0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
279
Okunma

Henüz dört ya da beş yaşlarındaydım. İkindiyle akşam arasında, gökyüzü griye çalarken, toprağın kokusu daha yoğun hissedilir ya da öyle gelir ya insana. O yaşlar, bir çocuğun kalbinde ne varsa onun tüm evren olduğunu sandığı zamanlardır. İşte o zamanlarda, kendimce evrenimle boğuşurken, ilk kez adaletle tanıştım. Ama ne adalet… Ensemde acısıyla yankılanan bir tokat eşliğinde.
Abim benden epey büyüktü, aramızda yaklaşık on yaş vardı. Her ne olmuşsa, beni kızdıracak bir şaka yapmıştı. Belki küçük bir söz, belki biraz alay… Ama o an için, bir çocuğun ruhunda yankılanan büyük bir haksızlıktı bu. Dayanamadım, yerden bir taş kaptığım gibi ona fırlattım. Kaçtı, bense peşinden.
Tam o sırada babam çıkageldi. Tarladan yeni dönüyordu. Elinde, motoru çalıştırmak için kullanılan kalınca bir ip vardı, biz ona "kendir" derdik. Bahar mevsimiydi, tarla sürüyordu babam. Yorgun, terli ve biraz da sinirli görünüyordu. İpi bana uzattı, “Oğlum, bunu al eve götür,” dedi. Fakat ben hâlâ öfkeliydim. “Hayır, önce ona vuracağım, sonra götürürüm,” dedim. Bu söz, bir çocuğun isyanının ve adalet arayışının ilk cümlesiydi belki de.
Babam o sinirle, elindeki kendir ipiyle bana bir güzel girişti. Öylece dayak yedim. Öyle ki, rahmetli amcam koşup geldi de babamın elinden beni aldı. Dövülmüştüm. Hem de içim bile dövülmüştü sanki… Ama garip olan, ardından bana “Niye bu kadar dövüldün?” dediklerinde verdiğim cevaptı: “Ne de olsa ipi götürmedim ya…”
Evet, o anda bile kendi içimde inandığım doğruluktan sapmamıştım. O ipi götürmemiştim çünkü önce kendi meselemi halletmem gerekiyordu bana göre. O yaşta bile içimdeki direniş, dışımdaki dayaktan güçlüydü.
İşte böyle başlamıştı yalnızlıkla tanışıklığım. İnsanlarla değil, anlayışla aramdaki mesafeydi aslında. Çünkü ben, kalbimden geçen doğrulara sımsıkı tutunuyordum. Silah dayasalar da bana, içime sinmeyen bir şeyi yapmazdım. Hâlâ da öyleyim. Belki de bu yüzden birçok tokat yedim. Ama her biri beni biraz daha sağlamlaştırdı.
İlkokul üçüncü sınıftaydım. Yatılı okuldu. Aynı sırada oturduğum çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Adeta et ve tırnak gibiydik. Yemekhane düzeninde, on kişi aynı masada otururduk. Yerimiz dardı, ama alışmıştık. O arkadaşım, yemeğini bizim masadan alır ama yan masada yerdi. Çünkü orası daha rahattı. Fakat bu durum beni rahatsız etmeye başlamıştı.
Yemeği her gün bir öğrenci alıp getirirdi, yemekten sonra karavanayı geri götürürdük. O arkadaşım, bizim masadan yemeğini alır, ama ne getirir ne de götürürdü. Bir gün artık dayanamayıp “O zaman yemeğini de oradan al,” dedim. Üste çıktı, yine direnince ben de elimdeki kepçeyle suratına vurmuştum. Evet, küçük bir çocuğun içindeki adalet duygusu bazen sert yollarla dışa vururdu. O da sinirlenip karavanayı kaptığı gibi arkadaşların üzerine fırlattı. O gün yemek bana zıkkım oldu, çıktım gittim.
Bu olaydan sonra onunla üç ay konuşmadım. İçimdeki kırgınlık kolay geçmiyordu. Sınıftaki kız arkadaşlarımız, bizi barıştırmak için seferber oldu. Ama ben kararlıydım: “Özür dilemeden barışmam. Hatasını kabul etsin.”
İşte tam bu sırada Mustafa Keleş isimli bir öğretmen devreye girdi. Amacı bizi barıştırmaktı ama sözlerime kulak vermek yerine yüzüme sert bir tokat attı. “Bu çok inatçı. Büyüyünce de böyle olur,” dedi. Ben ise karşımda eğilmemi bekleyen kalıplara karşı her zaman dik durmuş bir çocuk gibi doğruldum ve dedim ki: “Bu mu sizin adaletiniz? Ben barışmıyorum, defolun gidin başımdan!”
O an, içimde koca bir kavga koptu. Sadece arkadaşım değil, bir öğretmen bile benim içimdeki hak duygusunu anlayamamıştı. Ama ben vazgeçmedim. O tokatlar, beni katılaştırmadı. Aksine, doğru bildiğim uğruna dik durmanın ne kadar kıymetli olduğunu öğretti. Zamanla o arkadaşımla nasıl barıştık bilmiyorum. Hayat bazen keskin ayrılıkları yumuşatıyor. Ama çocuk kalbimde o direniş, o ilk isyan, hiç silinmedi.
Çocukluk, sadece oyuncaklarla oynanan bir dönem değil. O dönem, aynı zamanda insanın karakterinin mayasının karıldığı zaman. Bana kimse “insanlar değişir” diyerek kendi içimdeki sezgilerimi bastıramaz. Kimse “herkes böyle yapıyor” dedi diye doğrularımdan dönmem. Ben başkalarının uyarılarına göre değil, kendi ruhumun aynasına bakarak yaşarım.
Beni hayatta ayakta tutan şey, Rabbime olan güvenimle birlikte, o çocuklukta yediğim tokatlar oldu belki de. O acılar, içimdeki adalet duygusunu besledi. Bugün hâlâ haksızlığa tahammül edemiyorsam, bir yerde bir eşitsizlik gördüğümde içim daralıyorsa, işte bu yüzdendir.
Her şeyin en çocuksu, en saf hâliyle yaşandığı o yıllara şimdi dönüp baktığımda, içim burkulmuyor. Aksine, o günlere içli bir özlem duyuyorum. Çünkü o günler, bugünkü ruhumun temellerinin atıldığı yıllardı. O günler bana bir şey öğrettiyse, o da şudur: Adalet, önce bir çocuğun kalbinde hissedilirse gerçektir. Ve bu hissi kaybetmeyen insanlar, ne kadar acı çekse de, asla yıkılmazlar.
Bir çocuk, kendi içindeki vicdanla büyürse, dünyadaki en büyük öğretmeni bulmuş demektir. Ben de o öğretmene kulak verdim. Ne olursa olsun iç sesime sadık kaldım. Ve Rabbime hamdolsun, hiçbir güç beni inandığım değerlerden koparamadı.
Herkesin, her şeyin değiştiği bu dünyada, ben çocukluğumun en temiz duygusunu koruyarak yaşadım. Bu yüzden, her gün biraz daha yalnız kalsam da, içimdeki kalabalık bana yetiyor. Ve o küçük çocuk hâlâ içimde, yel değirmenlerine karşı mücadele ediyor.
İnanın, ne tokatlar unutturabildi o çocuğu, ne küskünlükler. O çocuk büyüdü belki ama inandığı değerler hiç değişmedi. Tıpkı o gün ipi götürmeyen, “önce içimdeki adaleti yerine getireyim” diyen küçük ben gibi.
Ve şimdi o günlere, içli bir selam gönderiyorum. Çocuk yüreğimle, dürüstlüğün elimden hiç düşmediği bir tokmak gibi hayatı yoğurmaya devam ediyorum.
Çünkü bazı insanlar hayatı boyunca yalnız yürürler. Ama o yürüyüş öylesine iz bırakır ki, bir gün mutlaka biri o izi takip eder.
Ben yalnızlığı seçmedim. Ama doğrularımı satmamayı seçtim. Eğer bu yüzden yalnızsam, varsın olsun.
Bu yalnızlıkta Rabbim var, vicdanım var, ve çocuk kalbimle büyüttüğüm umutlar var.
Ve hâlâ, içimdeki o çocukla birlikte yel değirmenlerine karşı yürüyorum. Elimde doğruluk, gönlümde hakikat, kalbimde sarsılmaz bir inançla…
Erol Kekeç/28.04.2025/Sancaktepe/İST
Not:Bu benim hayatımdan kısa bir kesit...