1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
321
Okunma
Bazen Tanrı gibi hissetmek ister insan: Sözünün kanun olduğu, bir bakışıyla dünyanın şekil aldığı...
Biz buna “arzu” deriz.
Kimileri daha açık söyler: Tanrıcılık arzusu.
Psikoloji buna “narsisizm” der.
Kendini merkezde görme hastalığı, eleştiriye tahammülsüzlük. Görünüşte güç gibi dursa da aslında kırılgan bir benliğin zırhıdır.
İçteki güvensizliği, dışta hükümranlıkla örtmeye çalışır insan.
Tasavvuf bu durumu biraz daha derinden okur; nefs-i emare der: Yontulmamış bir benlik. Gücü eline geçiren kişinin firavunlaşması.
Yetkiyi eline geçiren, kendini yüceltir: Tanrı rolüne soyunur ve insanın içindeki en eski düşüş de burada başlar.
Soru şu:
Bu kıvılcım ille de felaket doğurmak zorunda mı?
Tanrıcılık arzusu, kendimizi aşmak için bir yakıt olabilir mi?
Eğer hükmetmeye değil de, anlamaya yönelirse insan, tahtı değil dervişliği seçer.
Artık güç değil, hakikat başlar.
Çünkü gerçek sultanlık, “ben yokum” diyebilmektir.