2
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
273
Okunma

Küçük Yusuf
(Küçük Bir Ankara Hikayesi)
Yılbaşı gecesi Ankara’nın Hamamönü semti daha bir şenlenmiş, lapa lapa yağan kar ışıklarla süslenmiş dar sokakları daha bir aydınlatmıştı. İnsanlar neşe içinde alış veriş yapıyor, anne babalar çocuklarıyla beraber tatlı bir telaş içinde evlerine doğru koşuşturuyorlardı.
Bu arada bütün bu güzel görüntüleri mahzun gözlerle izleyen birisi vardı !
Tacettin Veli camisinin önünde ellerine üşümemek için giydiği eski delik çoraplarla müşteri bekleyen boyacı çocuk. Onun adı Yusuf’tu. Hamamönün’deki insanlar yılbaşının coşkusunu yaşarken Yusuf’un içinde büyük bir korku vardı. Sabahtan beri yağmakta olan kardan dolayı kimse ayakkabısını boyatmak istemiyordu. Para kazanmadan eve de gitmek istemiyordu Yusuf. Çünkü üvey babası para getirmedi diye hem onu hem de kendisini korumak isteyen annesini yine dövecekti biliyordu.
Yusuf dokuz yaşında, kısa boylu esmer çelimsiz bir çocuktu. Babası ölünce annesi geçim sıkıntısından dolayı istemediği bir adamla evlenmişti yeniden. İlk zamanlar herşey bu kadar kötü gitmese de hurdacılık yapan üvey babası bir süre sonra eve hep sarhoş gelmeye annesi ve kendisini sürekli tartakmaya başlamıştı. Ve bir süre sonra da işi de gitmez olmuştu üvey babası. Evin bütün geçimi apartman temizliğine giden annesi ve kendisine kalmıştı.
Yusuf çaresizlik içinde boya sandığını sıska omzuna alıp eve doğru yürümeye başladı. Sabahtan beri doğru dürüst bir şey yememişti. Yolunun üzerindeki bir lokantanın önünden geçerken burnuna yemek kokuları geldi. Durup, imrenerek içeri baktı. Yutkundu. İştahla yemek yiyen müşterileri izlerken bir anda yüzü kızardı. ! Sınıftan bir arkadaşı babasıyla birlikte neşe içinde yemek yiyorlardı. Olduğu yerde büzüştü, küçük omuzları düştü. Hemen kendini onlardan gizlemeye çalıştı. Artık okula da gitmiyordu, bu yüzden arkadaşlarıyla yüz yüze gelmekten de çok utanıyordu. Üvey babası sırf okula gitmek istediği onu kaç kere hırpalamış, bütün kitaplarını, kalemlerini de sobada yakmıştı.
Tam bu sırada lokantanın önüne bir ekmek arabası geldi. Şoför arabadan hızla inerek iki kasa ekmeği lokantanın kapısına bırakıp gitti. O sırada ekmeklerin birisi kasadan kayarak karların üzerine düştü. Yusuf hemen koşarak ekmek ıslanmasın diye onu yerden aldı. O an ekmekleri almaya gelen komi , Yusuf’u elinde ekmekle görünce:
"Lan adi velet ! Utanmıyor musun sen ekmek çalmaya " deyip bir tokat attı ona. Yusuf acıyla yere savruldu. Bu arada yere düşen boya sandığı darmadağın olmuştu. Yusuf bir yandan ağlayarak boya sandığının parçalarını topluyor, bir yandan da acıyan yüzünü tutuyordu. Lokantadaki abinin tokat atması çok ağrına gitmişti. O düşen ekmeği yemeyecekti ki...Islanmasın diye sandığa geri koyacaktı. Başını öne eğip yerdeki karlara tekme atarak yürüyor, bir yandan da gözlerinden yanaklarına süzülen gözyaşlarını siliyordu. Şu an eve gitmeyi hiç istemiyordu. Gene üvey babasından dayak yiyecek, yine canı yanacaktı. Hele sandığı böyle paramparça gördüğünde atacağı dayağı düşündükçe eli ayağı tir tir titriyordu. Ama başka nereye gidebilir ki ...
Gidecek hiç bir yeri yoktu. Üzerine yağan ve başını bembeyaz karlara aldırmadan gayesizce yürümeye başladı.
Hamamönü’nden Ankara Kalesinin alt tarafında bulunan gecekondudan bozma evlerine giderken. Ulucanlar caddesindeki bir çocuk parkının önüne geldi. Parka baktı. O an minik yüreği hızla çırpmaya başladı.
Aklına ölen babası gelmişti. Babası onu hep parka getirirdi. Onu o kadar çok özlemişti ki...Birden elindeki boya sandığını fırlatarak:
"Baba , Baba" diye haykırmaya ve delice parka koşmaya başladı. Sanki babası orada onu bekliyordu. Acılara bürünmüş minik yüreği, şu an babası yanındaymış gibi hissetti. Onun öldüğü gerçeğini şu an asla kabul etmek istemiyordu. Kendini bir anda girdiği bu mutluluk düşüne kaptırmıştı. O an babasıyla oynuyor gibiydi, tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi... Şiddetle yağan kara aldırmadan kaydıraktan kayıyor, salıncakta sallanırken sanki babasının şefkatli elleri onu belinden tutmuş sallıyordu. Her şeyden önemlisi şu an canı babası onunlaydı. Babası şimdi kendisiyle konuşmuyordu, ama olsun, sürekli kendisine gülümseyerek bakıyordu ya. Hem parktan çıkınca, az önce arkadaşıyla babasını gördüğü o lokantaya gider onlarda neşeyle baba oğul yemek yerlerdi. Hem de babası kendisine tokat atar o abiye kızar "benim oğlum asla hırsızlık yapmaz" derdi.
Küçük Yusuf kendisini bu mutluluk oyununa o kadar kaptırmıştı ki, ancak uzun zaman sonra çok yorulduğunu hissetti. Minik elleri iyice üşümeye başlamıştı. Eldiven diye taktığı yırtık çorapla oradaki bir bankın üzerindeki karları temizleyip oturdu. Üstündeki elbiseler ıslanmış, küçük bedeni soğuktan titremeye başlamıştı. Babasına baktı. Babası ona o sıcak gülümsemeyle bakıp gökyüzüne doğru yükseliyordu artık. Babasına gülücüklerle el salladı. Yıllar sonra ilk kez bu kadar mutlu olmuştu. Oturduğu yerden gökyüzüne bakmaya başladı. Bir an yüzüne düşen karları babasının gönderdiğini düşündü ve onları yakalamaya çalıştı. Ama uzun süredir aç kalan bedeni iyice halsizleşmişti artık. Bu arada çok da uykusu gelmişti. Banka uzandı. Babasının gönderdiğini düşündüğü karlar onu beyaz bir yorgan gibi şefkatle örtmeye başlamıştı. Huzurluydu artık. Üşümüyordu da...Hem artık üvey babasından dayak da yemeyecekti...
Ve sabaha doğru, küçük mutlu bir kalp, babasının gönderdiği karlarla oynaya oynaya gökyüzüne, çok özlediği babasına doğru yükselmeye başladı...
5.0
100% (2)