Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar, gerektiği gibi övmesini bildiklerinden, ömür boyunca sevilmişlerdir. andre mauroıs
Emin Bekiroğlu
Emin Bekiroğlu

Yönlendirme siyaseti manifestosu

Yorum

Yönlendirme siyaseti manifestosu

( 1 kişi )

0

Yorum

3

Beğeni

5,0

Puan

147

Okunma

Yönlendirme siyaseti manifestosu

Yönlendirme Siyaseti: Bir Yeniden İnşa Çağrısı

Türkiye, uzun yıllardır köklü sorunlarla yüzleşen; ama aynı zamanda büyük potansiyelleri barındıran bir ülkedir. Siyaset kurumunun güven kaybı yaşadığı, liyakatin aşındığı, eğitimin çöktüğü ve ekonomik sistemin temelinde adaletin zedelendiği bir dönemin içindeyiz. Bu gidişatı durduracak olan ise "yönlendirme siyaseti" dediğimiz, halkı popülizmin ve kutuplaştırmanın ötesine taşıyacak yeni bir siyaset anlayışıdır.

Bu anlayış ne bir kişiye tapınmayı önerir, ne de geçmişi bütünüyle yok saymayı… Bizler yapılan doğru hizmetleri takdir ederken, yanlışlara göz yummadan ilerlemeyi hedefliyoruz. Uzun yıllar iktidarda kalan siyasi anlayış, başlarda kalkınma, ulaşım ve dış politikada ciddi atılımlar gerçekleştirmiştir. Özellikle dış ilişkilerde Suriye, Sudan, Filistin gibi konularda duyarlılık ve hamle kabiliyeti göstermiştir. Ancak zamanla bu başarıların gölgesinde; liyakatten uzaklaşan, torpilin ve kayırmanın hâkim olduğu bir yönetim şekli ortaya çıkmıştır. Devlet kadroları ehil ellerden uzaklaşmış, halkın vicdanında derin yaralar açılmıştır.

Öte yandan, muhalefet cephesinde ise halkın güvenini sarsacak türden yetersizlikler gözlemlenmektedir. Lidere endeksli, söylemde güçlü ancak icraatta zayıf yaklaşımlar halkın umudunu törpülemektedir. Üstü örtülü ittifaklarla, toplumun inanç değerlerini hiçe sayan ilişkilerle halkın karşısına çıkmak; halkın gözünde bir seçenek olmaktan çok bir tehdit gibi algılanmaktadır.

Bu tabloda ne tam olarak iktidar, ne de muhalefet halkın güvenini bütünüyle kazanabilmiş durumdadır. Burada ihtiyaç duyulan şey; yeni bir duruş, yeni bir dil ve halkı doğrular etrafında yönlendirecek samimi bir siyasettir. Biz buna yönlendirme siyaseti diyoruz. Bu siyaset, halkın değerleriyle kavga etmeyen, aksine onları yeniden ayağa kaldıran; adaleti, liyakati, üretimi ve eğitimi önceleyen bir anlayışı temel almalıdır.

Eğitim Politikası: Geleceğin Anahtarı

Bugün yaşadığımız birçok sosyal ve ekonomik sorunun temelinde eğitim sistemimiz yatmaktadır. Eğitim, salt bilgi aktaran bir kurum değil; insan yetiştiren, kişilik inşa eden, değer aşılayan bir yapıdır. Mevcut sistem ise ne öğrenciye, ne öğretmene, ne de aileye saygı göstermektedir. Gereksiz bilgi yığınıyla gençler boğulmakta, hayata hazırlanmamakta ve üretken bireyler olarak değil, edilgen tüketiciler olarak yetişmektedir.

