Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar, gerektiği gibi övmesini bildiklerinden, ömür boyunca sevilmişlerdir. andre mauroıs
Şarap Mantarı
Şarap Mantarı

Tüm Doğa Bizi Dinledi

Yorum

Tüm Doğa Bizi Dinledi

( 1 kişi )

0

Yorum

2

Beğeni

5,0

Puan

188

Okunma

Tüm Doğa Bizi Dinledi

Gökyüzü etten kemikten yapılmış bir anne gibi sarıp sarmalıyor bizi. Aynı göğün altındayız, yaban ardıç ağaçları tepemizden merakla bizi izliyor. Önümüzdeki toprak dalgalanıp bir aşağı bir yukarı Türkmen dağına doğru uzanıp gidiyor öylece. Gözün görebileceği uç mesafelerde bir çoban, koyunlarını önüne katmış kavak ağaçlarının arasından akan dereye doğru iniyor. Hiçbir ses yok. Ardıç ağaçları suskun, dere yatağından kayıp giderken yolda kayalar kucaklıyor sakin köpükleri. Koyunların çanları bir sağa bir sola sallanıp duruyor ama bize ulaşan arada bir esen rüzgarın uğultusu sadece. Öylece oturup sigara içiyoruz bir süre.

Henüz mayıs ayının ilk haftası. Karların altına saklanmış hayat önce mart ayıyla birlikte silkinmeye başlıyor uykusundan, Nisan ayıyla beraber usulca silkeliyor üstünden ölü toprağını. Yalancı yaza kanan bazı ağaçlar giyiniyor en güzel çiçeklerini ve ilk soğukta rengarenk çiçekleri, gülüp oynaşan çocuklara bir kiraz dahi veremeden toprağın bağrına tek tek saçılıyor. Fakat mayıs ayının gelmesiyle tüm doğa uyanıp saçılır sonsuz yeşilliklere. Bu topraklar gariptir. Baharın annesi mayıs ayında toprakların üzerinde dans edercesine sekerek bahşeder dünyanın bereketini. Çimenlerin arasında böcekler, meşe ormanlarının arasında geyikler tavaf ederler yöreyi bir dahaki kasım ayı gelinceye dek.

İşte böyle bir mayıs ayında derdim bir sütleğen gibi içimde, ben de yaban otlarının üstündeyim. Bir süredir konuşmuyoruz. Ellerim çimlerin arasında geziniyor. Bir şey arıyorum, bir sebep sanırım. Dilim üst dudağım ile alt dudağımın arasında, tam damağıma mühürlenmiş şekilde. Özge ise suyun kenarındaki kavak ağaçlarının ince ve uzun gövdelerini izleyip sigarasını içiyor. Ardıç ağaçları tepemizde suskunluğu bozmak istercesine ileri geri salınıp duruyor. Parmaklarım hiçbir bahane bulamıyor ama suskunluğu bozmaya kararlıyım. Bir miktar daha yükselip alçalan toprağı izledikten sonra bir taş fırlatıyorum uzaklara doğru:

“Şuradaki evi görüyor musun? Biraz uzakta ama… Evet, evet o. Biliyor musun şubat ayında orada yoktu, mart ayında bir ay dolmadan içine yerleşenler oldu. İki ihtiyar yaşıyor şimdi. Tanıdım onları. İyi insanlar. Kafa dinlemek için gelmişler bu yana. Çok sessiz konuşurlar, iyice dinlemezsen hiçbir şey anlamazsın dediklerinden. Demem o ki o ev orada hep olacak mı? Ben söyleyeyim: olmayacak. Ne olacak biliyor musun? Evvela iki ihtiyar ölecekler. Ev boş kalacak. Çocukları var mıdır bilemem gerçi! Olsa da bir şey değişeceğini sanmam, aralarında bölüşmek isteyecekler ama bir türlü bölüşemeyecekler. Onlar karar verene kadar boş kalacak ev. Çocuklardan biri başka bir pay karşılığı alacak, belki yazları kalırım diye ama çok çalıştığı için gelemeyecek. Belki yıllık izni olacak ama onda da güneye inecek, denize doğru. Ev yine boş kalacak. Sonra ne olacak biliyor musun? İçindeki boyalar nemden dökülmeye başlayacak. Çünkü cam kapı kapalı hava almayıp rutubet basacak her yanı. İçerisi nem kokacak hep. Boyalar döküldükten sonra yavaş yavaş nem içeriden yemeye başlayacak duvarları. Yüz sene geçecek, belki de iki yüz! Çatının güvenip güneşte göğüs gerdiği duvarlar artık ihtiyarlamaya başlayacak ister istemez. Sadece insan mı ihtiyarlar sanıyorsun? Hah! Her şey ihtiyarlar. Sadece zaman ölçeği farklıdır o kadar! Bir akşamüstü ne olacak biliyor musun? Gümmm! O koca ev yerle yeksan olacak. Ne çatı kalacak ne yere kadar mutfak camları. Hepsi toprağın üzerine boca olacak. Dümdüz bir ev! Farelerin ve nemin yuvası. Belki de hamam böceklerinin. Onlar nemi severler. Neyse. Her şey bitti sanıyorsun değil mi? Asla bitmez. Sonra çok yıl geçecek, belki bin yıl! Ustaların çimento çekip sıvadığı duvarlar, içlerine kap kaçak doldurulmuş dolaplar, televizyon, fayanslar hepsi toprağın içinde karışacaklar. Bu kara nemli toprak hepsini yutacak bir gün. Sonra ne olacak biliyor musun? Sanki hiçbir şey olmamış gibi olacak. Kimse orada zamanında bir ev olduğuna bile inanmayacak. Sanki orada kimse yaşamamış gibi. Ama korkmana gerek yok. Biz buralarda olmayacağız. Ayrıca artık ikimiz de bu konuyu konuştuğumuz için biz biliyor olacağız. Bırak onlar bilmese de olur.”

“Onlar bilmese de olur.” Dedi, yüzü hala bana dönük değildi. Onca şeyi anlatırken hiç de olmamıştı zaten.

“Özür dilerim.” Dedim, “Bazen ne dediğimi bilmiyorum. Bazen sizlerin benimkinden başka, paralel bir hayatınız olduğuna aklım ermiyor. Her şey benmişim gibi düşünüyorum.”

Onca zaman geçti, bir sürü şey söyledim ama ne bir yaprak kıpırdadı ne de bir söz söylendi benden başka. Ardıç ağaçları ben konuştuktan sonra pür dikkat beni dinlediler. Özge ne sırtı dönük, ne de yüzü dönük eğri biçimde kaçıyordu benden. Yaklaşık bir aydır konuşmuyorduk. Görmezden geliyordum. Çünkü kızgındım. Neyi bahane edersem edeyim doğru olmazdı. Çünkü yalnızca ben biliyordum.

Uzun soluklu özürümü diledikten sonra eğilip yüzünü görmeyi umdum. Gördüğümde ise anında pişman oldum. İki damla yaş sessizce göz kapaklarından minik çenesine doğru süzülerek gidiyordu. Yalan söylemek istemem o an tüm benliğimle buharlaşmak istedim. Var olmak bana büyük bir yük gibi geliyordu. Eğer öldükten sonra ödül ve ceza sistemi varsa, en ağır cezayı ben hak ediyordum. Bir şeyler söylemek istedim. Ama cümleler dilimin ucunda barikat kurmuş hiçbir şeyin çıkmasına müsaade etmiyordu. Hızlıca ayağa kalkıp tamamen beceriksizce omzuna sarıldım. Beş saniye kadar öyle kaldıktan sonra anlamsız birkaç sözcük çıktı dudaklarımdan ama bunlar önemsiz sözcüklerdi.

“Günlerce uykusuz kaldım.” Dedi, “Ruh halimden bahsetmiyorum bile. Benim için büyüktün, tam olmak istediğim gibi biri. Ama ortada hiçbir sebep yokken öylece çıktın gittin. Neden diye bilememek çok ağır. Sebep aramak çok yorucu. Ve dönüp dönmeyeceğini bilememek de öyle.”

Tüm tepeler, gelincik çiçekleri, sarı buğdaylar, karaçam, akan sular, ardıç ağaçları hep bir ağızdan onay verdiler. Hepsi uzuvları ile beni gösteriyor, benden bir savunma bekliyorlardı. Amansız bir suçluluk duygusu ile ayağa fırladım. Öfkeden köpürüyordum. Bu öfkem Özge’ye değil tamamen kendime duyduğum bir öfke idi.

“Tamam!” dedim, “Açıklıyorum işte! Umarım mutlu olursun sonunda! Neredeyse bir sene oldu değil mi birbirimizi tanıyalı? Evet aşağı yukarı o kadar oldu. Yemin ederim ki son birkaç aya kadar seni görmedim bile. Öylece geçip gidiyordun karşımdan. Aynı masada otursak da sen bir yabancıdan başkası değildin benim için. Tanrım ne kadar güzeldi öyle olduğu zamanlar. Ta ki tutkularımın tutkularına denk düştüğü yerde her şey değişti benim için. Bazı geceler rüyamda bebek olduğumu görürüm. Bedenim aynı, yaşım aynı ama dev bir beşikte bir el sallar beni ve ninniler söyler bana. Tam bir buçuk hafta kan ter içinde uyandım bu rüyalardan. Ta ki o ninniyi söyleyen sesin senin sesin olduğunu fark edene dek. Öylesine güzel ki sesin, duyduğum son sesin senin sesin olmasını dilerdim. Uyutma, öldür beni ninnilerinle! Anlıyor musun? Ve ondan sonra hiçbir akşam seni düşünmeden edemedim. Dünyalarımız ayrı, ben insanlıktan zaten apayrıyım. Ama mantığa oturttuğun gibi olmuyor bazı şeyler. Ve imkansızlığı beni mahvediyor. Olmamalı. Böyle bir şeyin sonunu kimse bilemez, Shakespeare bile!”

“Kimse bilemez”, Dedi.

“Ben biliyorum. Geri geleceğim önce. Hiçbir şey olmamış gibi sürüp gidecek günlerimiz. Hiçbir şey hissetmeyeceğim başlarda. Zaman geçtikçe çekileceğim sana doğru. Çünkü sen başaracak bir insansın. Konu mu? Önemli değil. Sen her şeyi başaracaksın. Bunun için çaba sarf etmeyeceksin bile. Ve en sonunda ben sana hayran olacağım. Her şeyi başaran birine nasıl hayran olunmaz ki? Sonra ne mi olacak? Anlatayım. Sensiz bir dünya düşünemez olacağım. Dünya döndükçe midem bulanacak. Ve seni alıp çok uzaklara götürecekler. Ben de daha uzaklara gideceğim. Mesela Amerika’ya. Ve ayrı yerlerde o ev gibi yıkılacağız. Ben Wisconsin’de bir dağın yamacında gürgen ağacı olacağım. Senin de olacağını bilmek istemem. Umarım güzel bir akasya olursun.”

Hafifçe tebessüm ederek uzakları izledi. Cevap bile vermedi. Baktığı yönde hiçbir şey yoktu. Ne bir ev, ne tepe, ne de toprak. Hiçliğe bakıyordu. Hiçlik benim içimdeydi ama o bunu bilmiyordu. Tek manzarası ben olmak istiyordum. Küçük bir sıçrama ile bütün görüş alanına ben çöktüm. Bembeyaz parlayan çehresine baktım. Sol elim ile oyuncak bir bebeğin çenesine benzeyen çenesinden tuttum.

“Güneş gibi parlıyorsun sen!” Dedim. “Zifiri karanlık içim, öğle vakti Alp dağlarının serin yamaçları gibi şimdi. Soluk aldırıyorsun. Minik burnun oksijen sağlıyor topraklarıma. Yüzünün etrafına saçılmış çillerini sevmiyorsun! Ama onlar berrak bir gecede beliren yıldızlar, haberin yok! Ve işte sen de o gece kadar sonsuzsun.”


Gözleri şimdi benden kaçınıyordu. Toprağa, her şeyin başlayıp bittiği yere bakıyordu. Gözlerinde iri damlalar birikmiş ama hiçbir yere kıpırdamıyordu. Yaşayan, yaşamayan her şey dinlemişti bizi. Dağın taşın merağı birden kayboluverdi. Su gürül gürül akmaya başladı. Ağaç yaprakları hışır hışır ediyor, leylekler yuvalarına kavuşmak için tepemizde uçuşuyordu.

Şimdi sessizlik sırası bizdeydi.

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Tüm doğa bizi dinledi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Tüm doğa bizi dinledi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Tüm Doğa Bizi Dinledi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
Paylaş
YAZI KÜNYE
Tarih:
30.4.2025 17:31:44
Beğeni:
2
Okunma:
188
Yorum:
0
BEĞENENLER
SON YAZILARI
POPÜLER YAZILARI
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL