0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
141
Okunma
Anarşist Kropotkin ’’karşılıklı yardımlaşma’’kitabında doğanın işbirliğne dayalı ilerlediğnii söyler.Hayvanlardan bazı örnekler verir.Bir karınca çok açsa diğer karıncalar kusarak ona besinverirler.Bazı kuş türleri yemek yerken en yaşlısının yemek yemesini bekler,gibi..İnsanlarda da işbiriğine dayalı bir yapı vardır.Toplumsal ilerlemeler,eylemler,etkinlikler buna örnektir.Evrim Teorsin’de ’’akraba seçilimi ’’diye bir kavram var.Yani kendi neslinin devamı için yaşamını feda etmesidir.
Darwin der ki:Evet en uyumlu canlılar yaşamda kalır ve yaşamlarını sürdürürler ve onların nesillerinin de başarılı olma ihtimali genetik olarak yüksektir fakat bu daima fiziksel olmak zorunda değildir.Örneğin toplumu yönlendiren ve önder olan kişiler bir hedef uğruna cesaret gösterip ve eğer çocukları da yoksa topluma bıraktıkları manevi bir miras ile anılırlar.İşte bu miras, biyolojik(genetik )mirastan daha etkindir.Dawkins buna’’mem’’ der ,yani sosyolojik gen.
Mem,kavramına açarak devam ediyorum.
Richard Dawkins; " Gen Bencildir" kitabında, der ki;Genlerin sperm ya
da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda çoğalır. Bedenlerimiz bir konaklama alanıdır.Çünkü bizler yaşamkalım makineleriyiz, genler adıyla bilinen bencil moleküllerini körü körüne korumak için programlanmış robot araçlarız. Ama biz sahip olduğumuz bu programlamaya karşı çıkabilecek güce yani genin sunduğu doğruya karşı çıkabilecek güce sahibiz. Dawkins "mem" denilen bir kavramdan bahseder. Dawkins’e göre nesiller değiştikçe, kültürel ve sosyal içerik bir sonraki nesle memler tarafından
aktarılmaktadır. Bu
tıpkı biyolojik içeriğin DNA tarafından aktarılması gibidir. Fakat memler, DNA gibi mikroskop altında görülebilen somut bilgi kodları değil, daha çok soyuttur. Bu bakımdan sosyolojik gen denebilir.Ezgiler, düşünceler, sloganlar, moda, mimari, mem örnekleridir.
Genlerin sperm ya da yumurtalar yoluyla bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda çoğalmaları gibi, memler de, geniş anlamda taklit (etkileşim) denebilecek bir süreç yoluyla, yayılım gösteriller ama bir mem’in çok yayılması onun doğrulunun işareti değildir.Doğru bilgi"nin "başarılı bilgi" olmak zorunda olmayışıdır. Hatta çok sefer yalanlar, doğrulara göre toplumlarda daha fazla yer edinirler; çünkü genellikle yalanlar, insanların "duymak istedikleri" şeylerden oluşurlar. Bu da, yalan temelli fikirlerin daha adaptif ve güçlü olmasını sağlar. Bu da, onların evrimsel başarısıdır. Örneğin eskiden, klasik fizik yasaları hakkında doğru olmayan fakat oldukça fazla olan bir ’bir mem" vardı ya da şuan kuantum fiziği hakkında böyle bir durum var. Geçmişten günümüze şunu öğrendik: birileri doğru bilgiye ulaşmak için bedel verdi ve yanılıyorsunuz ey kitle denildi ve genelde sonraki çağlarda anlaşıldı. Günümüz teknolojisinde" memlerin" daha hızlı yayıldığını iddia edenler de var. Mesela yaşadığımiz her felakette " Gördün mü, dünya üç günlükmüş, bugün varız yarın yokuz" mem’ i ile yaşananların sebeplerine inilmeden, uhrevi hayata yönlendirilme söz konusu.Bu davranış biçimi ve algısı ,toplumu bencilliğe yönlendirir.Çünkü uhrevi hayata yoğunlaşmanın kaygısı yaşanır.
Bu mem, yeni değil ama yaşananlara sebep- sonuç ilişkisi kuramayan toplumlarda, böylesi bir durumda,daha çok yayılır. Bu durumu" Mağara Alegorisi ile" pekiştirip bitiriyorum. Platon’un Mağara Alegorisi’nde göre bazı insanlar hayatları boyunca karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir; bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler, sadece karşılarındakini görebilmektedirdir. Bu insanlar güneşi de hiç görmemişlerdir. Gördükleri şey, mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgeleridir. Ve bu mağarada yaşayan insanlar, bu gölgeleri gerçeklik olarak algılarlar. Bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır; duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Dünyanın farkına varan bu insan, diğerlerini aydınlatmaya çalışır, ancak bunda başarılı olamaz. Çünkü mağarada gölgeleri görerek yaşamaya alışmış insanlar dışarıda yeni bir gerçeklik olduğunu reddederler. Bu alegoride zincirini kırarak gerçekliği gören birey, sorgulayan bir bireydir ve kendi hakikatiyle tanışır. Buna göre zincirini kıran birey, hakikatin peşine düşen bir filozofu olduğu kadar, sorgulayan insanı da temsil etmektedir.Hakikatin peşinde koşan insan sadece kendisini değil,toplumu da düşünür.Fedakarlık bilinci artar.
Özetle ; biz insanoğlu evrimsel olarak işbirliğine daha yakın bir canlıyız fakat zıtı olarak gerek evrimsel bazı içgüdüler,gerek modern toplumun bireyi yalnız bırakması gibi etkiler bencil yanımızı da canlandırıyor.