Bu tablo değişmelidir. Eğitimde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin sağlam temelli, ahlak ve liyakat merkezli sistemi örnek alınmalı; çağın gereklilikleriyle harmanlanarak yeni bir model oluşturulmalıdır. Eğitimin temelinde öğretmene itibar, aileye destek, öğrenciye yön verme anlayışı yer almalıdır. Her ile üniversite açmak gibi politikalar, eğitimi nicelikte büyütmüş; fakat nitelikte geriletmiştir. Üniversiteler bilim ve üretim merkezi olmaktan çıkıp, eğlence ve kaçış alanına dönüşmüştür. Bu da, çalışan değil hayalperest ve bağımlı bir gençlik profili doğurmuştur.

Ekonomi Politikası: Üreten ve Adil Bir Sistem

Ekonomi, sadece para politikalarıyla değil; eğitim, ahlak ve üretim anlayışıyla da doğrudan bağlantılıdır. Devlet, denetleyici ve yönlendirici olmalı, ama işini yapanın da önünü açmalıdır. Herkes çalışmalı, karşılığını da emeği oranında almalıdır. Sosyal adalet, çalışmadan hak elde etmeye değil; üretene, dürüst çalışana destek verilmesiyle sağlanabilir.

Tarım ve ticaret politikası, yerli üretimi destekleyecek şekilde düzenlenmeli; şehirden köye göç teşvik edilmeli, milli üretim planlı bir şekilde yeniden ayağa kaldırılmalıdır. Halk çalışmaya teşvik edilmeli, tembellik değil üretkenlik özendirilmelidir. Devletin ekonomideki varlığı denetim ve yönlendirme düzeyinde kalmalı, piyasa aktörlerinin hakkaniyetli rekabeti güvence altına alınmalıdır.

Dış Politika ve Milli Duruş

Ülkemiz, coğrafi ve kültürel olarak önemli bir konumda bulunmaktadır. Bu yüzden dış politika; günübirlik değil, devlet aklıyla planlanmış ve milletin vicdanına yaslanmış bir şekilde yürütülmelidir. Bugün mazlum coğrafyalarda gösterilen duyarlılık önemlidir ve devam ettirilmelidir. Ancak her dış politika hamlesi içeride adalet ve liyakatle bütünleştiği ölçüde anlamlı olacaktır.

Göç Politikası ve Milli Kimlik

Türkiye’nin göçmen politikası, dengeli, insani ama milli çıkarları da gözeten bir çerçevede olmalıdır. Bizler elbette mazluma sırtımızı dönmeyiz; ama sınırlarımızın bir onuru, halkımızın da bir güvenlik ve huzur hakkı vardır. Kontrolsüz göç; sosyal huzuru, ekonomik dengeyi ve kültürel yapıyı zedelemektedir. Bu yüzden göç politikası devlet aklıyla şekillenmeli, denetim mekanizmaları işletilmelidir.

Sonuç: Yeni Bir Siyaset Mümkün

Biz yönlendirme siyasetiyle; halkı kutuplaştırmadan, popülizme kapılmadan, değerleriyle barışık ve liyakatle yoğrulmuş bir yönetim anlayışını inşa edebiliriz. Bu siyaset, dürüstlüğü esas alır, hak edene hakkını verir, milleti geleceğe taşımak için geçmişten ilham alır.

Türkiye artık söylemden öte, eylemle yoğrulmuş bir siyaseti hak etmektedir. Bu yeni siyaset anlayışı; bir kişinin, bir partinin değil, milletin ortak vicdanı olmalıdır.

Yol uzun, ama inananlar için imkânsız değildir.


Ben Neden Susamam

Ben bir öğretmenim.

Sınıfta sessiz kalan öğrencilerimin gözlerinde kırık hayaller görüyorum. Kimisi atanamamış, kimisi atanmış ama atanamayan arkadaşının utancını taşıyor gibi. Üniversite mezunu ama mesleksiz bir gençlik... Üreten değil, bekleyen, çalışan değil, ezberleyen bir nesil... Ve hepsinden acısı, içini boşaltılmış bir eğitim sistemi...

Ben susamam, çünkü torpilin liyakatin önüne geçtiği yerde eğitimcinin başı eğilir.

Ben susamam, çünkü değerlerini kaybeden bir gençlik, kendi gölgesinden bile korkar hale gelir.

