Birileri birilerinden üstün yaşar çünkü o birileri cüretkar bir asalak piçligi kendine güç saymıştır.Biz öyle olamayız yetim hakkı yiyen rezil bir hayat bizim hayatımız olamayız.Baz kediler gibiyiz hep yalnız kalırız acılarımızla.
Yazmaya çalıştığım tüm verilerimde (İzdüşüm ,konuşulmayanlar,yansıma farkettimki hep ruhumun bana yüklediği bilinç yolumu çizmiş .Türk olmamın bana verdiği külütürel huzur emek hak özgürlük kavramları beni birbirinin zıttı görünün bir çok görüşün aslında insan odaklı olarak birbirini tamaladıgı gerçeği. Önümüzde dağlar gibi duran görünürde ahlak toplum insan bütüncesine yön verdigini sandığımız belkide olması birey ve toplum için gerekli olan bir çok kavramın dozunu aşarak bizleri zehirleyebildiğini görebilmek görünürde ahlaklı içsel karmaşık azgın ruhların mahkumu olur olmak. Hayatı zorlaştırmayı kendimiz için gerekli görmek.Ruhumuzu çarmıha germek. Kendimize sorabiliyormuyuz biz gerçekten sevmeyi becerebiliyormuyuz diye. Sevmeyi başarmak hayatı avuçlarında bir çiçek gibi büyütmek degilmidir.
İşin kolayını o kapıda bekleyen yalan bakışlı pislik herifler biliyor.Yaptıkları tek şey paranın peşinde koşmak onlar için herşey mubah.Hani güvercinleri öldüren onlar kadınlara tecavüz eden onlar.Yetim hakkı yiyip sonrada iş yapmış gibi ortada sırıtan sırtlanlar onlar. Tüm korkuları harmanlarıp güvenin öz kardeşiymiş gibi caka satanlar onlar. Böyle olunca yorgun ruhlu garip duygular çekip gidiyor hayatımızdan. Güzel insanları ölüm onları bulduğunda hatırlıyoruz. İnsanın haykırası geliyor çekip gitme sakın diye. Ama dinlemiyor dürüst bakışlı yoldaşları ömrümün .Tek teke çekip gidiyor meçhuliyetine anlaşılmayanın.Hani anlatalım dersek neyi anlata bilirizki.Kimin saçlarını okşar garipliğimiz.Piç ruhlu suliyetler hükümdarı olmuşlar bu yalan dolan hayatın.
İnsan ileri yaşa gelince içten içe bir korku yaşıyor ölümden yana .Öyle ya ne bilelim ne olacak ölüm gelince ruh kimleri saracak meçhuliyetin arafında. Geride kalacaklar yine sabah kahveelri içmeliller. Yine şiirler okumalı geride kalan hayat. Mevsim yaz olmamalı bunu biliyorum .Haziranda ölmek zor olur sen yanımdayken.
Bence insan yaşarken yüzyılı devirmeli .Yüzyılda bir olur devrimler biliyorsun.Kafası bozuk ahlak yüzyılda bir özür diler memlektten.
Zaman herşeyi kanıksatıyor. Acılar kabuk bağlıyor.Sokakta insanlar koşturup duruyor hayat denen hikayesinde zamanın .
Biliyormusun dostum yanlızlıgım benim.Yaşamak çok güzel bir sevinç. Evet yaşamak gülleri sevebilmektir dalında umut etmektir sevmeyi sevilmeyi.Bir kış gecesinde kestene közlemektir yârin gözleri gözlerinde.
İzledigimiz kendimiz değiliz. bende kendim değilim sende. Evrende nefes alıyoruz çok şükür yaşıyoruz .Baharda başakları olgunlaşcak buğday tarlalarının gelincikler açcak aralarda. Aralarda bende seversin beni özletirsin uykularımda.
Ah bu dünyaya çok erken gelmişiz devrimci sözcükler bagazımızda çok ıraklardan kadınları özlemiş yüreğimiz.
Bir erkek için dünyanın en etken duygusu onu önemseyen bir kadının olmasıdır. Siz ona bakıyorsunuzdur o size. Aradaki duvarlar yerinde kalsa da olur. Sıkıntısı olmaz gülümsedikçe. Şöyle düşününce fark ettiğim tek doğru hayatı boş verip kuralsız yaşayan insanların daha mutlu göründüğü gerçeğidir. Evet bizler sınırları belli fanusun içinde japon balıkları gibi aynı alanda dolanıp duruyoruz. İçinde bulunduğumuz suyun kirliliği bile bizi rahatsız etmiyor.Çünkü doğru olanın o olduğunu düşünüyoruz.Hani bazen olurya toplumsal dialektik çatışkıyla en olmazı üste çıkartır .Milyonlar büyük yanılgılarının mahkumu olduklarını dahi anlamazlar.Bireysel ilişkilerde de bunu görebiliyoruz. Çevremize bir bakalım birinci derece kan bağı olupta küskünlüğü yaşamayan kaç insan görürüz.
Her sabah kalkıyoruz aynı işler aynı sözcükler aynı dertler aynı umutlar.Hani binip bir uçağa şöyle ıraklara gitmek istiyor insan .Bir valiz hazırlayıp tüm derterini bohçalayıp bırakmak dehlizlerinde dünün. Olmuyor tüm dertler sizden evvel sizinle yola çıkmaya hazır bırakmıyor sizi. Uçalşara binmekten söz edince uçaklardan söz etmeden olmyor.Düşünsenize o dev cüsseli metal yığının nasıl havalarda uçurtuyor tekneloji oturduğunuz koltukların ardındaki o muazzam o derece karmaşık sistemleri görmüş olsak acaba binebilirmiyiz o uçaklara.Herşey muazzam bir teknolojinin hükümdarlığının bize anlatır uçakların gök yüzünde süzülmeleri.
Hükümetler dünyayı yönetir görünüyor.Sonra düşünüyorsunuz sizin dünyanız şu sokağın bitiminde bitiyor gibi. Akdeniz kaçıyor sizin sıska kuru kavgalarınızdan. Halbuki ben denizin mavisini severim . Sizde seversiniz. Bizim mavileri sevdiğimizi hükümet bilmiyor.
Bir yerlere kaçı versek seninle. Şöyle ağaçların bol olduğu geyiklerin yamacında dolaştığı bir köyde kendimizce şiirler okusak gök yüzüne bakıp. İşçiler saçları örüklü kız çocuklarına ekmek dağıtsa kediler sıcak bir sobanın yanacıgında uyuklasa. Tüm ölüler huzurla beklese arafta tanrının cennetini. Birde tüm akasyalar mevsiminde açsa kokusu yediveren bir çiçek olsa hayat. bahar gelmiş olsa .
İnsanlar farklı düşünür bir avuç insansa daha bir gerabet içinde.Gerabet sözcüğünü bilinçli kullanıyorum (tuhaflık gariplik alışılmadık ) Bu tipler kendilerini entellektüel olarak görür bunun içinde ilk tercihleri toplumun kabul ettigini red etmek oluyor. Kültürel düzeyin üzerinde olabilmek farklı bir arayıştır gereklidir ama her önümüze geleni kendini üst görüp küçümsemekse halkçı karekterle uyumlu olamıyor. Bunu bazı yaşam yansımalarında çok iyi gözlemliyoruz.
Zamanın ruhu oldukça puslu bir bilinmezliği bize dikta ediyor bizimse onunla uğraşacak ne vaktimiz nede kuvvetimiz var. Ruhumuz cesaretli bir haykırışı dahi yorgunca red ediyor. Gülümsemeyi unutan umutlara mahkum olmuş bir ömrün çırpınışını yaşıyor ömrümüz.
Biliyormusun dostum insan korkuyor .Tanrının belkide bize nasipledigi akıl kavramınından sonraki en önemli şevk nezaman öleceğimizi bilmememiz oluyor .Böyle olunca hayatla barışık oluyorsunuz.Düşünsenize çaresiz bir hastalığa yakalandınız olasılıkların tamamı sizin hayatınızın sınırlı olduğunu söylüyor. Diyelimki iki yıl ömrünüz kalmış yada iki ay nasıl nefes alırsınız nasıl gülümsersiniz umut etmeyi başarabilirmisiniz.Bilelimki yaşamak güzel şey.
Kalabalıklar arasında kayboluyor sözcükler .Çünkü gürültüde yitikleşir sözcüklerin anlamı . Herkes kendince gülümser acının ardından. Geride kalanlar kedileri sever. Kedilerdir gülümseten umutları yaşarken. Ben o yüzden çocukluğumun kedilerini hiç unutmam .Biliyorum kediler miyavlarken çekinmezler hiçbir şeyden .İnsan öylemidirki bir söz söylersin karın gücenir hükümet kızar komşun selamı sabahı keser.Ben kedilerin özgürlüğünü kıskanıyorum.
Her sabah erkence uyanır umudum. Şöyle bir düşünürüm ıslak bir ağaca yağmur altında tünemiş serçeleri. Sarı saçlı esmer kadınlar geçer hayellerimin yanından. İsimsiz bir sokakta beklerim tüm yitirdiklerimi. Nasılda ağlar sen gidince korkularım özgürlük ekmeği paylaşabilmek bölüşebilmek umudun ışıltısın. Sevmekten öte olmalı her şey .Ölüleri özlemenin anlamı yok .Giden gelmiyorki o meçhulden. Anlaşılan bu hikaye böyle bitecek .Güller zemheriyede sevecek baharıda sen giderken.
Yaşamak bir zülümdür biliyormusunuz. Sonunda ölüm var çünkü .Tüm kazanımlarınızı unvanlarınızı sitatünüzü yok edip geçiyor üzerinizden.Bunun için yaşamı layıkıyle var etmek lazım.Yarin gözlerine bakmadan önce yetimlerini kucaklamak lazım garipliğin. Issız sözcüklere bir anlam yüklemek lazım. Çok şey lazım var olabilmek için . Neyse haydi bir çay demle demlensin yüreğimiz sıcaklığında umudun olurmu.
Yaşamın sınırları var biz bunu görmek istemiyoruz.
Aslında bu hayatın bir anlamı vardır mutlak . Ama biz bunu anlamaktan aciz insanlarız ruhumuzdaki eğoyu dizginlemeyi başaramıyoruz.Yorulmuş yolcuları olmuşuz umudun.
