0
Yorum
1
Beğeni
4,5
Puan
192
Okunma
MADAM COCO
Sanırım hepiniz büyük alışveriş merkezlerinde bulunan Madame Coco mağazasına rastgelmişsinizdir. Özbakım ürünü, bornoz falan satan mağaza.
Hah!.. işte o. O mağazayı ben nerede görsem mutlaka bir kez turlar, tester koku, sprey ne varsa kendime sıkar alacakmış gibi ürünlerin fiyatını sorar etiketlerinde yabancı kelimelerin anlamlarını çıkarmaya çalışırım. Yanlış anlamayın takıntı falan değil. Sadece Fransızca isim taşıdığından. Ve o dile çocukluğumdan beri süregelen bir meraktan...
...
Yetmişli yıllardı. Yurt dışında hariciyede çalışan, yabancı bir kadınla evli mahalle komşumuzunda akrabası olan biri Doğu ekspresi ile yaz tatilini geçirmek için Kemaha gelirdi.
Nenemin kilibik yakıştırması haricinde herkes gelen adama Beyefendi, yabancı eşinede Süslü Madam derlerdi. Onların trenle gelişlerine bir çok kez tanık olmuştum. En son yataklı vagonundan indiklerinde onları hamal Mehmetşerif karşılar belden kuşaklı iri deri bavullarını yüklenirdi. Ellerinde küçük el çantaları ile hamalın ardına düşer, demir yoluna paralel yolda traves taşlarına takılıp düşmemek için el ele tutuşup itina ile yürürlerdi. O zamanlar Kemah kadınları genelde eşlerinin üç- beş adım gerisinden yürüdüklerinden büyüklerin el ele tutuşup yürümesini ancak onlar geldiklerinde tanık olurduk.
Onların gelişi ile mahalle çocuklarının oynadığı oyunlar hemen şekil değişirtirir kızlar annelerinin topuklu zenne lastiklerini giyip madamın yüksek topuklu ayakkabıları ile yürüyüşünü taklit eder, erkeklerle el ele tutuşarak tanık oldukları davranış hallerini sergilerlerdi.
Geldikleri ikinci günü sabahı çocuklar teker teker kanatlı kapıdan evin avlusuna başlarını uzatarak, en bildik kelime " Bonjur Madam" der, kahvesini içmekte olan mandamla bir şekil diyalog kurmaya çalışırlardı.
Aslında onların gelişi ile çocuklar tadımlıkda olsa senede bir kez en kalite Fransız çikolatalardan tadlanır, kızların tokaları, erkeklerin şapkaları değişirdi. Bir yıl boyu sırt ağrısı ayak ağrısı çeken nineler madamın getirdiği romatizma merhemleri ile bir kaç günde hemen iyi olurlardı.
Çok ağlayan huzursuz olan bebeklere içi viski dolu bifter çikolata yalatarak mışıl mışıl uyumalarını sağlarlardı. Çocuklar hariç büyükler minnet duygularını " Merci Madam" diyerek belirtirken, Madam önce kendi dilinde " je suis tres heureux" der sonra kırık Türkçesi ile "ben çok mutlu, ben çok mutlu" diyerek mukabele ederdi. Muzip kadınlar kendi aralarında "gine bizi galayladı bu gavur garı" der konuşup gülerlerdi..
Ben her çocuk gibi tez canlı davranmaz ama çaktırmadan onları ilgiyle izlerdim. Bu merağımı fark etmiş olmalılar ki diğer çocukların olmadığı zamanlarda beni yanlarına çağırıp özel ilgilenirlerdi. Bir keresinde beyefendi çantasından küçük bir Hohner marka Alman mızıkası çıkarıp biraz çalarak ayakkabılarını boyamam karşılığında bana hediye etmişti. Ömrümde aldığım ilk hediyemdi bu. Yazboyu çocuklardan gizli, gizli tenhada çalsamda sonunda onlara yakalanmıştım.. Adamın Rugan olan ayakkabılarına hiç boya kullanmadan sadece kadife ile parlatmış, teslim ederken " tres beau Faruk, tres beau" (çok güzel Faruk, çok güzel ) diyerek, Beyefendi tarafından alkışlanmıştım..
...