Ben susamam, çünkü bu ülke bir zamanlar Nizamülmülk gibi devlet aklını eğiten adamlar yetiştirmişti. Bu ülke, edebiyle, bilgisiyle çağları aydınlatmış bir Osmanlı’nın torunu, bilimle inşa edilen Selçuklu’nun mirasçısıdır. Bugün ise her ile bir üniversite açmakla övünüp, her mezunu işsiz bırakan bir sistemin içindeyiz.

Ben susamam, çünkü çocuklarımın geleceği bir yönlendirme siyasetine kurban gidiyor. Halk doğruyu görmüyor, gösterilenle yetiniyor. “Ya bendensin ya düşmansın” anlayışı aklımızı köreltti, vicdanımızı susturdu.

Ben susamam, çünkü ne muhalefet ne iktidar halkı hak ettiği gibi temsil edemiyor. İcraat değil, algı yönetiliyor. Millet yoksul ama göz boyamalar zengin.

Ben susamam, çünkü artık susarsam çocuklarıma, öğrencilerime, bu toprağın ekmeğini yiyip de onun hakkını ödemeyen herkese ihanet etmiş olurum.

Bu nedenle susmam. Susamam. Çünkü hâlâ bir umudum var:
Vicdanla yoğrulmuş, eğitimle yükselmiş, adaletle yol bulmuş bir Türkiye hayalim var.


Türkiye’nin geleceğini yeniden şekillendirmek istiyorsak, bunu hamasi sloganlarla değil, akılcı ve ahlak temelli bir siyasetle mümkün kılabiliriz. Bugün halkımız siyasetten uzaklaşmış, güvensizlik içinde kendi sorunlarıyla baş başa kalmıştır. Bu yalnızlıkta ne tam anlamıyla iktidara ne de muhalefete tam bir güven duymaktadır. Çünkü herkes bir yönüyle sınıfta kalmıştır. Bu noktada halkı yönlendiren değil, halkla birlikte yürüyen bir anlayış gereklidir.

İktidar partisi uzun yıllar boyunca önemli hizmetler yapmış, büyük projelere imza atmış, özellikle dış politikada (Filistin, Suriye, Sudan gibi meselelerde) ciddi bir duyarlılık göstermiştir. Ancak bugün gelinen noktada liyakat sisteminin yok sayılması, torpilin, adam kayırmacılığın ve kayıtsızlığın arttığı bir düzene dönmüştür. Yolsuzluk iddiaları, halkın adalete olan inancını sarsmaktadır. İktidarın kendi içinde bir denetim mekanizması kuramaması, vatandaşın "ya bendensin ya düşmansın" ikilemine mahkûm edilmesi, kutuplaşmayı daha da artırmıştır.

Muhalefete baktığımızda ise halkın büyük kısmı hâlâ bir umut görememektedir. Çünkü muhalefetin alternatif üretmede zayıf kaldığı, halkı sadece iktidara olan öfke ile yönlendirmeye çalıştığı açıktır. Bu sebeple ne söylemleri ne de eylemleri güven vermemektedir. Halkın CHP gibi partilere yönelmesinin altında yatan sebep, güçlü bir duruş değil, mevcut iktidardan duyulan hayal kırıklığıdır. Ancak bu yöneliş, kalıcı bir çözüm arayışının sonucu değil, geçici bir tepkidir.

İşte bu nedenle "Yönlendirme Siyaseti" dediğimiz anlayış devreye girmektedir. Halkı duygusal söylemlerle değil, bilgi, bilinç ve adaletle yönlendirmek gerekir. Bugün siyasette dürüst, halkına hesap veren, liyakate değer veren ve ahlaki duruş sergileyen insanlara ihtiyaç vardır. Bu noktada geçmişte adalet ve doğruluk adına mücadele eden liderlerin kıymeti daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak ne yazık ki onlar da kıymetleri yaşarken bilinmeyenler arasında yer aldı.

Ekonomi temel meselemizdir. Devlet denetiminde bir ekonomi modeli benimsenmeli; ancak bu sistem çalışkan insanı ödüllendirmeli, tembelliği değil üretkenliği desteklemelidir. Tarım ve ticaret politikaları, kalkınma odaklı yeniden kurgulanmalıdır. Üretim yapan köylü, çiftçi, esnaf yalnız bırakılmamalı; alın terinin karşılığı verilmelidir.

Ve en önemlisi: Eğitim. Türk-İslam medeniyeti tarih boyunca eğitimi merkeze almış bir yapıdır. Selçuklular döneminde Nizamülmülk’ün kurduğu Nizamiye Medreseleri, sadece din değil, aynı zamanda fen ve hukuk ilimlerinin öğretildiği, dünya çapında örnek alınan kurumlardı. Osmanlı döneminde ise edebiyat ve sanat başta olmak üzere bilimde, felsefede önemli gelişmeler yaşanmış; yetiştirilen devlet adamlarıyla imparatorluklar kurulmuştur. Biz bu kadim mirası yeniden canlandırmak zorundayız.

Ancak bugünkü eğitim sistemi, ne tarihsel birikimimize ne de çağın gereklerine cevap verebilmektedir. Her ile üniversite açmak bir vizyon değil, aksine kaliteyi düşüren bir popülizm örneği olmuştur. Gençlik, eğitimin sonunda bir gelecek göremediği için üniversiteyi bir eğlence aracı olarak görmektedir. Eğitimin içeriği nitelikten uzaklaşmış, öğretmen saygınlığını yitirmiş, aile değerleri zayıflamış, sosyal hayatta ise maneviyat geri plana itilmiştir. Bu da; tüketen, düşünmeyen, sorgulamayan, yönlendirilmeye açık bir gençlik ortaya çıkarmıştır.

Eğitim reformu, sadece okul müfredatının değiştirilmesiyle değil; aile, toplum, medya, hatta siyasetin diline kadar her alanda kültürel bir dönüşümle mümkündür. Türk milleti, Müslüman kimliğiyle, tarihiyle, inanç ve ahlaki değerleriyle bütünleşerek yeniden kendi özüne dönmelidir.

Bu topraklarda yeniden bir uyanış gerekiyorsa, bu uyanış ne Batı taklitçiliğiyle ne de geçmişe mahkûm bir nostaljiyle mümkündür. Çözüm; geçmişin birikimiyle geleceği inşa edecek akılcı, yerli, ahlaklı ve kararlı bir siyaset anlayışıdır. Bu anlayış; dürüstlüğü ödüllendiren, eğitimi öncelik sayan, adaleti esas alan ve milletine hizmeti şeref bilen insanların omuzlarında yükselecektir.
EĞİTİMDE MİLLİ YENİDEN DOĞUŞ PLANI

1. Tarihsel Bilinçle Eğitim Modeli:
Türk milletinin Selçuklu’daki Nizâmülmülk dönemiyle zirveye taşıdığı bilim geleneği, Osmanlı’daki yüksek edebiyat ve medrese yapısı çağımıza uyarlanmalıdır. İslam medeniyetiyle şekillenen, ahlak, bilim ve disiplin temelli bu sistem; çağdaş pedagojik yöntemlerle yeniden harmanlanmalı ve “millî-manevî temelli eğitim” anlayışıyla kurumsallaştırılmalıdır.

2. Üniversite Politikası ve Kalite Reformu:
Her ilde üniversite açmak, gençliği oyalayan ama nitelik sunamayan bir sisteme dönüşmüştür. Yeni sistemde:

Üniversiteler kalite denetiminden geçirilmelidir.

Uygulamalı eğitim teşvik edilmeli; teori değil beceri odaklı programlar oluşturulmalıdır.

Her üniversitenin bir “Milli Değer ve Meslek Atölyesi” olmalıdır.

YÖK yeniden yapılandırılmalı; bilim üretmeyen üniversitelere yaptırım uygulanmalıdır.