Kauntum yaşamalıyız . Yani özü anlamaya çalışmalıyız.En küçük parçanın en mikro miktarını tanımlamayı başarmalıyız.Burda bilinçle gerçekliği bütünleyici bir özneyi aklımızla olgunlaştırabilrsek belkide kauntum düşüncenin içseliigine kavuşabiliriz.Eger en içsel duyguyu algılarsak onun gerçeklik yansımasıda bize kendini açıklar. Burda bir çok kavramında afaki olduğunu görebiliriz.Örnegin zamam kavramı örnegin yaşam dialektigi yada ölümün kendisi ölüm sonrası olasılıklar. Evlilikler sosyal yaşam iş yaşamı mülkiyet ilişkileri.Zerre noktasında bir öz varlığın miktarının anlaşılması dahada açmaya çalışalım fikirleri iman tanrı pergamberler ölüm aile akrabalar görevler beklentiler sitatüler.Toplumsal ilşkide ciddiyet yada ciddiyetsizlik. Örgütlenme sınıfsal yapılar okullar okullarda öğretilenler .Saglık insan bedeni tıp disiplini bilinenler bilinemeyip bizi çaresiz nırakan sonuçlar. Düşünmek düşünmenin ışığını kendimizde besleyebilmek .Kauntum bilince erişebilmek .
Biliyoruzki her toplumun kendi özgü bir yolculuğu vardır. (kültür ) bu yolculuk geçmişten gelir daim devinim içinde devam eder. Bu insanı etkileyen her değer için böyledir. Öz baki kalsada etkence daim kendini yeniler.Kalıpsal boyut burda çatışkıyı getirir.Kült yapı kültürü vasatlaştırmaya yönelebilir.Her çağın getirileri farklı oldugunua göre kültüde farklılaşmaya musaşt olmalıdır.İnsan aklından çıkmış insanı etkileyen her değer aynı zamanda değersizleşmeye aday bir karekter oluyor.
‘ Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.’
Önümüzdeki öğretilerin inançkarlar için en önemlisi olup yüce bir değer olarak görülen kutsal kitap kuran,nın ta-ha süresinden bir ayeti burda düşünmemiz için önümüze getirdim. Zerre kadar hayatımıza etkimiz olmadığını anladığımızda bir çok şey için geç oluyor .
Şartlar size ne söylerse söylesin umudu kesmemek lazım .Yaşam her durumda kendi sevdiriyor. Çiçeklerin açması üzüm bagları .sevecenliği bir kuzunun .Şehrin ışıkları yaşa diyor kaç ölümün gölgesinden. Kendin ol .Yapay yalanların kulvarında dolaşma.İnsanları sevmeye çalış buna kendinden başla. Birileri insafsız sözcükler kullanabilirler takılma onlara kendi yolunun dikenlerini kendin temizle.
Bazen çok samimi olmadıgınız ama varlığını bilip güven duyduğunuz insanlar oluyor. Bunların ölüm haberlerini duyunca yıkılıyorsunuz.Yıkılınca yeniden ayağa kalkmak sanıldığı gibi kolay olmuyor.(02 şubat 2024. Antalya.)
Yaşamı özgürleştirmek için önce beynimizi özgürleştirmeyi başarabilmeliyiz. Sınırsız bilgisizlik kirliliğini zerreciklerine kadar boca ettiğimiz beynimize format atabilirmiyiz.Kenidimizi nasıl özgür bir karektere taşıyabiliriz bunu başarma uğraşında bize bilgelik yapacak olan ne olabilir.Açıkcası burda yine kirlettiğimiz beynimiz bize ışık olacaktır diye düşünelim bunun için şartlarımız ne olursa olsun büyük düşünmeye çalışmalı güncel sorunların içinde tükenmekten vazgeçebilmeyi başara bilmeliyiz. Kimbilir belki o zaman dünyanın renklerinin bizim için bir anlamı olacaktır.
En büyük yanılgı eksik bilgiyle sonuca gitmeye çalışmak oluyor. Olmayan birşeyi var kabul ediyorsunuz bu durum sizi ya mutlu kılıyor yada çaresizliğin içinde nefesinizi kesiyor.
Gün geçmiyorki eleştiridigimiz yanlış gördüğümüz durumlara kendimizi mahkum etmeden yaşayalım .Evet eleştirilen her davranış bazen kendi içsel karekterimizdede var oluyor.Biz bunu anlamktan öte görmeyi dahi başaramıyoruz.Çok merak ediyorum ölüm sonrası ataistlermi yoksa inançkarlarmı o meçhuliyette huzurlu olacakalr.Ruhlar neye nasıl kavuşacaklar.Zaman ötesi nerde nasıl bir rölle bizi mahkumlaştıracak.
Bir fikri kabullenebiliriz bu sorun yaratmaz ama bir fikri savunmak için fikirsiz olmak lazım.Ne demek istiyorum biliyoruzki düşünceler daim değişebiliyor .Çünkü dünya değişiyor değişen dünya geçicide olsa her daim iyiye güzele yada doğru kabul edilene evrilmiyor bazen her şey ters yüz oluyor. Birilerinin çok önemsediği bir kavramı bazıları ilkellik olarak görebiliyor .Dürüt olmak algısı her bakışa göre farklılaşabiliyor.Birileri için falaket sayılacak bir tercih bir başkası için yaşamın doğalı olarak görülebiliyor. Kimileri okumayı yazmayı yaşam biçimi olarak görüyor kimileri elinde kitap görüleni yapay buluyor. çoğunluğumuz ya red edici oluyoruz yada kabullenmeyi ana gerekselimiz görüyoruz.
Yaşamın geleceği yok. Kısa bir ömre sahibiz ve ömür kısıtlı bir toplumun yorgun bir yolculuğunda umudu tüketiyor. Tüm bunlar yaşama karşı gülümsemekten vazgeçirmemeli bizi. Eger yaşıyorsak gülümsemeyi becerebilmeliyiz. Gülümsemek yaşama karşı bize güç verir.Ama yaşam döngüsü çileli toplumlar bir tıramva yaşarlar kültürlerindede bu çileli duruşa bir anlam yüklerler. Günümüzde müzik alanınıda popilst karekterde bunu görebiliyoruz.Acıyı isyankârlığı yetmezliği sözcüklerde biçimlendiren yansımalar ülkede (Arabesk ) denilen bir yansımayı müzik olarak var ettiler.Dogrusu çoğunluğumuz bu süreçte bu bize yansıtılan ve müzik çizgisi tartışılan veriye çokta soğuk bakamadık .Ezilen horlanan doğal sevisel yaşamı baskılanan bir toplumda böylesi bir issyankar müzik anlayışı sanılanın ötesinde kabul gördü benimsendi.Dogrusu bu süreci bir toplumsal isyankarlık olarak görmek gerçekçi oluyor.Halk yığınları bu aynada kendini görür oldu kabullendi. Kabul edelimki ekinselligin kalitesi bizim yaşamımızla ilgili bir sorun neysek o çizginin üstünde duruyoruz. Ötesi yok bundan rahatsız olmanında bir anlamı yok.Ortaya konan bir kültürel değer düzeysel olarak altlarda olabilir oluyorda bu bunu ortaya koyanın içselinde öte toplumun içselinin bir sonucu degilmidir. Neyi niçin sevmemiz gerektiğini bize yaşam çizgimiz söylemiyormu. Birde şöyle bir durum varki oda toplumsal gerçekliğin dışında suni bir karekteri besler oluyor.Toplumun kendi külütürünün dışındaki kültürel etekenlikler zaman zaman zaman evrensel kabul görsede halkta karşılığı olamıyor.Burda şöyle bir soru önümüze çıkabilir halkın kültürel donanımı yetersizce bunun sorumlusu kim olabilir. Halkı bu süreçte suçlama cesaretimiz olmaz olmasıda saçmalık olacağına göre süreci kendi çizgisinde kabullenmek gerek diye düşünebiliriz.
Kendimizi özgürleştirmeyi başarabiliyormuyuz.Yoksa kurallar görevlerin içinde tükenip gidiyormuyuz.ikibin yirmidört yılının ocak ayı oldukça sıkıntılı bir zaman diliminde ömürü geçirtiyorum.Erkence uyanmışım saat sabahın altı kerkbeşi akrep ve yelkovan öyle hissettiriyor dışarda ezan okunuyor (Ezan Müslümanları namaz ibadetine çağıran bir karekter ) Toplum ve birey için din ögretisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Katı bir karekteri olsada yaşamda inanç din ibadet gibi verilerin bizi etkilediğini biliyorum. Bununda sebebi ölüm gerçeği. Bilinmezlik meçhuliyet. ve tüm bunların ruhumuzda oluşturduğu yetmezlik.
Düşünce özgürleşmeyi başarabilmmişse önemseldir.Beyin içsel olarak özgür değilse o beynin ortaya koyacağı fikirlerinde sıkıntılı olacağını biliriz.Özgür beyin özgür düşüncenin toprağıdır.Toprak kıraç olursa ekinin güçlü olması ve kabul görmesi mümkün olamıyor.Dar alanlarda özgürlük gelişemiyor.
Doganın büyük enerjisi mekandan muhasır dogmamış ve dogurmamış tasvir edilmesi aklın gücünü aşan yüce güç (tanrı) bizi korusun .Buna çok ihtiyacımız var. Ölüm bizi bulduğunda ruhumuzu muştalasın .Bizi cennetini nasiplesin. Görülüyorki bu dünya emektar dürüst ruhlara kapısını açmıyor.
Yaşadıgını sanmak başka yaşamak başka biz yaşamak için mücadele etmeliyiz.Bunun için samimi olmalıyız.Samimi olursak tanrının bizi mazlum bırakmadığını görmüş oluruz.
Takip ettiğiniz yol sizin aradığınız umut sizin tarikattınızdır .Bu görüşe göre her yolun bir çekici ışığı olmalıdır.Bazende ışık kendinde öte bir karanlığı saklarki sizin yolunuzun dikenleri ruhunuzun çiçeklerini eziklemiş olurda siz bunun farkında olmazsınız. Günümüz yol arayışlarında bu gerçeği görebiliriz.
