0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
334
Okunma

Rüzgâr, yaşlı adamın sakallarında usulca dolanıyordu. İstanbul’un bir sonbahar sabahında, sahil kenarındaki bankta oturuyordu. Yanında bir çanta, çantanın üzerinde eski bir radyonun anteni kıpırdıyordu. Martılar ötüyordu, ama o, gözlerini ufka dikmiş, uzaklardan gelen bir hayalin içindeydi.
Adı Sami idi. 83 yaşında, yedi çocuk babası, yirmi iki torun sahibiydi. Ama torunlarından sadece biri, dedesine "Gerçekten anlatacak neyin var?" diye sormuştu: Yusuf.
Yusuf, yirmili yaşlarında bir gençti. Üniversiteyi bitirmiş, büyük şehrin hengâmesi içinde ruhunu yitirmiş, "gürültüye teslim olmuş" bir neslin temsilcisiydi. Gözleri sürekli telefondaydı, kulakları başkalarının onayına açtı kendini; ama kalbi sessizdi, çok sessiz.
Bir gün, dedesinin yanına oturmaya karar verdi. Hiçbir şey konuşmadan birkaç dakika geçirdiler. Dedesi hafifçe kulağındaki işitme cihazını çıkardı ve cebine koydu. Yusuf şaşırdı.
“Dedeciğim, bir şey mi oldu? Neden çıkardın cihazını?”
Sami Dede gözlerini kapatıp gülümsedi. Sonra konuştu:
“Evladım… İşitme cihazının pili kolay kolay bitmez. Ama kalbimin pili zayıf. Kimi insanlar var, onların sözleriyle kalbim yoruluyor. O yüzden duymazdan gelmeyi öğreneli çok oldu.”
Yusuf, ilk defa duyduğu bu sözü anlamaya çalıştı.
Yusuf o gün eve döndüğünde, dedesinin sözleri kulaklarında çınlıyordu:
“Evladım… Kimi insanlar var, onların sözleriyle kalbim yoruluyor…”
Şehrin sokaklarında yürürken her şey daha çok gözüne batmaya başladı. Reklam panoları bağırıyor, insanlar telefon ekranlarında boğuluyor, sosyal medyada herkes konuşuyordu ama kimse kimseyi duymuyordu. Gürültü, sadece kulakta değil, kalpteydi. Kalabalık içinde büyüyen yalnızlık, Yusuf’un ruhunu içten içe tüketiyordu.
O akşam arkadaşlarıyla bir kafede buluştu. Herkes bir şeyler anlatıyor ama kimse anlatılanları duymuyordu. Konuşmaların çoğu ya dedikodu ya da gösteriş kokuyordu. Yusuf bir ara sustu. Etrafına baktı. Sonra sessizce kalktı ve dışarı çıktı.
Kafasındaki cümle açıktı:
“Dedem haklıymış... Bu seslerin çoğu kalbi tüketiyor. İşitme cihazımı değil, yüreğimi kapatmalıyım bu seslere.”
O gece uzun süre yürüdü. İstanbul’un kalabalık sokaklarından geçip sahile ulaştı. Aynı banka oturdu. Sabah dedesinin oturduğu banka. Gözlerini kapattı. Martılar yine ötüyordu, ama bu kez onların sesinde bir huzur vardı.
Ertesi sabah dedesinin evine gitti. Elinde küçük bir kutu vardı. İçinde yeni bir işitme cihazı pili. Ama dedesi kutuyu almadı, elini Yusuf’un omzuna koydu:
“Evladım, o pillerden çok değiştirdim ama bir gerçeği hiç değiştirmedim: Değmeyecek insanların sözlerini duymak, kalbin ömründen yer.”
Sonra Yusuf’a eski bir defter uzattı. Kapakta şu yazıyordu:
“Sessizlikle konuştuğum anlar”
Yusuf sayfaları çevirdikçe, dedesinin yıllar boyunca yazdığı notları gördü. Her biri bir yaşanmışlık, bir ders, bir öğüt. Kimi zaman bir arkadaşın ihaneti, kimi zaman bir evladın duyarsızlığı, kimi zaman ise bir yabancının acı bir lafı... Ama hepsinde ortak bir cümle vardı:
“İşitme cihazını değil, kalbini kapat… Ama merhametini asla.”
Yusuf derinden sarsıldı. Dedesinin o suskun hallerinin, içinde nasıl bir bilgelik barındırdığını ilk kez bu kadar net görüyordu.
Bir gün Yusuf’un eski bir arkadaşı, dedesi hakkında alaycı bir söz söyledi. Yusuf gülümsedi, cevap vermedi. Arkadaşı ısrar etti:
“Yahu bir şey demeyecek misin? Dedenin yaptığı şey pasiflik değil mi? Sevmeyince cihazı kapatmak neyin kafası?”
Yusuf sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes aldı:
“Dedenin yaptığı, kendi ruh sağlığını korumaktı. Her lafa cevap vermek erdem değildir. Bazen susmak, en yüksek sesle konuşmaktır. Çünkü sözü değersiz olanın sesi çok çıkar.”
Arkadaşı sustu.
Aylar geçti. Yusuf, üniversite mezuniyetinden sonra şehirde çalışmaya başladı. Giderek dedesi gibi düşünmeye başladı. Hayatı hızlı yaşamak yerine, anlamaya, dinlemeye, anlam yüklemeye başladı.
Gürültüden kaçmayı değil, içindeki sessizliği büyütmeyi seçti.
Bir gün bir çocukla karşılaştı. Otobüste annesiyle tartışan bir çocuk. Herkes bağırıyordu. Yusuf yanaştı, çocuğa göz kırptı. Sonra cebinden bir kulak tıkacı çıkardı, çocuğun eline verdi.
“Bunu ne zaman takayım?” diye sordu çocuk.
Yusuf gülümsedi:
“Kalbini duymak istediğinde…”
Sami Dede bir sabah vefat etti. Sessiz, huzurlu bir ölüm. Yatağında, elinde eski defteriyle.
Cenaze kalabalıktı. Ama Yusuf, mezar taşının başında yalnızdı.
Son defa dedesinin işitme cihazını eline aldı. Pili hâlâ bitmemişti.
Cebine koydu. Sonra ellerini semaya açtı:
“Allah’ım, onun gibi duyabilmeyi nasip et bana… Kalbimi boş sözlerden, içimi kirli seslerden korumayı…”
Hayatta her sesi duymak zorunda değilsin.
Her sözü yutmak, kalbini yorar.
Sessizlik bazen feryattan büyüktür.
Kalbin pilini koru.
Çünkü bazen işitme cihazını kapatmak,
En büyük hikmeti duymaktır.
Erol Kekeç/23.04.2025/Sancaktepe/İST