3. Lise ve Ortaöğretimde Devrim:

Liselerde meslek odaklı eğitim yeniden yaygınlaştırılmalı, her öğrenci ilgi alanına göre yönlendirilmelidir.

Değerler eğitimi, milli tarih, din kültürü ve etik dersleri artırılmalıdır.

Aile içi sorumluluk, çalışma disiplini ve toplum bilinci öğretilmelidir.


4. Gençlik ve İstihdam Planı:

Kamu personeli alımı liyakat temelli olmalı, mülakatlar şeffaf ve kamera kaydı altında yapılmalıdır.

Üniversite öğrencileri mezun olmadan önce özel ve kamu sektöründe staj yapmak zorunda olmalı.

“Milli Gençlik Destek Fonu” ile üretime katılan gençlere vergi muafiyetleri ve girişimcilik hibeleri sağlanmalıdır.

Gençler için “Köy-Şehir Üretim Ağı” kurulmalı; tarım, teknoloji ve el sanatlarında üretime yönlendirilmelidir.


5. Manevi Yapının Güçlendirilmesi:

Aile içi eğitim desteklenmeli, ebeveynlere yönelik “Manevi Rehberlik Programları” hayata geçirilmelidir.

Dini bilgiler sade ve anlaşılır şekilde verilmelidir; hurafeler değil, değerler öğretilmelidir.

Eğitim müfredatında her sınıf düzeyinde Türk-İslam büyükleri tanıtılmalıdır.


6. Sosyal Adalet ve Umut:

Atama bekleyen gençlere açık ve adil bir takvim sunulmalı.

Her mezun olduğu alanda, emeği kadar değer bulmalı; torpil ve kayırmacılık cezai yaptırıma bağlanmalı.

Öğretmenler, mühendisler, sağlıkçılar gibi kamu meslekleri için planlı, dengeli ve saygın atama sistemi oluşturulmalıdır.


Eğitim ve Gelecek

Bir milletin gerçek gücü ne ordusudur, ne kasasındaki altın miktarı… Bir milletin kaderini belirleyen, eğitim anlayışıdır. Çünkü eğitim, geleceği biçimlendirir. Ve bugün Türkiye, geleceğini şekillendirmekte zorlanan bir ülke hâline gelmiştir.

Tarihi mirasımıza baktığımızda bu topraklarda eğitim bir yük değil, bir değerdi. Selçuklular döneminde Nizâmülmülk’ün kurduğu Nizamiye medreseleri sadece ilim yuvası değildi; adaletin, bilimin ve maneviyatın birlikte öğretildiği merkezlerdi. Osmanlı’da eğitim, hem zihni hem kalbi beslerdi. Edebiyat, matematik, felsefe ve dini ilimler; birbiriyle çatışan değil, tamamlayan unsurlardı.

Bugün geldiğimiz noktada ise eğitim, sadece bir prosedüre indirgenmiştir. Her ile üniversite açmak, gençleri bilgiyle buluşturmak anlamına gelmez. Kalitesizleşen eğitim, mezunların umutlarını törpüleyen, liyakat yerine ezber öğreten bir hâle gelmiştir. Üniversite mezunu gençler işsizdir, umutsuzdur, üretmekten korkar hâle gelmiştir. Çünkü sistem, “çalış” diyor ama çalışanın önünü açmıyor.

Gençlik nereye yönlendiriliyor? Üniversite çevreleri bilgi merkezleri değil, eğlence mekânlarına dönüşmüştür. Maneviyat ve sorumluluk bilinci yok sayılmış; Batı’dan gelen ucube yaşam tarzları “özgürlük” kisvesiyle dayatılmıştır. Öğrenciler, sonunda ne olacağını bilmeden okuyor; aileler, çocuklarının geleceğini değil, mezuniyet törenini düşünüyor. Bu bir çöküştür.

Peki çözüm ne?

1. Eğitim sisteminin milli ve manevi değerlerle yeniden inşası şarttır. Türk kimliği ve İslam ahlakı, bu toprakların taşıyıcı kolonlarıdır. Bu iki değer eğitim sistemine yön vermeli, birey sadece bilgiyle değil, irfanla da yoğrulmalıdır.