Dünyamızın var oluşu bizimle ilgili bir durum değildir var oluşunda bizim paydaşlığımızda söz konusu değildir. Büyük patlamayla var olduğu ifade edilen dünyamız yokkende kainat (evren mevcuttu diye düşünmelyiz.Öyle olmazsa yokluğun patlaması söz konusu olabilirmi dersiniz. Bizim dünyaya gelip belli bir yaş düzeyine erişinceye kadar dünyadanda naberimizin olmadığını biliyoruz. Dünyanın var oluşu bize bağlı değildir yok olmasıda bizim etkenliğimizde olmayacaktır.Biz doğarak var olduk ölümlede görünür halimizle yok oluyoruz .İşin gerçeği budur.Peki ölüm nedir işte bütün mesele bunu anlama çabasından öte bir arayışı önmüze çıkarmıyor.
Gelin özgürlük için düşünmeye çalışalım . Özgürlügü önemseyelim. Yaşamı hepimizin için sevgiyle besleyelim ötekileşmeyelim ötekileştirmiyelim. Zamanın ruhunda tükenmeyelim tüketmeyelim. Aydınlık beyinlerle güneşi kucaklayalım .
İnsan egosu yüksek bir canlıdır.Kendisini çok önemli görür.Her insan kendi dünyasında kıral pozisyonundadır. Böyle görülmek böyle düşünmek kendini oldukça havaya katar. Bunun için bu yalan dolan dünyanın malzemeside azımsanmayacak kadar çoktur. Makam sahibi olmak mal mülk sahibi olmak bankalarla arası iyi olur olmak. Bu tiplerin bir ortak yanıda saklanamacak kadar doğal bir cehaletlerinin olmasıdır. Cehaletinde doğal olanıdamı varmış diyorsanız evet efendim dogal cehalet birazda doğal felaket gibidir. Bundan kurtulmak için ne yapabiliriz (Cehalet ) Önce düşünceyle barışık olmalıyız bunun hemen yol arkadaşı sorgulamadır. Neden,niçin nasıl. Bize öğretilenleri sorgulamadan başlamak en gerçekçi tercih olacaktır. Yaşam doğruların bile zamanla yer değiştirdiği bir akışın içinde doğrular yanlışlar yada öyle bilinenlerin daim yer değiştirdiği bir akış. Ve biz bu akışta yitikleşmeye müsait görünüyoruz.
Eski çerçivesi kırık bilgisarayımın başında artık parmak uçlarımın baskısından tükenmiş tuşlara basıp birşeyler karalamaya çalışıyorum .Yazmaya çalıştığım içimdeki fırtınaların bir açık penceresi gibi perdelerimi sonuna kadar açıyorum. Oldukça yorgunum tüm ruhsal karamsarlığımdan kurtulabilmek için erkence yatağa giriyorum. .Bu anlatı yazıtım benim dördüncü açılımım olacak .İnsan düşünmeden edemiyor bu yazma hevesi nerden geliyor diye.Sonra anlıyorumki yazma benim için var olmak gibi bir gerçeklik .Akıp giden ömre direnişin kalesi .Burdayım diyorum varım.
İlk kitabım İzdüşümde açıklamaya çalıştım kapitalizim biz emekçilerin kanını emiyor .İşin birde siyasal islam yönü var.Ülkede ilmi bir kökeni olan tarikat cemaat yapılanması yerini çıkar ve işbirliğine bırakmış. Ortada kalmış insan yığınları bir şeylere tutunmaya çalışıyor.Bir çok birey seküler yaşam gerçeğinden umudunu kesmiş olacakki onbinlerce mürit tarikatların bayat yapılarından kendleri için bir medet umuyor.Bu süreç kapitalin tarikat buruygasnlarının kasalarını banka kasası gibi doldurmaktan öte bir sonuçta vermiyor.İlmin yerini cehaletin sömürü düzeni her yeri kaplamış .toplum büyük bir savrulma içinde kimse hayata karşı bir sevgi ve umut taşıyamıyor. Ezenler ve ezilenler gökyüzünün altında birlikteler.
Bir yerde değil çok yerde yanlışlık var.Bu hayat böyle olmamalıydı. Hani yaşamı birlikte paylaştıklarınız size görevler yüklüyor sonra o yükün altında tükendiğinizi görmek istemiyor. Gerçek şudur ki ölümü yalnız karşılıyorsunuz.O zaman yaşamda bir sınır olmalı . Sınırsız bir katlanış ebedi bir mahkumiyet oluyor. Siz ömrü ziyan etmiş oluyorsunuz .Bunu görmezden gelmek kendinize haksızlık oluyor.
Tam bir yıl olmuş toprağa vereli bir dostu . Onbin yıllık ölülerin içinde şimdi o. Biliyorum kendide anlam veremedi tanrının bu buyruğuna. Yani insan anlayamıyor tüm pislikleri yaşarken dünyanın iyilerinin erken ölümüne.
Sarayda şimdi sofralar kurulmuştur.Kadife sandalyelerde oturmuştur konuklar.Badem ezmesi yaban ördeği birde ısırgan otu salatası manda yoğurdundan bir meze bulunur beyaz örtülerin üstünde. İtalyan sipagettisi pek yavan kaçar bu sofraya .Soytarılar üst perdeden methiyeler düzerler o sofrada kırallarına.
İşçiler ve köylüler pek bilmezler öyle sofraları .Birde müminler hoşlanmazlar öylesi cafcaflı akşam yemeklerinden. Yüzleri poduralı kadınlar mor renk bir peçete sürerler kırmızı rujlu dudaklarına. Bu sofralarda memleket toz pembedir. Fahişe bir yapaylık vardır ince dudakların gülümsemesinde. Yıl milattan sonra onbeşinci yüzyıldır. Tanrı bırakmıştır tüm kötülüklerin rularını .
İyi yaşamak kendini iyi tanımakla ilgili bir durum.Kendinizi düzeyinizi sınıfsal bilincinizi iyi yorumlamışsanız hayat sizi düzeyli olmaya zorlar. Ne yazıkki çoğunluğumuz tercihlerimizde yanılgılarımızı yaşatırız.Sonuç böyle olunca arabesk bir karmaşaya hayat diye mahkum oluyoruz.Üst düşünebilmenin önemli olduğunu bilmek istemiyoruz.Topragın üzerine çıkabilecek tohumları ekmeliyiz ruhumuzun tarlasına.Böylece yaşamın tüm renklerine kavuşma şansımız olur belki .Bilmeliyizki ebeverinlerden önde torunlardan geride bir hayata mahkum edilmiş fanileriz.
Ben senden daha mutlu değilim bunu bil. Korkuyorum mutlu olmanın o sihirli formülüne kavuşmaktan .Kimbilir belki çinli bir erkekte benim gibi düşünüyordur.Yada ilkel bir kuytunun arayışlarıda bizi birleştirmiştir isveçte bir göl kenarında içilen bir sütlü kahvede.Sütlü kahveyi severmisiniz.Ben türk kahvesine aşina olsamda bir İngiliz çayındaki sütün verdiği lezzete kaçkın bakmam biliyorum.Aslında bir ağacın dalları gibidir.Kavimler özü insan olmakla ilgili bir toprağın köklerinde birleşir.Sevinçleştirir yaşamı doğan güneşin ışıklarına bir anlam yükler.Hoş bakışlı kadın gülüşleridir yaşam dedikleri hikaye.Montaigne derki ‘ İnsan oglu her varlığa bir düzen vermeye kalkmıştır.’ Böyle oluncada insanlardada var olan doğal yasalar yerini yapay karmaşalara bırakmıştır.Biliyorzki doğal ve sevişe lyaşamdan uzaklaşmış bir kültürü medeniyet diye üstlerde taşıyoruz.Belkide tüm çatışkılarımızın temelinde bu vardır. Kurallar yasalar tabular yasaklar ahlak. İnsan aklı çöplük gibidir orda kıymetli bir madeni düzgün bir fikri çok nadir bulursunuz.
Bir birey için en büyük felaket anlaşılamamak oluyor.Toplum içinse gücün yetkeninin tek odakta olması .Böylesi bir yapıda birey ezilir toplum sürünür.Biliyoruzki özgürlük gücü ekmek gibi dağıtmayı kuvveti paylaşmayı zorunlu kılıyor.Bu süreçte birey ve toplum hukuk kavramını özde içleştirmiş olurken paylaşımcı etkenlik öne çıkıyor. Halk kitleleri demikrasinin kendilerini yüceltece bileceği gerçeğini çok önemsemesinler. Kendi kültürel olgunluğunu tamamlamamış toplumlarda demikrasi sacın üstündeki yufka ekmek gibidir. yanıp tükenmesi kaçınılmaz oluyor. Demikrasi bilge kültürlerde anlam kazanıp topluma katkı verir. Yaşam cehalet bataklığının adıdır. Obataklıgı bahçeye dönderebilmek yüksek karekterli bireylerle mümkün oluyor.Unutmayalımki yönetgenler halk adına hizmet eden memurlardır siz onları üstlerde görürseniz kendi astlığınızda tükenmeyi göze almalısınızdır.Yaşamın hamurunda yetmezlik olsada yeter olana ulaşmak zor bir sonuç olmayacaktır. Yaşamak birazda kendinle savaşmakla oluyor.
Tüm ötelenmiş sayfaları sarımtırak bir hal almış kitapları bulup tozlu raflarından zamanın alıp okumaya çalışıyorken ölümü uuntmuş görünüyordum. Anımsıyorum bir çok tanıdığı ölüme yolculamış yaşamın geçkin bir anında tüm beceriksiz duygularım beni mahkum etmişken zamanın ruhu dedikleri bu rezil kavgada malum olmuşlar arasındaydım.Evet yaşama dair ne varsa akıp gitmişti avuçlarımızdan .Sonra yıllar evvel yar diye sevdiğim kadını özlediğimi anladım.Kiminle nerde yaşıyordu kimbilir yoksa göçüp gitmişmiydi bu yalan dolan dünyadan.Akdenizde yer kabuğu korkutuyorda yılgın ruhları.Ricter ölçeğine göre beş şiddetinde bir acıydı ölümlerin geride bıraktığı ruhumuzda. Yinede korkuyordu insan ölüm ötelerde beklesin diyordu şimdilik.Eli silahlı anarşistler bey gibi kayşılanır olurken kimi niçin suçlayabilirdikki Kimi kovardık uykularımızdan.Yılgın koşularda geride kalmış arap atı gibiydik. Asil öylesine yavan bir sofrada ekmeği arıyordu sabahımız.