Sabah meraya otlatmak için çevirmeden bıraktığımız hayvanların içinden en semiz dişi çebiç’i seçip diğer kesileceklerin içine katarak babamla birlikte kesimhanenin yoluna koyulurduk. Böyle özel kesimlik hayvan seçimlerinde kasap dükkanımızda muhakkak bir ziyafete ve ya özel bir davete et hazırlığı olurdu. Erkenden tüm gövdeden, izgaralık- pirzola, haşlamalık-kızartmalık tarafı, özellikle boş kebaplık yeri ayrılır, sote için bir kaç çiğer daha eklenirdi. Tezgahta bu hazırlanırken ben hergün olduğu üzere Çolak Yaşar’ın kedilerine nevalelerini bırakmak için yola çıkardım. Mısır eşeğimin hızını okul yokuşunun virajında Midilli Baba türbesine geldin mi keser trıstan, rahvan dönderirdim.. Bu arada elinde bir ekmek poşeti ile hergün aynı saatte aynı yerde rastgeldiğim Karşıbağlı (Deli demekten imtina ettiğim) Mehmet Efendiye "Comment vas-tu" (Nasılsın? Mehmet Efendi) diye takılır.. Oda "je suis malade" (Hastayım) derdi. Sonra "neden" dediğimde yarı Türkçe, yarı Fransızca "Jardinlerde gezerken je suis tombes sırt üstü" (Bahçelerde gezerken sırt üstü düştüm) der bu söze ikimizde gülerdik. Açlığımı bastırmak için Bayat Bekir Amcadan aldığım kaymaklı bisküviden bir kaç tane alır geri kalanını kesekağıdıyla eline tutuşturur, geçerdim. Ardımdan elini kaldırır yine "au revoir, au revoir" ( güle güle) der beni yolaklardı ..
...
Misafir Beyefendinin kaldığı eve fırına verilen kağıt kebaplar hariç babamın hazırladığı et çeşitlerini teslim ederken mahallemizin maharetli bir kaç kadını kızartma olacak etleri ile, sote yapılacak ciğerleri alarak hemen işe koyulurlardı.
Her yıl beyefendi tarafından bütün mahallenin insanlarına verilen bu ziyafette genelde herkes nezaketen katılır, gelemeyen yaşlılara mutlaka ikram ulaştırılırdı. Beyefendinin okul arkadaşı olduğu için mahalle dışından sadece Mehmet Efendi davet edilirdi. Onunla yemek sırasında Harp Okulunda öğrendiği mükemmel Fransızcası ile konuşarak ne kadar zeki ve kültürlü biri olduğunu oradaki misafirlere hissettirirdi. Bu tutum herkesin zihninde yer yapmış "deli" kelimesini yok ederek "Efendi" mahlası ile yer değiştirirdi.
Ziyafete katılan çoğunluk gittikten sonrada beyefendi arkadaşları ile Fırat kıyısındaki bahçede keman ve çümbüş eşliğinde içkili eğlence yapardı. Onbir ay rakıya talim den alemciler bu ziyafet sayesinde Fransız viskileri ile bir ayrı çoşardı. Biz çocuklarada bu eğlenceye katılmak veya seyretmek kesinlikle yasaktı. Ama çoğu kez büyüklerimizden dayak yemeyi göze alıp gizlice dut ağaçlarının arkasına saklanır gece yarısına kadar süren bu eğlenceyi çaktırmadan seyrederdik. Ertesi günüde bütün detaylarıyla birazda abartı katarak diğer arkadaşlarımıza ballandıra, ballandıra anlatırdık. "Kemeneci Dursun kemanı bi çaldı ki ağlattı, ağlattı"
...
O tarihlerde ben ilçemizin en güzel giyinen insanı olarak Manifaturacı Teyfik Baykara amcayı bilirdim. Ama Misafir Beyefendi ondan daha titiz tabiri caizse daha tiril, tirildi. Bazen sabahları uğrar kaldığı evin önünde ayakkabılarına cila çekerken işi ağırdan alır, onları kadife röpteşambır giysileriyle sabah kahvesi yudumlarken sohbetlerine şahit olurdum. Madam ayak parmaklarındaki ojeleri yenilirken bir yandan da içeriye "Mustafa ou est mon cafe?" (Mustafa kahvem nerede kaldı?) diye seslenirdi. Az sonra mini bir bakır tepside fincan ve yanında bifter çikolata usta şef garson edası ile "voila ma cherie" (işte sevgilim) diyerek beyefendi görünür güneşe karşı ayaklarını uzatarak koyu bir sohbete dalar kahvelerini birlikte içerlerdi. Konuştukları her cümle genelde "Merci mon cheri" (Teşekkür ederim tatlım) iltifatıyla sonuçlanırdı..
Elliyıl önce gördüğüm bu zarif davranışların sergilendiği o yerde eşlerin birbirlerini çağırırken tatlım, sevgilim yerine hala “gııııı , heyy ya da ” laouuu”kelimesiyle hitap edip sesleniyorsa adamlıkta bir arpa boyu yol alamamışız demektir..
Güzellik bence insanın yüreğinde barınıyor. Dil ve ırkla bir ilişkisi yok.
Faruk KÜÇÜKTAŞ KEMAH 08.08.2023
5.0
50% (1)
4.0
50% (1)