2. Kaliteli öğretmen, kaliteli toplum demektir. Öğretmen atamalarında hem sayı hem nitelik artırılmalı; öğretmene itibar ve yetki geri verilmelidir.


3. Lise ve üniversite eğitiminde mesleki yönlendirme sistemi kurulmalı; öğrenciler ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirilmelidir. Herkes doktor, avukat olacak diye bir şart yoktur. Marangoz da yetişmeli, yazılımcı da...


4. Eğitim sadece okulda değil, evde başlar. Aile yapısı güçlendirilmeli, çocuklara değer bilinci kazandırılmalıdır. Çünkü ailesinden saygı ve sorumluluk öğrenmeyen bir birey, toplumda da değer üretmez.


5. Üniversite sayısı değil, kalitesi artırılmalıdır. Bilgi üreten, patent çıkaran, dünya çapında bilim insanı yetiştiren üniversiteler inşa edilmelidir.

EKONOMİ VE EMEK

Bugün Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri, ekonomik çarkların üretim ve emek temelli değil, daha çok ithalat, tüketim ve spekülasyon üzerine kurulu olmasıdır. Yıllardır uygulanan yanlış ekonomi politikaları; toprağını terk eden çiftçiyi, iş kuramayan genç girişimciyi ve emeğinin karşılığını alamayan işçiyi hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu nedenle, artık söylemlerin değil çözümlerin konuşulması gereken bir dönemdeyiz.

Ekonomik kalkınma ancak çalışan, üreten, değerine sahip çıkan bir toplumla mümkündür. Devlet, bu üretimin önünü açmalı; tarımda, sanayide ve teknolojide hem istihdamı teşvik etmeli hem de üreticiyi korumalıdır. Ancak bu teşvik, sadece rakamlara dayalı değil, yerli üretimi kalkındıran, çiftçiye güven veren, esnafa istikrar sunan bir sistemle mümkün olabilir.

Bugün sokakta bir üniversite mezunu genç, elinde diplomayla iş bulamamaktan şikayetçiyse; bu sistemin yalnızca eğitimi değil, aynı zamanda istihdam politikasını da gözden geçirmesi gerekir. Ne yazık ki, her ile açılan üniversiteler çözüm olmadı, aksine gençliği oyalar hâle geldi. Birçok gencimiz, okuduğu bölümle ilgili iş bulamıyor; çünkü ekonomi eğitimle senkronize değil. Bu durum da umutsuz, çalışmaktan uzak, üretime katkı sunmayan bir gençlik profiline sebep oluyor.

Bu noktada, devletin görevi yalnızca asgari ücret belirlemek veya işsizlik maaşı vermek değildir. Devlet, bir ahlâk modeli koymalıdır: Çalışan kazanır, çalmayan yaşar, üreten değer görür. Bu ilke etrafında şekillenecek bir ekonomik sistem, sadece cari açığı değil, ahlaki çöküşü de önleyecektir.

Ekonomi, sadece rakamlar ya da faiz oranları değil; bir toplumun emek, alın teri ve değer bilinciyle yürüyen vicdanıdır. Biz bu vicdanı yeniden kurabiliriz. Eğer çalışan insan onurlu bir yaşam sürebiliyorsa, bu sistem doğrudur. Aksi hâlde adalet yalnızca mahkeme duvarında kalır.

Bu nedenle, biz bu toprakların emeğini, değerini ve potansiyelini bilenler olarak; kalkınmayı sadece para değil, ahlâk, eğitim ve emekle birlikte inşa etmeyi öneriyoruz.
ADALET VE LİYAKAT

Toplumların sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için temelde adalet ve liyakat anlayışının yerleşmiş olması şarttır. Adalet, toplumda güven duygusunun inşa edilmesini sağlayan bir ilkedir. Liyakat ise, her bireyin hakkıyla yerinde olduğu, özveriyle çalışıp emeğiyle ilerleyebildiği bir düzendir. Ancak son yıllarda, hem kamu hem de özel sektörde liyakatten uzaklaşılması, büyük bir sorun haline gelmiştir.

Adaletin olmadığı bir toplumda, insanlar kendilerini güvende hissetmez. Bir kişi, çaba harcayarak hak ettiği yeri alamadığında, o kişi sadece başarısız olmaz, toplumun vicdanı da yaralanır. Adaletin sağlanamadığı bir toplumda, insanların arasındaki güven duygusu kırılır, bireysel çıkarlar ön plana çıkar ve toplumda huzursuzluk başlar. Bu da sadece sosyal değil, ekonomik çöküşe kadar gidebilecek ağır sonuçlar doğurur.

Liyakat ise, adaletin somut bir halidir. Bir toplumda liyakat sisteminin işlemesi, sadece parti üyeleri veya yakın çevreler değil, gerçek anlamda işini iyi yapan ve emeğini ortaya koyan insanların değer bulduğu bir ortamı yaratır. Bu da başarıyı doğurur, insanlar gayretle çalışır, yetenekleriyle tanınır ve bu durum toplumu daha sağlıklı bir noktaya taşır.

Ne yazık ki son yıllarda, torpil, kayırmacılık ve yandaşlık, liyakat sistemini yok etmiştir. Kamu kurumlarında, devlet dairelerinde liyakate dayalı atamalar yerini “yakınlık” ilişkilerine bırakmıştır. Bu da sadece işyerinde verimsizlik yaratmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal adaletsizlik duygusunu körüklemiştir. Her şeyin adil olduğu, her bireyin hakkını alacağı bir sistem yerine, "benim adamım" anlayışı hâkim olmuştur.

Adalet ve liyakat olmadan ekonomi, eğitim veya sağlık gibi diğer sistemler işlevini yerine getiremez. Her bir alanda kayırmacılığa yer verilmesi, devletin en kritik alanlarındaki insanların yetkinlikten ziyade, tanıdıklarına göre seçilmesi, ülkenin geleceğini tehdit eder. Bu sebeple, liyakat sisteminin her kurumda en yüksek seviyede uygulanması gerekmektedir.

Bir toplumda gerçekten adalet sağlandığında, insanlar yalnızca kendi çıkarlarını değil, toplumu düşünerek hareket eder. Liyakat temelli bir sistem, her bireyin potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasını sağlar. Ve bu da toplumun her alanında daha nitelikli ve sağlıklı bir gelişimi beraberinde getirir.

Hazırlanan Zemin, Verilen Taviz, Alınan Sonuç

Bir ülkeyi geleceğe taşıyan yegâne güç eğitimse, Türkiye’nin son yirmi yılı bunun nasıl zayıflatıldığının canlı bir örneğidir. Her ile üniversite açıldı; ama amaç nitelikli bilim değil, işsizlik rakamlarını kağıt üstünde azaltmaktı. Gençlik, bilgiyle değil eğlenceyle buluşturuldu. Üniversite çevreleri barlarla, kafe zincirleriyle donatıldı. Bu, bir tercihti. Bir yönlendirmeydi. Gençlik, eğitim adı altında sorumluluktan uzak bir rüyaya daldırıldı.

Bir başka örnek: Liyakatin yerine sadakatin konması. Kurumlara yapılan atamalarda yeterlilik yerine bağlılık ön plana çıktı. Bu, sadece kamu kurumlarını değil, toplumsal adalet duygusunu da çürüttü. Gençler çalışsa da “torpilsiz olmaz” fikrine mahkûm oldu. Bu zemin, umutsuzluğu büyüttü. Sonuç: İşsiz, yılgın, üretmekten korkan bir kuşak.

Dış politikada ise bazı başarılar göz ardı edilemez. Türkiye’nin Filistin, Suriye, Sudan gibi meselelere duyarlılığı; mazluma ses oluşu, dışarıda bir etki alanı oluşturmuştur. Ancak bu başarılar içerde yaşanan ekonomik krizleri, tarımdaki çöküşü, eğitimdeki çözülmeyi örtmemeli. Güçlü dış politika, içeride adalet ve liyakatle anlam kazanır.