O karanlıgın derinliği yokmu korkuttu bizi biliyorum.Güneşi balçıkla sıvadılar yalan ruhlu sözcükler.Yeni yetme kızlar kısa mini eteklerinden vaz geçmemişlerdi ayazında umtlarının .
Aslında hep bizden kuşku duydu hayat kimi niye sevdik niye bağlandık yine boynumuza ipler geçirtmişti uumtlarımız.Kaskatı kesilen bir ölü beden ruhumuzu esir almıştı.Farkındamısınız tüm hayellerimiz kederlidir bizim. İsimsiz sokaklarda tanınmaz izlere sahibiz. Kabul ediyorum artık biz bu hayatı kendimiz için yaşamayı beceremiyoruz.
Cuma günü kutsal kitaba uyup namaza gittim .İbadet hanede (cami ) kasvetini yaşıyordu umudun.Cüppeli bir imam mimberde hutbeyi okuyordu .Dışarda kora sesleri bir çıglıgı ambulansın. Pencerlerinin camlarında mavi işlemeli nakışları vardı çininin.
Çocuklugunuzun yaşandığı şehirde ömür geçirmek oldukça keyifli olurdu her halde .Günümüz yaşam akışında bir ağacın yaprakları gibi herkes bir yana savrulmuş oluyor. Ara sıra duyduğunuz ölüm haberleri sizi geçmişin o görkemli umut bahçesine götürür olsada gerçek olan tesbih taneleri gibi dağılmış akrabalıkları yitikleşmiş yeni neslin birbirini tanıyamadığı bir yılgın hayat yolculuğu .Dünyada milyarlarca insanın yaşadığını düşünün darlanınca arayabileceğiniz kaç telefon numarısı yazılıdır telefonunuzda iki kişi hadi rahat olalım üç kişi. peki nerede kan bağıyla yakın olduğunuz akrabalar .Apartmanlarda durum daha vahim ‘Nasılsın ‘ demeye çekinen insanlarla komşu görünüyoruz. Böyle olunca insanlar kendilerini bir sığınağın içine atıyorlar . Bende sizdenim duygusuna mahkumlaşırken tarikat cemaat siyasal kalıpların piyonu olmaktan kurtulamıyorlar. Özgürce düşünen kişilikli yurttaşlar olmayı bir yana bırakıp cemaatleşmiş partilere mahkum yitik yorgun çaresiz insan yığınları olarak tükeniyorlar. İşin tuhafı bunun farkındada olamayan bir karanlığın içinde kalıyoruz. Bu karanlık yaşamı yok eden hastalıkları toplumda var ediyor. Enfeksiyondan muzdarip canlılar gibi tükenişi yaşatıyor.
Sorumsuz kişilikler pimi çekilmiş bomba gibidirler. Onları yok saymakta sorunu çözmüyor en vakitsiz zamanda yolunuza çıkıyorlar. Niçin böyle oluyor insan denen en değerli canlı ilkellik ruhumuzdamı var. Doganın üst canlısı olarak yaratıldığımıza göre bu ilkellik bu boş alan nasıl kendine yer buluyor.Yaşam hikayemizde.
Nedende büyük bir özlem var geçmişe karşı içimde. Çouklaşır ruhum özleyince. Ben kendimden öte herşeyim biliyormusun. Özlemekte benim üstüme yoktur. Bakma sevindiğimde çiçekler açtığında. Benim çiçeğim bilmez açmayı korkar yaprakları nefes almaktan. Tüm yalanları üzerime taşır doğan günüm. Ben ağlarım her akşam sen gelmeden önce .Biliyorum gelmezsinki sen.
Kireç badanalı göçmen evleri hatırlatır bana çocukluğumu .Bir mavi gözlü kız dolaşır uykularında umudun.Ah bu memleket bizim biliyorum.Onun için hüzünlenir ayazlarında yüreğim.Tüm sevdiğim kadınlardan bir sen olursun .Çekip gitmişsindir ötelere .Bilirim ölüleri sevmez kimse sev beni olurmu ölmeden önce.
Aslında ben tanımyamadım kadınları . Dogrusu onlarda beni tanımadı.Günün ortasında kısa mini eteklerinin altına giydikleri siyah ince çoraplarında ilan ettiler kadınlıklarını .Devrimci kızlar özgürce dağıtırken saçlarını memleket için .Ölürken emperyalizimin tank paletlerinin altında .Kim yaptı Çanakkale savunmasını normendiya çıkarmasına kim komuta etti paris karanlığı yaşarken. Hani İngiliz gemisine binip kaçanlar nasılda hükmediyorlar yalanlarına zamanın .Esmer kıllı erkekleri gazzenin gözü pek öldüler özgürlük için herkes onları bıraktı yanlızlıklarında. Sokakta züppe ruhlu bir zamanın ruhu bu dünyada sevmek çok zor biliyorum kuşları kedileri heleki kadınlardan bir kadını bir den çok olanı .
Şeytan yeşil rengi sevmez diye bilinir. Bunun için yeşil renk kutsiyetli bir renk olarak algılanıyor.Dogaya bakalım üç ana renk görürüz mavi yeşil kahverengi ama sarılarıda vardır kırmızısıda doğanın hele saflığı anlatan beyaza ne diyebilirizki bu renge saygı duymamızı öncül yapan siyahın asaletine ne demeli bence şeytan renksizliği sevmez isterki loş bir hikayesi olsun hayatımızın.
Bazı gençler memleketi terk ediyormuş .(Beyin göçü ) Olasıdır gidebilirler ama düşünelim Mustafa kemal Atatürk,te beyin yokmuyduda kaldı mücadele etti. Büyük öncü Hz Muhammet niye o put perestlere karşı ömrünce ilahi nizam için uğraştı . Çekip gitmek olasıdır ama her olasılık mantıksal değildir.Gitmek sorunu çzömüyor kalalım bu topraklar bizim ötekileşmiyelim ötekileştirmeyelim .Kendimizi üste görmeyelim.Halk olalım ulus olalım Tanrının hoşnutlandıgı yolu çiçeklerle donatalım .Akıl yegane yönergemiz olsun.
Şöyle şehre yakın bir köy olsa yanında bir akarsu ceviz ağaçlarının gölgesi vursa toprak yola. Karşı evin ahırında birkaç inek .Sincaplar tünemiş olsa ağaçlarına sevdanın .Esmer gözlü bir kadın bakraçta süt ısıtsa tüm yetim çocuklar içse o sütten. İşçiler gece vardiyalarında içi verse o sütten.Cigerleri özgürlük dolu bir ülkem olsa benim. Sende anlatırsın belki hikayeni bağ bozumlarında bir şarap içsek şöyle bir sini üstünde çökelek ve yufka. Yüzleri gülse yıldızların gece boyu .Tüm özlediklerim yakamda bir çiçek kadar yakınımda. ‘Bu dünyada en çok babamı sevdim ‘der şair Bense çok sevdim herşeyi sevdim herşeyi kaybetti şiirlerim Yılgın ömürlerden yorgun atların çektiği tozlu topraklı yollarda yitenlerim oldu benim.Bana sevdadan söz etme olurmu. Tüm çiçeklerim kurudu benim.
‘Tanrı herkese kalbine göre versin.’ derler sanki kalp bıraktılarda birde laf söylerler. çok söyler bize dillerinin kemiği yok onların kaçırtırlar tüm umut serçelerinide kuşların özgürlüğünü dert ederler. Bilmezler uçmak için sadece kanat yetmez yürekte gerek.
Önce bir şiir okumalı küçük mercimek gözlü umutları avucumuzda beslemeli. Sonrası sevmeli güzelliklerini bu yaşamın .Bilmeliyizki sevmeninde bir gerekçesi olmalı boş yere sevdim demek olmuyor.Ha deyince bahar bile sevilmiyor.
Not : Bir ülkenin özgür bir karekterde olması için öncelikli olarak yurttaşlarının ruhlarının özgür olması gerekir.Bireyi mahkumlaştıran en büyük etkense kültürel donanım eksikliğidir diye düşünülebilir (cehalet ) Cehalet kavramını okul okumaklada hiçleştiremiyoruz okulların büyük çoğunluğunun öğrencilerine meslek diploması vermekten öte bir kazanım sunamadığını görebiliyoruz.O konumda dahi verilenin öğrencinin yaşamına katkı verip vermediğiyse başka bir tartışma konusu oluyor.Görüyoruzki bir toplum kültürel olgunluğa erişemediyse yada var olan kültürel donanımı nötürleştirilip geriye kayan bir karektere bürünüyorsa o toplumda özgürlük eşitlik birliktelik paylaşım kavramlarının ötelenme konumu öne çıkmırş oluyor.Bu süreç toplum ve insan demikratik karekterini yavanlaştırıp ilkel çag gerisi biryapaylıgı topluma dikta ediyor.Birey kendi gelişiminde zaafa uğramışsa bu süreç toplumada yansıyor.Kabul etmeliyizki külütürel olgunluğa erişememiş halk yığınları özgürlüğü gerçekliği ve medeniyeti yaşamlarının bir gerekliliği olarak göremiyor.Bu gidişat toplum devlet hukuk boyutunda çatışkıyı ve gerilemeyi kaçınılmaz kılıyor.Süreçte toplum tüm yapılanları sorunsal bir sonuç olarak görmektense olması gereken bir gerçeklik olarak kabulleniyor.Yanılgı kaçınılmaz oluyor.İnsanlık tarihinde ülkeler ve bireyler daim bu çatışkının var olduğunu görmezden gelmiş yaşamları karanlığa mahkum olmuştur.Olması gerekense çağın evrensel değerleri ile barışık olmak özgürleşmeyi amaç görmek olmalıdır diye düşünmeliyiz. Özgür bir toplumun özgür fikirlerle beslenebileceğini görmek istemiyoruz.
İnsan bedeninin en önemli üç organı beyin kalp ve akciğerlerdir diye düşünelim sonra bu üç organa karaciğer ve böbrekleride etkiliyelim tüm bunların içinde beynin özel bir yönünün olduğunu hepimiz biliyoruz . Bu yapıyı dört ana sistem bütünleştirdiğini görmekteyiz.Bunlar lenf, sindirim ,sinir,ve kan dolaşımı sistemi olarak bütünceyi oluştura dursun.İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi için daha bir çok parçacığın bu muaazzam makinenin bütününü oluşturduguda bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.İnsan bedeni hayatta kalabilmemiz yaşama devam edebilmemiz için sağlıklı olmak zorunda böyle oluncada bedeni ve onun çalışma yapısını bilen sağaltımcıların önemsel olmasından daha doğal bir sonuç olmuyor.Bunun için ülkeler hekimlerin yetişmesinie özel önem veriyorlar.Ve hekimler (popiller ismiyle doktorlar ) daim önem arzeden bir saygınlığı kendileri için gerekli görürler.Kabul edelimki insan canlısı için en önemli kurumlar hastaneler oluyor.Mevcut tıp bilimine ulaşmayı kolaylaştırmış toplumların saygıyı haak ettiklerini düşünebiliriz.Toplum ve insan güvenlik ister buda polisiye güvenlikle saklıksal güvenliği öncü kılıyor. İnsan sosyal bir varlık olarak toplumcudur toplumunsa kendi dinamiklerinin olduğu bilinen bir sonuç oluyor.
En büyük aptallık başkalarının rahatı için kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek oluyor.Bunu sizden istiyenler birinci derece yakınlarınız dahi olsa en hafif bir tabirle bencil olduklarını kabul etmelisiniz.Yaşam bana şunu gösterdiki menfaatler öne çıktığında yakınlık ıraklaşıyor.Çok yakın bildiklerinizin sizi bir çöp yığını gibi kenara ittiğini görmeyi başaramıyorsanız.Bu hayat sizi ezmekten asla vaz geçmeyecektir. Bireysel ilşkilerde menfaatkar davranan ilkel ruhlar iliginçtir size hükmetmeyide kendilerinde hak görebilirler. Açı hep onlardan yanadır.Yedikleri içtikleri malları mülkleri çoğaldıkça ilkelleşirler.Yırtık bir ruhları vardır sizi o ruhun karanlığında tutmak isterler. Başkalarını memnun etmek sınırları olması gereken bir tercihtir.Yoksa siz hiçlginizie sınır koyamazsınız yok sayılırsınız.Kendinize yazık edersiniz. Bu süreç sizi yanlızlıın içine iter siz bunu görmekten muzdarip bir karanlığı kendinize yol seçmişsinizdir.
Ben kendimle kaldığımdan beri sen varsın yanımda .Yanlızlıgım afakidir benim tütütnsüz sıgaramken sen nasıl diyebilirimki tütünsüz sevgisiz kaldım.Ben hep seni bildim.Özledim seni türkü notalarında aradım .Şiirlerime yoldaş oldun sen.Sen bendin bende sen. Sen daim yanlızdın biliyorum. Aç kurtlar gibiydi özledimlerimiz kim derki senisiz yolculuklarım olacaktı benim.Issız patikalarda kaybolacaktım.
Şöyle bir etrafınız bakın kim size ne kadar yakın kim ne kadar çaldı hayellerinizi kış nasılda üşüttü umutlarınızı güneşinizi kim kovdu pencerenizden.
Otorite her şeye dikta edebilir bunun tek istisnası hayellerimizdir insan beyni hayal kurmayı iyi becerir ve hayeller ruhumuzu besler. Burda sorun şu olabilirki hayallerinde yaşamın tüm verilerinde gördüğümüz bir sınırının olması gerekli olduğu gerçeğidir.Hayeller gerçekçiliği silikleştirdiğinde patolojik bir durumla karşılaşmamız beklenilen bir sonuç olur. Sınırlar hayeller ve gerçekler birbiriyle iyi geçinmelidir bu sürece yaşamın dialektik gerçekliği adını verebiliriz.
Toplumsal farklılıklar içimizde düşmanlıklar yaratmamalı diye düşünmeliyiz.Bunun için tekil ve çoğul halimizi dengede tutmayı ırak durduğumuz oluşumlarında toplumsal gerçeklik olduğunu kabullenmeyi başarabilmeliyiz. Bu hikayeye tarikatlarıda katabilriz.Sevgidli dostlar tarikat izleen yol demektir tercih kökeninde din olabilir siyaset olabilir menfaatkar arayış olabilr bunların hepsini bir oluşumda görmek mümkün olabilir.
Bunları olduğu gibi kabul etmek toplumda her kümenin kendi işlevinde var olma hakkı olduğunu bilmek bize ve düşüncemize yeni alanlar açmayı sağlamak hedefe ulaşmada bize katkı verebilir diye düşünelim. Ülkede onlarca yapı var bu yapılar amaç ve gerekçeleri ne olursa olsun hukuk içinde kaldıkça ve anayasal düzenle barışık oldukça kabul görme şansını hak ederken amaçları yaşam gerçekliğinin gerisinde bir puslu arayış oluyrosa toplum ve onun tüzel karekterinin müsamaha gösterme şansı olmayacagınıda bilmek gerçekçi olacaktır.Sivil toplum kurululuş olarak var olmak için net gerçekçi ve özgür bir yapımızın olması gerektiğini bilmek durumundayız.Burtda şöyle bir durum ortaya çıkıyor hiçbir özgürlük sınırsız değildir.Toplum bu süreci böyle yaşıyor.
Not: Yirmibirinci yüzyılın en rezil tarafı dostlar her saatin paraya göre kurulmuş olmasıdır. İnsanın sorası gerliyor bu kâğıt paralar bir takasa aracımı bir sömürü aracımı. (Dolar,Euro,Siterlin,Bizim için Tl )neyi ifade ediyor. Güç niçin insan yaşamını önemsemiyor ve düzen niçin adaletle oluştuşmayı beceremiyor. Toplumsal varlığımızda karşımıza çıkan yapı niçin akıl süzgecinin varlığını bize hissettiremiyor.Tüm doğal afetlere karşı niçin doğal olmayan ölümlere mahkum ediliyor bu ülkenin insanları . Bir sömstr tatilinde güle oynaya bir kayak merkezine tatile giden aklın almayacağı bir tırajediyle hayattan koparılıyor. Toplumsal yaşamın en önemli vazgeçilmezi olan devlet yönetimi ve içeriğinde birimler denetim ve kontrolda nasıl böylesi gaflet içinde olmayı başarabiliyor.Nedersiniz bir şeylerde yanlışlık yokmu.
Degerli dostlar insan sosyal bir varlıktır ve yaşam karekteri sosyal iletişimle şekillenir.Birey yada siyasal karekterde yurttaş kendi boyutunun ötesinde esasta toplumca yönlendirilir.Toplumun çoğulcu katılımcı ve emek yoğun saygınlığa ulaştığında kültürel milli yapı halka üst bir kültürün kapılarını açar. Özle evrenselin birlikte olgunlaşmasına katkı verir.
Degerli dostlar Dogru ve yanlış inanın yüzeysel tortulardır.Bugün doğru sanılan yarın yanlış görülebilir.Bügün bir kavramı önemser görünüyorsak onun karşıtını ötelemenin anlamı olmayacaktır.Özgür düşünce çok geniş bir açıyla öne çıkar.Gerisi karanlık sadece karanlıktır.
Anlatılmak istenen şudur hiçbir doğru gerçeği ifade etmez ve içinde yanlışı korumayı kendine gerekli görür.
Ah nasıl anlatmalı bilmemmki depremde yıkılan binalardaki ölümler.Madende yitip giden emeci hayatları .Bir kaç günlük tatil için gittikleri otelde yangının çaresizliğinde hayatlarından olan çocuklar büyükler bu ülkenin insanları .
Biliyoruz insanlık sosyal olarak toplumcudur toplumsal yaşar bu süreçte bizi güvende tutan mekanizma devlet kavramıdır. Devlet ciddiyeti kurallar uygulamalar denetim kamu otoritesi bu sürecin ana bileşenleridir . Ama bakıyorsunuz bir yerlerde birileri rahat hareket etme şansını yakalıyor. Maddi güç birilerinin önünün açar görünüyor.Yasalar yönetmelikler denetilebilirlik yerine keyfiyete bırakabiliyor .Sonuçta yitirilen hayatlar hüzün hak edilmemiş acılar üstümüze üstümüze geliyor. Bir kamu düzeninde amaç bireyin yaşam hakkı olmalıdır diye düşünmeyi becerebilmeliyiz. Devletin var oluş gerekçeside budur. Bu süreçte devlet yasalar ve onun uygulanışından tüm kurumları ile sorumlu olmalıdır.Devletin var oluş amacı insandır. Görülüyorki bir yerlerde çok ciddi yanlışları olan bir yapı kendine yer bulmuş. Çagdaş devlet kavramı bu yanılgıdan kurtulmayı başarabilmelidir. Devlet otoritesi her alanda denetim yaptırım karekterini hukuk içinde uygulamayı amaç edinmek durumundadır. Bilelimki her alanda kamuya hizmet eder görünen yapılar devletin kontrolünde bir zeminde var olurlar kimse toplumsal karekterde devlet yapısından daha üst ve yetken değildir. Olmamalıdır. Yoksa çaresizliklerimizin sonu gelmeyecek gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. (Bolu otel yangını 2025 )
Dostlar toplumda görüyoruzki devlet çok önemli bir kurum .Devletin işlevinin sağlıklı olması özgün bir karekterinin bulunması direk yurttaşların yaşamına etki ediyor. Bunun için çağdaş hukuk çağdaş devlet karekteri vazgeçilmez bir gerçekliğimiz oluyor.
Farkındamısınız yaşadığımız toplumun kültürel genlerinin dışında davranma yada düşünme şansını kendimizde göremiyoruz. Kültürel genlerimizse akıl gerçeğinin dışında şekillendirilmek isteniyor çünkü o zemin gerçekliğin dışında güç arayanlara o şansı veriyor. Kültürde böylesi bir yapıda yavanlaşmaya mecbur bırakılıyor.Burda şunu belirtmek esastır Bir ulus kültürünün varlığıyla ayakta olur. Özel duygu ve inançlarımızın bilimle özdeşleşip özdeşleşmiyecegi bizim kendi varlığımızla ilgilidir ama iş toplumsal düzeye gelince seküler düşünce öncül olmak durumunda olmalıdır. Aksi ne oluyor.Dostlar aklı kullanamazsak yaşam ilkelleşiyor.
Akşam olunca hüzünleniyor insan şöyle bir yuva olsun istiyor.Kapıda bir sıcak güler yüz.Sofrada bir çorba olsun umuyor.
Yaşamak dostlar biraz fırtınalı bir yolculuk oluyor. Sonuçta limanla çok aydınlık olmuyor. Işık ötelerde bir duş artık.
Yaşamın odağı nedir sizce biliyoruzki yaşam sonsuz değildir.Yaşam bildiğimiz sınırlar içindede olmayabilir.Evrenin başka dünyalarında başka canlıların olmasıda olasılık dahilinde degilmidir.
Ne yapalım dostlar nasıl bir ömre sahip olalım. Dünya menfaatlerimi ömrün onurlu mucadelesimi hangi yerde durmak lazım sizce.
Birileri karanlıkta durabilir.Bizim için felaket o karanlığa bizide mecbur etmeleri oluyor. Yanlış yollarda adım atanlar bataklığın içinde bizlerinde çırpınmamıza ortam yaratıyorlar. Ah öylesi bir karanlıkki bu kırmızı kırmızılığı bırakmış beyaz kayıp baharın renkleri vazgeçmiş kendinden.
Farkına vardımki olgunluğa erişmiş ruhlar acıların ulu orta ortalığa dökmüyorlar. İçlerindeki fırtınaları yada yaşam yolculuğunda önlerine çıkan acıları kendi başlarına göğüslemeyi başarabiliyorlar. Sonrasını zamana bırakıyorlar biliyoruzki acıyı kabullenmekte yüksek bir ruh istiyor.
Ne yazikki insanlar kendileri gibi davranmanızı istiyorlar kendi hükümdarlıklarını öncül yapıyorlar.Kaplarındaki sütün haramlaşmasının önemsemiyorlar onlar için esas olan güçlü görünmek ve sahip olmanın gücünü hissetmek. Soytarı ruhların ana karekteri budur dostlarım kendilerine ait olmayanı sahiplenip o sahiplikle ruların dizginlerini ellerinde blulunsurmayı kendileri için hak görüyorlar. Böyleleri genelde kan bağıyla yakınlarınızda daha çok ortaya sere serpe dökülüyor.Çünkü dışardakilerin size böyle yakın olma şansları olmuyor.Bizim set çekemediklerimiz kendilerini, yakın bildiklerimiz oluyor.
Siayasal dialektik açısından baktıgımızdada durum bundan farklı bir görüntü olamıyor.Fikirler sabit olunca onun felaketide farklı oluyor. Düşünsenize onbin yıl evvel güneşi tanrı sananlar günümüzde yaşasalardı acaba yine aynı görüşü yüreklerinde taşırlarmıydı.Gelecekte insan denen canlının inanç anlayışı ölüm var oldukça devam edeceğine göre acaba nasıl bir devinime kendisini evrimliyecek. Ölüm olduğu müddetçe inanç bizim gelecek nesillerimizide etkiler olacaksa (olacaktır ) Öz ün ötesi görünürde yaşamsal inancın dialektiginde ne olabilir diye düşünülecek bir zamanın olacağını şimdiden farkındalıkla görebilirmiyiz.Kimbilir gelecekte hükümdarlığımız inançlarınmızı nasıl etkileceyecektir insan denen canlı yaşam döngüsünde cinsiyet yanılgısını aşmayı başardığında belkide iman etmenin değeri şimdikinden daha bir anlamlı olabileçektir.
Biliyormusunuz dostlar bu yazıtımda (kitap ) her düşünüleni yazma cesaretim olmadığını bilmenizi isterim . Bu durum yaşam kökenim ailemden başlıyor yaşadığım ülkemin siyasal dialektiginin bende bıraktığı yoğun anlamsızlıkla devam ediyor. Görüyorumki tarih boyunca yönetimde olanlar kendi varlıklarını tasvip eden güç varlığının dışında bir odak olsun uygun görmüyor. Bazen düşünüyorum Türk milli mücadelesinin amacı sadece devlet kurmakmıdır diye. Düşününce anlıyorumki milli mücadele aynı zamanda uygar insan karekterini oluşturmaya çalışıyor. Burda kültürel ocakta türk karekterinin çizgisini iyi tesbit edemedik. İnce çizginin bizi belirli bir düzeyde tutmasının önemeni anlayamadık .Daim öncül kılmaya çalıştığımız türk kavramının kültürel bir ivme boyutunda olduğu gerçeğidir. Dünyada ikiyüzün üstünde devletsel örgütü olan bir kültürel gerçeklik ortada dururken kendi kültürel varlığımızdan niçin vaz geçer olalım diye kendime soruyorum. Bu toprakların kültürü bizi bağlıyorsa bunun bir ismi olmayacakmı geçmişi geleceğe taşıyan nehirden niçin vazgeçmiş olalımki. Burda uygarlık kavramından söz ederken uygarlık toplayıcı bir kavramdır çağdaştır ve kalıpları esnektir akıl onun ana öncü dayanağı olmaktadır. Bilelimki gerçek uygarlık hamurunda yoğurulmuş kavimlerde özne insan odaklıdır ve tüm veriler insana ve onun yaşamına özgüdür.
Gelecekte sevgide doğal hamurunu kendi varlığında hissettirmenin şevkini yaşayacaktır tüm bahçelerin tüm çiçekleri daha bir özgür atacaklardır tohumlarını toprağa .Kimsenin kimseden üstün olamadığı unvan sitatü makam kavramlarının insan olma onunrunun altında hiçleştiği sevginin insan hamurunda yoğurduğu bir dünyayı gelecek nesiller kurabileceklerdir kuşkusuz.Bizler bunu başaramadık torunlarımız adına mahcubuz.Yaşam bizi karartılı puslu bir ömre mahkum etti. Yaşamak pamuk ipliğinde bir haikaye oldu tüm emekçi yoldaşlar için. Artık umut ettiğimiz ülkümüzünde üstü küllendi içimizdeki köz yitik hikayelerinde kaldı umut etmenin.
Genç dostlarıma şunu söylemnek isterim. Hiçbir güç gençliğin verdiği gücün yerini tutamaz.Siz o gençlik atının üstünde ovaları dağları aşarsınız.
Dostlar her sorunu kendi ortamında değerlendirmek lazım diye düşünenlerdenim. Bu durum insan ilişkileri için geçerli olduğu gibi kamu yapılanmalarındada geçerli bir temel sonuç getiriyor. Düşünsenize her birey yaşadığı topluma göre kendine zemin bulur kamusal güç içinde bu durumun degişkenligi söz konusu olmuyor.Süreçle ilerleniliyor özgürleşiliyor devinim kaçınılmaz bir ana etken oluyor.Bu durum sosyal dialektik olguda her nesne için geçerli bir durum oluyor. Birey dünyavi düşünemeyi sosyolojik açıdan başarmak zorundadır.İçselinde metafizik arayışlara yönerlmeside doğal bir sonuç olur.Bu durumu tersine çevirme yanılgısı ister birey ister toplumsal yapıda sonuç olarak çokta parlak bir geleceği hiçbirimize verememektedir. Özgür düşünce gücün dağılımı yaşamın özsel paylaşım kuramı ötelenmekten öte öncelikle dikate alınması gereken bir gerçeklik olmaktadır.Burda bireyin özgürleşme kararlılığının toplumsal olarakta pozotif bir sonucu olacağını görebilmeliyiz. Yaşam katı kurallarla gitmiyor dostlar.İşin birde şu yönü varki kuralların olmadığı bir toplumsal yapıda toplum olmuyor.Orda kaos hüküm sürüyor.İZDÜŞÜM,de anlatmaya çalıştığımı burda tekrarlamış olayım işin özü dengeyi oluşturmak bu süreçte hukuk kavramı öncül oluyor.
Çıg gibi geliyor ölüm . Neyapabilirizki bu kasırgaya .Ölümler tümen tümen ordulaşmış salıyor ateşini üzerimize. Gün geçmiyor kaytbetmedigimiz bir cephe yok.Böylesi karanlık olurmuki gelen gece. Ah nasılda sardı toprak sevdiklerimizi .Nasılda ağlamaklı oldu yaşam denen hikaye.
Şimdi ben ölürsem ne olur dersin. İhtimal iki sorguı meleği soracak bana ne yaptın hayatında bende anlatacağım Şiirler yazdım fikirler açıkladım yazılarda. Sonra kenara çekildim. Korktum konuşmaktan daima yazdım.Yazmak belki beni kurtardı yanlızlıgımdan kendimi anlattı bana .
Dostlar önem verdigimiz bir çok şeyin aslında önemsiz olduğunu ölüm yüzümüze vururdan biz bunu görmezden geliriz. Tüm yaşamın anlamsızlığı hepimiz için bir geçreklikken var olmak kültür oluşturmak eşitcil bir yaşama evet diyebilmek amaç gibi görünsede aslında insanlar arasındaki kavga asla bitmiyor. Sorgulanmayı sevmeyen ama sorgulamayı hak gören canlılarız.En büyük felaketimizse yaşamın sonsuz olduğu hissini içimizde saklamamız.Evet dostlar hiçibirimiz samimi olamıyoruz. Ruhumuzu aklayıp paklayacak bir umudumuzda yok.
Biliyormusun insan varlığının devinimini sağlayan tek enerji tutkularımız oluyor.Tutku alır sizi çağın ötesine taşır yada diplerde yitikleştirir.Tutku merakla kardeştir merak edersiniz szorgularsınız oda size yeni kapılar açar o kapılar ardına kadar açık olmayabilir önemsenmeye bilirsiniz sıradan insanlar sizi kendi egolarında ezmeye çalışabilir daha önemlisi bunda başarıldıda olabilirler.Sonra bakarsınızki o çok üst perdeden yaşar görünenler yaşamın çiçeklerinin varlığından dahi haberderr olamamış .Ömürleri karanlık dehlizlerde tükenip gitmiş olur. Tüm yaşam toprağının özü sadelikten geçiyor dostlar doğal kalabilmeyi başarmak lazım.Siz hiç tüylerini sarıya boyamış bir bir tavuk gördünüzmü.Eger kümesteki tavuktan farklı olduğunuzu düşünüyorsanız bu farklılığı yaşamınızda hissettirmeniz lazım. Bilelimki toplum ve ulus son bir bekanın müdavimi olsada biz bireyler yavan güdük bir ömrün mahkumlarıyız.Bunun için oldukça geniş açıları olmalı bakışımızın paylaşmayı bilmeli. Paylaşılabilecek olanı.
Tüm yazıtlarımda aile kavramı üzerinde durmaya çalıştığımda şu gerçeği görebildim.Aile görünmek başka bir durumdur aile olmak başka bir sonuç. Aile paylaşmaktır samimi olmaktır. Dikenleri sofradan ırak tutmaktır.Aile olmak unla suyu birleştirip ekmek yapabilmek onu bir sofrada bölüşebilmektir. Özde insan olma değeri esastır tüm varlıkların var oluş sebebi insanı insanca yaşatabilmek olmalıdır.Bunun için özgürlük içinde kurallarıda saklar. Akıp giden bir zaman sürecinde ömrün sınırları çok geniş değildir. Tüm düşünce ve duygular tüm sosyal yapılar insanı insanca var etme üzerine yapılanmadıkça umut hep boynu bükük insanlar için ulaşılmaz bir hayali besleyecektir. Hayatın problemli olduğunu kabul ettiğimizde yaşama şansına erişmiş oluyoruz. Problemlerin büyük çoğunluğu yok etmeyi pek kabul edecek gibi bir ruha sahip değiller bu bize onlarla yaşamayı zorunlu kılıyor yok edemiyorsan kabul et kendi içselinde kendi ruhuna bir şans ver.
Bir ülkede sanat bir cemiyetin (burjuva ) sınırlarının ötesine taşamıyorsa halk yığınları sanatı görmezden gelip gereksiz bir uğraş olarak algılarsa o toplumda kültürel toprağın kıraç bir karekter taşıdığını görebiliriz. Burda okullara görev düşüyor diye düşünmeyi becerebilsek dahi okullarında kültürel seviyelerinin tartışılır olduğu gerçeğini saklayamıyoruz. İ
Yaşamın ana gerçeği ölüm olduğuna göre ölüme karşı zırhımızı girmek itiat etmek kabullenmek kaçınılmaz oluyor.Evet dostlar din ve benliğimizden söz ediyorum. Dinin önemli bir kültürel özne olduğunu akılla biçimlendikçe yaşama katkı verdigini düşünenlerdenim.Din fizik ötesi bir oluru bize açıklamaya çalışıyor.Bu topraklarda İslamiyet dünya gerçeğinde hiristiyanlık varsalınıda ekleyelim milyarlarca insan din geçregiyle kendine ölüm karşısında bir konum arıyor. önmüzdeki günlerde bir aylık bir oruçlu olma tercihine muhatap olacağız.İnanmak bedenini ve ruhunu inancın karekterinde olgunlaştırmak ne dersiniz. Din önemli bir kültürel ivme olduğunu kabullenmiş olalım.
Unutmamalı göçüp giden o güzel insanları. Bir dut ağanın altında gökyüzünde güvercinler uçarken kırmızı sütyenli bir umut saçlarını okşamalı gençliğimin. Ah bu ülke nasılda kanattı yaralarını yetimlerinin nasılda yitik ömürlere mahkum bıraktı bizi. Neyi kim için savunacağımızın şaşkınlığında özgürlüğümüzü kilitledi yalan dolan kavgaları ömrün.
Hayatta kıskana bileceğim tek olur gençliğin önündeki zaman umududur. Ne çareki ileri yaşlara ulaşmış bizler için her doğan günün bizi meçhuliyete götüren bir yolculuğun adımları olmaktan öte gidemiyor. Dünyaya şöyle bir bakın adaleti özgürlüğü bilgiyi gördüğünüz bir yer olursa ne olur benide oraya çağırın.Sürünerekte olsa gelmeye çalışırım.
Sıkıcı bir hayatın içine dalmış ömür tüketiyoruz.Yinede her sıkıntının bir aydınlık kapısı olur diye düşünelim ve o kapının açılmasını bekleyelim. Kimbilir belkide o yılgın ruhlarımız bizi hoşnutlayacak mayıs doğan kuzuların o sevecen halcelerinden açan gelinciklerin kırımızısından kendimize şöyle bir tutam sevinç devşireceğiz.
Saat sabahın onu akrep ve yelkovan tüm zamanın Çarkının yoldaşları olarak daim birbirlerini kovalıyorlar. Aylardan ramazan ayı ramazan ayı hicri takvimde yılın üçüncü ayı bu ayda müsülüman insanlar tanrının emri gereği oruçlanırlar. Oruç enteresan bir ibadet sizi kendi nefsinizle hesaplaşmaya götürüyor. Bu hesabın artısı eksisi ne oluyor bunu anlamak kolay olmazsa gerek.
Ah özgürlük seni çarmıha gerdi bu yalan dolan kavgaları ruhumun .Sende çabuk bırakıp gittin .Beyaz önlüklü esmer kadının menekşe gözleride seni ırak buldu kendinden nedense adımları geri geri gitti umudun. Ruhundaki fırtınalar hiçte yaşana uygun değildi.O menekşe gözlü beyaz önlüklü kadın üşüttü yüreğini sevdasının.İsmini yazmaya çekindiği bir hikayeydi onu tanıması .Sonra çekip gitmesi karanlığına.
Her birey kendini ifade etme düşündüğünü paylaşma inandığını yaşama hakkına sahip olmalıdır.Bu insan olmanın kendisine verdiği bir hak olarak kabul görür. Toplumsal varlıktada bu temel kavram geçerliliğini kabul ettirir olmaktadır.Burda bilmemiz gereken bizin için doğru olanın herkes için olamayabileceği sonucudur. Bunun için yaşama yolculuğumuzda kalıpları çakarken alanı geniş tutmak evrensel kültüre ve olurluluga bir ortam oluşturmak karşıtıda anlamanın yollarını açmak doğrusu yaşam yolculugumuzda daha bir sevgiye yakın olmaya çalışmanın ana amaç olması gerektiğini kendimize anlatmayı başarmak .Belki ozaman ortak değerlere daha bir samimi yakınlaşmak şansı hepimizi için olması kolay bir sonuç olacaktır ne dersiniz.
‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir ‘ Mustafa Kemal Atatürk.
Çogumuz kendimizi çok üst görmenin diplerinde yaşıyoruz.Biliyormusunuz bir çok ülkede insanlar sorgulamayı sevmiyor kitapları ise bir obje olarak görüyor. Hani bazı akedemik tipli figürler var izlencelerde kitaplıkların önünde konuşmayı ana amaç görüyorlar. Bizde onları çok kültürlü görüyoruz. Biliyormusunuz işine aşık insanların sosyalleşmesinde tanınılır olmak amaç olmuyor. Omerca biraz kibirin ruha verdiği mahkumiyetle ilgili bir durum.Tıpta sosyolojide hukukta arkolojide işin emektar hocaları kendilerini gizli tutmayı kendilerine saygı olarak görüyor. Ne yapalım birileri böyle var olmayı kendileri için elzem görüyorlar.
Yapılabilecek hiçbir şey yok. Ölüm ben varım diyor .Ne yapabilirizki tanrının mekanında tanrıya isyan mümkünlülügü olan bir durum olabilirmi.Evet koca dünya bazen dar geliyor yanıyor yüreğimizin hücreleri.
Sonuç olarak dostlar hayat denen hikaye hep umutla geçer. ‘Umut fakirin ekmeği’ derlerya çok akıllıca söylenmiş bir söz diye düşünüyorum. Birde umudun ruhu yordugunuda bilmek durumundayız devamlı umut et sonrada ömrü yoklukla tüket. Biliyormusun tanrı insan denen canlıyı yarattığında onun dünyaya sınırsız bağlanacağını tanrı olarak biliyordu .Onun için onu hep pergamberlerle ikaz edip yol göstermiştir.Yinede insan denen canlı hayata sınırsızca bağlanmaktan vazgeçememiştir.Unvanlar sitatüler makamlar mal mülk onu bu dünyanın vazgeçilmezi yapmış geçicide olsa acılarını öteletmiş kendini ölümün gölgesinde dahi sonsuzluğun umuduna mahkum bırakmıştır.
Dostlarım yaşamın ana dönencesi ekonomidir ekonomi mülkiyet gücüyle birlikte toplumve birey için vazgeçilmez görünmektedir. Yaşamda günümüzde kabul görmüş liberal ekonomi kavramının kabul edilmez olduğunu birçok yazıtımda (Kitap ) anlatmaya çalışmış olmakla birlikte bilmeliyizki emek ve özgürlüğün öcül olmadığı hiçbiri üretim tüketişm ilişkisi insancıl değildir.Bizimse tüm varlığımızın kazanımlarında insan olma bilincinin olması gerektiğini kabul etmek yaşamın özünde bu gerçeği görmek esas amaç olmalıdır.Tanrı sosyal olarak yattığı doğanın en özel canlısını sömürü çarklarında tükensin diye yaratmamıştır şüphesiz. Yaşamak aklın bize sunduğu bir gerçeklikle özdeşleşir ve hayatta olmaktan çok öte bir durumdur.Ne yazıkki karanlıgımız bizi bu gerçeklişkten koparıp yoksunluğun karmaşasında tüketir olmaktadır.
Edebiyat içindeki çatışkılarda bu sürecin dışında olmamaktadır. Dogru olanlarla doğru sanlılanlar her daim örtüşemeyebilir. Birey bunu algılama sorunuda yaşaıyabilir. Bu durum tüm toplumu etkiler görünürse orda özgürlük yara alır. umut azalır. Toplumsal çatışkı öne çıkar.
Edebiyat çatışkının bir tarafı olmamalıdır. Yazı düşünce sadece arayışa katkı vermek durumundadır. Yaşamak birazda gerçeğe ulaşma uğraşı degilmidİr.
Korku birazda bilmemekle ilgili bir durumdur. Onun için korkuyorum bilmediklerimin o okyanusları taşırtan çoğulunda zerre değil bildiğimizi sandıklarımız. Bunu anlıyorum. Korkuyorum onun için muhatap olmak istemiyorum gerçekle. Ben kendi hayellerimde gök yüzünün yıldızlarını saymaya çalışırken kendi hayellerimin mahkumiyetinde olmayı kabullunmiş oluyorum. Beni anla olurmu.
Özgürlük korkusuzca bakabilmektir okyanuslara. Akdenizin ulaşabildiğini bilmektir uçu bucağı olmayan ötelerdeki sulara. Ben ölünce yıldızlar yine geceleri görünecekler. Yine korkacaklar kadınlıklarından umutlar. Haydi gel okyanuslarda ıslanalım. Çıkarmıyalım hayellerimizi üstümüzden. Tüm yitenlerimiz yüreğimizde. Aglayalım seninle yaşamaya dair. Aglamak özgürlüktür bilirsin sevince.
Not :
Çok ilginç bir durum emperyalist güçlerin maşası etnik milliyetçi kominist doktirinli bir terör örgütü kendi bölücü fikirlerini ilerici olarak gösterirken tarihin en özgün milletlerinden biri olan köklü bir kültürel varlığı bulunan Türklük bilincini ırkçı faşistlikle suçlarken bölücü eylemlerine sınırsız terör yaparak ulaşmaya çalıştığı yılları yaşadık. Bu topraklarda yaklaşık kırk yılı geçkin terörle var olan bir yapılanma onbinlerce insanımızın ölümüne yüksek bir maddi maliyetin şuursuzca zayisine neden olmuşken homejen bir karekterle ülkenin asli unsurları olan kürt varlığını kendi bölücü emellerine gerekçe yapmalarına tanıklık ettik. Biliyoruzki bir ülke için demikrasi hukuk eşitlik yurttaşlık kavramları tüm paydaşlar için özeldir ve bir bütüne hitap eder. Türk ulusu içindeki özgün renkleri ile bir bütüncenin varlığını temsil ederken bölücü mikro milliyetçi arayışların gerçekçi olamayacağı aşikardır. Türk devleti kurulurken tarihin kendisine yüklediği ve sunduğu sosyolojik ve kültürel varlıkla sonuca ulaşmıştır.Devletin siyasal kabülünü somutlaştıran lozan antlaşması bu gerçek üzre sonuçlanmış çok önemli bir sonuçtur. Türk misaki sınırlarının varlığında gönül isterki Kerkük batum egede adalar türk devletinin içselliginde olmuş olsaydı.Sonuçta zamanın şartları bize bu ülkeyi bu sınırlarla nasiplemiştir.Toplum ve devlet türk kültürünün özgün varlığıyla biçim bulmuştur. Dostlarım türklügün bilincinde olmayı faşistlik etnik ayrışmayla ortaya çıkmayı ilericilik görmek büyük bir gaflet ve ilkellik olmaktadır.Ulusal yapımızı bizi hukuk içinde devletimizin varlığında büyük bir umudun yoldaşları yapmışken bölücülüğü hak görmek sağlıklı bir düşünce olmayacaktır. Bireysel olarak kadim şehirimiz Diyarbakırımızda dogmuş yetişmiş bir türk insanı olarak bu gerçeği görebilmeyi tanrı bana nasipledi bu nedenle oldukça huzurluyum. Bu topraklarda özsel kültürüne hakim evrensel kültürle barışık yuttaşlık bilinciyle var olmayı önemseyen bir çağdaş ülkenin mensubu olmayı amaç bilmeliyiz.Bunun dışındaki ilkel aşiret vari feodal yapılar çağın gerçeklerine sırt çevirmiş siyasal doktirinler ulusa ve bireye huzurlu bir yaşamı veremeyecektir. Devlet koruyucudur aynı zamanda devletin kendini koruma hakkı ve yetkenligide şüphesizki bakidir. Siyasal dialektik açıdan devlet kendini korur ve o gücü yuttaşlarının huzur ve mutluluğuna etken kılar. Yaşama katkı verir bu süreçte eleştirisel düşünce özgürce bir hak olarak kabul görür ama terör ve ayrışma bunun dışında bir yanılgı olarak görülmelidir.
Bilmek durumundayızki türklerin ana vatanının orta asya olduğu görüşü geçmişte mantıklı olmakla birlikte türk boylarının dünya coğrafyasında daim geniş bir yelpazede bulunduğunu düşünmemiz afaki bir görüş olmayacaktır.Türklerin budunu incelendiğinde kökenlerimizin afrika merkezli olduğu öne çıkmaktadır. (Kaynak Türklerin budunu ,sezgin onat )Biz türkler orta asyanın ilk insanları oldugumuzuda bilmekte fayda vardır.Köklerimizin orta asya bozkırlarında yüzbinlerce yıldır var olduğunu düşünmek pek sağlıklı olmayacaktır. Günümüzde Anadolu Türkleri olarak kültürel etkenliğimizi islam inancınında besledigini gözlemliyoruz.Bizler geçmişimiz nerden gelirse gelsin Anadolu türkleri bu topraklardayız ve bu topraklarda var olmaya devam edeceğiz.Anadolu bir türk yurdu olarak insanlık tairihi boyunca varlığını devam etitrecek bir kültürel karekterle bizlere umut vermektedir. Ne mutlu bu kültürün sıcaklığını hissedebilenlere.
Ömrün bu geçkin zaman diliminde akılcı bir umut beni bulmuyor.Tahmin ediyorum yaşınız ilerideyse sizleride bulmayacaktır. Yaşam sizi geçkalınmış hikayelerin misafi yapmaya adeta hükmediyor. Şimdilerde genç esmer bir kadının bana olan hissiyatı karşısında yetmezliğe düştüğümü kendime itiraf etmek durumundayım .Yaşanmamış duygular ulaşılamamış limanlar içsel mahzunluğun yorgun arayışlarında kasırgaların içinde tükenmeye aday bir geçkin imrün son hikayesine mensup oluyorum. Ah nasılda çekiyor sizi kendine umut.En ulaşılmaz saandıgınız duygular içinizde tohumlar ekiyor. Sizse buna hazır olmadığınızı görüyorsunuz.Sonra bir deprem fırtınası gibi çatırdatıyor ruhunuzu sevda biliyorsunuzki sevdada geç kalanlar tayfasından bir hikaye oluyor sizin yolculuğunuzda dag başlarında yolunu şaşırmış kervan gibisinizdir artık. ne dönebiliyorsunuz nede adım atabiliyorsunuz.Tanrıya teşekkür ediyorum ömürce yşaşyamadıgım duyguları bana yaşama şansı verdiği için.Belkide bu şans benim hiçliğimin bir hikayesi olacaktır bilemiyorum.
Hayat bizi her şeye geç bıraktı sevmeye umut etmeye gülümsemeye. Sonra bir baktık yarın dediğimiz umut kırmış kanatlarımız bizi yitikliklere mahkum bırakmış. Çok şey için geç kaldık koşup gittiğimiz yollar hep ölüme çıkıyormuş bizi bunu anlayamadık. Artık ne bir yol var önümüzde nede yorgun yataklarında tükeneceğimiz hanlar yetim kaldık sokaklarında şehrin. Her yaşamın bir hüznü olur biliyoruz bizimse hüzünlerin havuzunda ıslanıyor gözlerimiz.
Degerli dostlar popilist olmak farklı bir durumdur bilge olmak farklı entelektüel olmaksa çok daha özel bir durumdur. Bir çoğumuz şöhret unvan ve sitatü sahiplerinin aynı zamanda bilge insanlar oldukları yanılgısına saplanırız bu doğru bir tesbit değildir. Ülkede son zamanlarda özellkle izlencelere birkaç kez çıkanlar (televizyon ) oldukça ünleniverince her söylediklerini doğru sanan bir cehalet kümesinin beslenmesine katkı sağlıyorlar. Birileri kendilerini üste görme hakkını ruhlarında hissediyorlar.Bilgeligin en önemli yansıması mutlak doğru kavramının olmadığını bilmekle ilgili bir sorundur.Bugün doğru bildiğimiz uğranda ölmeyi göze aldığımız bir çok olurun bir çok toplumda anlamsız göründüğünü izliyebiliyoruz.Her coğrafyanın doğrusu hatta dini inancı farklı olabiliyor bu farklılık birbirini öteler görünsede aslında gerçeğin zorunsallıgını hepimiz idrak etme becerisinide gösterememiş olabiliyoruz.
Param var o zaman söz hakkı benimdir. sokağımızda köyümüzde şehrimizde olgun görüşlü insanlara ulaşmak zorlaşmaya başladı herkeste bir afra tafra muhabetinin ilkel karanlığı önümüzü kapatıyor.Işık yerini cehaletin karanlığına bırakmış gibi. Kapitalist düzende bireyler kendi varlıklarının üstlüğünü bindikleri araçlarda oturdukları sitelerde giyindikleri marka giysilerde ispatlamaya çalışıyorlar.Dostlarım hayatın gerçeklerini ruhlarına nakşedenler sakin ve düzgün sözcüklerin sahibidirler.Onlar yaşam yolculuklarında saygıyı hak eden mümtaz insanlardır.Azla yetinmeyi bilirler bilgeliklerini ortaya dökmezler. Makam ve güç sahiplerine yalakalık onların yaşam işlevinde kendine yer bulmaz. Böyle insanlar toplumda vahada su gibi önemsel bir hikayenin meçhul kahramını olurlar.
‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olurmu ancak onu temiz akıl sahipleri hakkıyla düşünür.)Kuran Zümer süresi ayet 9)
Bazıları dünyayı gezmenin kültüre yüksek katkısı olduğunu söylerler .Dogrudur gezmek yeni insanlar tanımak yeni kültürleri görmek ondan kendince birşeyler devşirmek iyi bir sonuç olur.Ama günümüzde sosyo ekonomik yaşam çarkları size geniş bir alan veremiyor .Hepimiz kendi dar alanımızda nefes almaya çalışıyoruz bizi bizyapan değerlerle dahi sürtüşen ruhlara muzdarip mahkûmluğu yaşıyoruz hepimiz için evlerimiz yaşadığımız şehir adete bir cezaevi olmuş bize güneşi çok görüyor. Mutsuzuz mutsuzluğumuz birazda sorgulamaya çalışmaktan kaynaklanıyor bu dü