Muhalefet cephesinde de durum parlak değildir. Alternatif olmakla algı yaratmak karıştırıldı. Toplumu birleştiren bir dil yerine, kutuplaştırmayı tersinden sürdüren bir yöntem izlendi. Halk, gerçekten değişimi isteyenle sadece “diğeri olmak isteyen” arasındaki farkı göremedi.

1. Eğitimde Yenilik ve Reform:

Görüş:
Eğitim, bir toplumun geleceğini şekillendiren en önemli unsurdur. Ancak günümüzde eğitim sistemi, hem içerik hem de uygulama açısından ciddi bir reform ihtiyacı içindedir. Eğitim, sadece bilgi aktarımıyla sınırlı olmamalı, aynı zamanda öğrencilerin eleştirel düşünme, yaratıcılık ve özgüven gibi becerilerini de geliştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

Öneriler:

Müfredatın Modernize Edilmesi: Günümüz dünyasında hızla değişen teknoloji ve iş gücü dinamikleri göz önünde bulundurularak müfredat, öğrencilere sadece bilgi değil, aynı zamanda bilgiye nasıl erişebileceklerini ve nasıl sorgulayabileceklerini öğretmelidir.

Teknoloji Kullanımının Artırılması: Eğitimde dijitalleşmenin güçlendirilmesi, her öğrenciye dijital okuryazarlık kazandırılması ve modern eğitim araçlarının etkin kullanımı sağlanmalıdır. Özellikle uzak bölgelerdeki öğrencilerin, teknolojik araçlar üzerinden eğitim alabilmesi için altyapı sağlanmalıdır.

Değerler Eğitimi: Eğitim sisteminde, sadece akademik başarı değil, aynı zamanda toplumsal değerler ve etik anlayışları da öğretilmelidir. Ahlaki değerler ve insan haklarına saygı gibi kavramlar derslere entegre edilmelidir.



---

2. Adaletin Sağlanması:

Görüş:
Adalet, toplumda güveni ve huzuru sağlamak için temel bir ilke olmalıdır. Ancak günümüzde adaletin herkes için eşit bir şekilde işlemediği, bazı grupların veya bireylerin lehine bir sistemin var olduğu görülmektedir. Adaletin herkes için eşit ve şeffaf bir şekilde işlemesi, yalnızca bireyler için değil, toplumun genel refahı için de kritik öneme sahiptir.

Öneriler:

Yargı Bağımsızlığı: Adaletin en temel prensiplerinden biri, bağımsız bir yargı sisteminin varlığıdır. Yargı, hiçbir şekilde dış etkenlerden etkilenmeden kararlarını vermeli, herkesin eşit şekilde adalet arayabileceği bir sistem oluşturulmalıdır.

Toplumda Adaletin Yaygınlaştırılması: Adalet yalnızca yargı alanında değil, tüm toplumsal düzeyde sağlanmalıdır. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda eşitlik ilkesine dayalı politikalar geliştirilmelidir. Toplumun her kesimi, haklarına saygı gösterilerek adil bir ortamda yaşamalıdır.

Eğitimle Adalet: İnsanlara adaletin ne anlama geldiği öğretilmeli, genç nesillerde adalet anlayışı daha da pekiştirilmelidir. Eğitim, adaletin sadece yargıda değil, toplumun her alanında olması gerektiğini benimsemiş bireyler yetiştirmelidir.

Emin Bekiroğlu

Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Yönlendirme siyaseti manifestosu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Yönlendirme siyaseti manifestosu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Yönlendirme siyaseti manifestosu yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
Paylaş
YAZI KÜNYE
Tarih:
2.5.2025 21:20:52
Beğeni:
3
Okunma:
147
Yorum:
0
BEĞENENLER
SON YAZILARI
POPÜLER YAZILARI
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL