Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
mustafa ertürk
mustafa ertürk

Hoca Emmi

Yorum

Hoca Emmi

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

144

Okunma

Hoca Emmi

Hoca Emmi

Hoca Emmi

-MammeUske-

Haziranın son günleri olmalıydı, evet vet, son günleriydi
haziranın, şundan belliydi ki ‘gün dönümü’ olmuş;
söylene geldiğine göre Nasrettin Hoca; ‘gün döndü kışa’
deyip; kapıları, bacaları onarır, kapatırmış ‘kış geldi’ diye..
Böyle olmasına karşın; dağlar hala duman yer yer kar alacasıyla
yem yeşildi.. çayırlarda otlar henüz biçesi olmamış,yoncalar
çiçek açmamış; ekinler yeni, yeni başak tutuyordu…
hocanın hesabına,takvimine göre bunlar ne zaman yetişecek de,
yıldan yıla bekleyenler ne zaman mahsullerini edineceklerdi.
Her zaman, yani öteden beri hep senenin bu günlerde olduğu gibi,
herkesin ağzında; ‘ kış geldi, ne kaldı ki.; ne zaman yetişecek bu mübarekler!’ kalıp cümleleriyle yakınmalar başlamıştı..
Bu yakınmalar oranın,o çevre insanın yaşamlarının bir parçasıydı.
Hoca Emmilerin kısrağı yavrulamıştı,ama nedense yavru
Yaşamamıştı.. Ana kısrağın kişnemeleri, kişnemeleri değil ,
ağlamaları, yürekleri dağlıyor,yeri göğü inletiyor; herkesi ağlatıyordu.
Evet, evet çoğu ana ağlıyor, ağlaşıyorlardı.Nasıl ağlamasınlardı ki;
Herkesin ölmüş yavruları, emlikleri vardı; daha bu kış kızamıktan, boğmacadan yirmi iki bebeği, çocuğu toprağa vermemiş, bağırlarına taş basmamış, acılarını, ağıtlarını içlerine gömmemişler miydi…
Gelin kısmının bebeği için yüksek sesle ağlaması, ağıtlanması ayıplanır,ayıpsanırdı… büyüklere karşı, saygıdan edepten sayılan
gelenek ya da alışıla gelen örftendi.
İşte şimdi ana kısrağın ağıdına eşlik ediyorlardı.; o kişnedikçe, bunlar hiçkırıyorlardı….
Bu acı, acıklı olay, hoca emmiyi çok etkilemiş, çok üzmüz, içten içe düşündürmüştü.. Kendisini işe güce, bir uğraşıya vermesi gerekiyordu,
oturup ağlayamazdı, istese de ağlayamazdı..Nice acılar yaşamış, nice gençler toprağa verdikleri olmuştu; ağlamak istemişti ama ağlayamamış;
acısını, kederini, kadere olan kahrını içine gömer olmuştu.

Sitemde, ya da dokundurma bulunanlara;
‘Siz ağladınız, gözyaşı döktünüz, dövünüp yolundunuz da ne değişti::’ yanıtını verir,bir nevi, huyunun gerekçesini söylemiş olurdu.
Şimdi de bir uğraşı bulup bu acıyı da unutup, nasırlaşmış yüreğine bir nasır katı daha ilave olsun istiyordu, ama; yapacağı bir iş yoktu, herkler bitmiş, çayırlar, yoncalar henüz biçesi olmamışlardı.; ekinler zaten ağustostan önce yetişmezdi..
Havalarda bu ara iyice serin gidiyordu.; gerçi poyrazdan vurması iyiydi;
Ekinlere yarardı,boyları uzar, başaklar tok olurdu… Olurdu ama mevsim geçiyordu, işte ‘döndü gün,geldi kış !’ demişler..
Hoca Emmi o gün , yani haziranın son günlerinden olan o gün ,
erkenden kalktı, zaten hep erkenciydi, erden kalkmalı, güneş, üstüne yatakta değil,işinin gücünün başında doğmalı,sabah kapısı murat kapısı ‘ demişler…
çift çubuk, harman, sap samanlık… çoban koyun sürüsü,kuzu derdi,.. mevsimine göre… görülecek, işlerdendi… ihmale gelmezdi… der,yerinde durmaz olurdu.
Şimdilik acelesi olan bir iş yoktu ama, içi de rahat değildi; ‘şu yoncayı bir an önce biçmeli,çayın ağzında, bu mevsimin yağmuru, yağmur ,değil afat olurdu… sonra Mağaracığa başlarız’ vs. sabaha dek , doludan boşa,
boştan doluya aktarıp, sabahı iple çeker olmuştu..
Hava yine serindi, serinden de öte soğuktu.; kar çiselemiş gibi kırağı düşmüştü.. Dağlar dumandı; çobanlar sürülerini ağıllardan, ya da üstü açık sayalardan yeni, yeni salıyorlardı….
Emmi bir taraftan; ‘lanet olsun, lanet… bu dağlara… kimin karnını doyurmuş ki bizimkini doyursun… hele sorun şu harabelere kaç kez dolup , dolup boşalmıştı..’ diyor, kendi kendine söyleniyordu..
Emme hatun, gün görmüş kahır çekmiş sevgili emmesi;
‘ Ne oldu, kurban olduğum, ne oldu , yine celallenmişsin!’
‘Ne olsun Emme, daha ne olsun… şu havya bakar mısın kırağı mıdır kar mıdır bu mevsimde..’
‘ Düzelir dedi, Emine hatun, sakin ol, sabah sabah böyle olur, bu dağları bilmez misin… az sonra, güneş biraz yükselince, açılır, gül gülistanlık olur, bilmez misin!”:’

Hoca emmi biraz olsun sakinleşmiş olarak; ‘gidip biçmeli… biçip bir an önce toplayıp kaldırmalı… afata kaptırmadan..!’ deyip tırpan, örs, çekiç vs. hazırlarken, Emmisi de inip, inekleri sağıp ,bir bardak süt ısıtmış olarak önüne bırakıp, azığını hazırlamakla uğraşıyordu.
Olacak bu ya, aksilikler üst üste gelir derler ya;
Boş sehpada bulunan dolu süt bardağına elinin çarpmasıyla, bardak devrilmesin mi..
Hoca Emminin bardağı taştı,, patlamaya hazır olan emmi ateş almış burut fıçısı gibi patladı; kaptığı gibi boş bardağı yere çarparak; lanet osun, lanet…
kör şeytan…rast gele söyleniyor,sövüp sayıyor,lanetler okuyor…
Emmesi ne kadar tatlı dil döktüyse para etmedi, hocasının içini
zehirleyen yılanı çıkaramadı….
Yatak odasına geçip ceketini, pantolonunu,vs değiştirmiş olarak çıktı.
Bir taraftan da ‘durulmaz, buralarda durulmaz…buralar kimi doyurmuş kimi güldürmüş ki!..’ diyor, kahırlı,kahırlı.
Emmesi, çok sevdiği emmesi ne kadar yalvardıysa para etmedi, kocasının
kabarmış süt köpüğü dinmiyor, durulmuyordu..
Belli ki İstanbul’a gidecekti, İstanbul da, İstanbul.. Ah İstanbul…
deyip duruyordu..
Daha önce İstanbul’a gitmiş iki yıl belediyede çalışmış; kardeşlerinden biri orada, belediyede yetkililerdendi, ona da güvenerek; biraz da, huyundandı ,
la dedi mi lo demez, nuh der de peygamber demezlerdendi;
Pire için yorganı değil yatağı, yatağı değil , evi yakanlardandı; öyle ki tarlada, yükün önünde durmayan hayvanı; büvelek tutup kaçan öküzü bırakıp geldiği olmuştu…


Yine bu inadından dolayı kızını isteğen , üstelik uzaktan da olsa akraba,tanıdık bildik Hasan ağanın oğlu, delikanlıya vermemiş, kızın gönlüğünün olmasına, hatırı sayılır birçok dünürcünün , birkaç kez gelmelerine rağmen yok demiş de başka bir şey dememiş; hem kızını, hem karşı tarafı ve ricacıları çok üzdüğünü , Emmesi unutmamıştı. Kocasının bu huyunu bildiği, yalvarmalarının onu inadından vaz geçirmeyeceğini bildiği içindir ki;
Hazırladığı ağaç bavulunu işaretle; mahzun elileri koynunda,boynu bükük, ezikten gelen bir sesle;

‘ madem gidiyorsun, yolun açık olsun ne diyeyim!’ demişti, sitemle..
Hoca emmi bu sitemle. Emmisini üzdüğünü anladı, içi sızladıysa da;
dedik ya inadı inattı, ‘inadım muradımdır !. ‘derler ya…
Bavulunun kulpundan tutarak, Emmisine de şöyle derinden derine,bakıtı,
Süzdü, süzdü, sonra, hafifçe saçından öperek evden çıktı…
O evin üst tarafındaki yokuşu tırmanırken Emme hatun ağlayarak Derviş amcalarının evine girdi…

Durumu anlayan yaşlı Derviş Emmileri, daha birkaç hatırı sayılır komşu da ana yola varıp hoca emmiye yetişip; zamansız bu yolculuktan caydırmaya gayret edip; ‘İş güç zamanıdır, otun, yoncan, ekinin… mahsulünü, onca emeğini torla topla da…’ diyerek, dil döktülerse de ; onu ikna etmek mümkün olmadı…
Bulundukları yerden dönüp köye şöyle baktı, baktı.
Sabah bacalarından yükselen mavimsi, kurşuni grisi dumanlar kıvrıla, büküle vadiyeaşağı akıyordu Güneş dağdan inmiş, köyün üstünü tutmuştu… hava hala serindi… ahırlardan salınan mallar toparlanıyordu…
Hoca emmi tüm bunları izledi,izledi..
Gözünü dağlara dikti;
Büyük Baydin dağı, ki; rakımı iki bin sekiz yüzlerde olan çevrenin hatırı sayılan dağlarından olan Büyük Baydin baba hala dumanlıydı…
Hoca emmi bu kez; kendi kendine;
‘Hele bakın şu Baydın Babaya… Hele sorun şuna!... sorun , derdi nedir, kahrı kimedir.. aha gidiyorum, yerin geniş olsun… ben de sana bir daha dönersem..’ söyleniyor hiddetleniyor, el kol hareketleri yapıyor…
Oradakiler;
‘ Aman Hocam,bu nasıl söz, bu ne kahır… baba dede ocağın, dağın taşın,onca malın mülkün.vs..’ dedilerse de, para etmedi…
Emmi yönünü çevirdi ,ana yoldan Avşar istasyonuna…
Gidiş o gidiş…

Şimdi tam otuz küsur yıl oluyor !.
İstanbul Belediyesinde, temizlikçi Çavuştur, bizim, Hoca emmimiz..
Görev yeri, genellikle Büyükdere ve Sarıyer semtleriydi.


Bu ikinci gelişinin, yani, Baydin baba dağına kahırlanıp, küsüp geldiğinden
iki yıl yalınız kaldıktan sonra, dayanamayıp Emmesini de getirtmişti…
Getirtmişti ama Emmesi ikiye bölünmüş gibiydi, kışın birkaç ay kaldıktan sonra, bahar dan sonraki kışa kadar yine köyde, evinde olmak zorundaydı, çünkü onca malları, mülkleri vardı… koca haneyi yüz üstü bırakmak, kapatmak kolay değildi… Kaynın karısı ölmüş kalbur altı çocuklarıyla
kalmış; onları da ser sefil bırakamazdı.
Böylece bir ayağı köyde, bir ayağı İstanbul’daydı,
Emmesi, köye her gidişinde yalvarır; birkaç günlük izinle bile köye
götüremezdi.… İnadı hala inat, kahrı hala kahırdı..
‘Emekli olunca döneriz değil mi!’ dediğinde;
‘ Hele o günler!..’der, umut verici bir cevap vermezdi.
Böyle, böyle yıllar, yıllar geçmişti; tam otuz küsur yıl..
İnsan ömrü için çok, çok uzun olan bu süre içinde; neler, neler olmamış,
neler, neler değişmemişti ki: ne acılar , ne dertler, kederler yaşamamıştı ki..hepsini kaleme döksek ciltler dolusu bir acılar destanı olur ..
O acıları yazmaya, doğrusu elim varmaz, yüreğim de el vermez..
Ayrıca; amacımız okuru kederlendirmek;
Hele hoca emmiye acındırmak hiç değildir.

Aslında hoca emminin derdi, kederi, çektiği, çekmekte olduğu acılar
ve sorunlar ; hepimizin, hepimizin derdi, acıları ve sorunlarıdır
Değil mi ki: hepimiz insanız; hepimiz yürek taşıyoruz; hepimizin ölüsü,hastası, hastalığı olduğu gibi;
Anadolu insanı olarak;
Kader değil keder, sosyal gerçek acılar ve sorun larımızdır.
Hoca Emminin kederli bir gününde,anlattığı, dertlendiği gibi;
Baba dede ocağı deyip bağlandığımız, umut verip umut beklediğimiz;

Sevdiklerimizin olduğu;,
sevdalarımızın, anılarımızın kök saldığı,
uğruna ölümlere bin kez razı ve hazır olduğumuz,
o toprak, o topraklar karnımızı doyursaydı,
iş kapımız, ekmek kapımız, okul yol, hastane,
fabrika, sanayi olsaydı..
Oralarda baykuşlar öttürür müydük..
Yüzlerce yıldan beri padişah efendilerimiz
Oraları sadece toplama sömürme,
sadece asker deposu olarak görmeselerdi,
dışarılara değil; gözlerini özlerini,
buyruk ve sözlerini anadoluya çevirse,
hizmette, üretimde yenilenmelerde yoğunlaşsalardı..
Onlar yapmadılar da onlardan sonrakiler ne yaptılar!
Onların zamanında Celaliler!...
Bunların zamanında; otuz kez direnme,
baskıya eşitsizliğe, adaletsizliğe tepki,
çaresizliğin baş vurusu…
Buna karşın, baskı üstüne baskı; öldürmeler,
sürmeler sürgünler…

Bunların, bu insanların derdi nedir, sorunları,
dertleri, istekleri nedir…
Diyen olmamış…
Ha babam vur, ha babam kır, kır oğlu kır,
kırım oğlu kırımdan başka…
Millet susmuş ,susmuş değil, ,susturulmuş…
Ne zamana kadar: yollar açılıncaya kadar.
Ne zaman ki trendi, otobüslerdi, yollar , kilitli kapılar açılmış gibi
ver elini İstanbul, Ankara, İzmir, Adana başta olmak üzere iç göç…
Bu da yetmemiş başta alaman olmak üzere Avrupa’ya dağılmış, dış göç…
ne yapsındı insanlar; ‘ doğduğun yer değil, doyduğun yer !’demişler..
İşte Hoca emmi; Anadolu insanın çektiği bu acıları yaşamış,
hem de en derinden…

Her gün kahır yaşları, kahır ateş yağmurları dökülüyordu gözlerinden..
Kapısında az çok koyunları, koşumu vardı ama;
yılın yedi sekiz ayını onları beslemek zorundaydı herkes gibi
Hoca emmiler.
Gelir yok gider çok mu çok..
Parasız koca evin çarkı dönmüyordu, geçim ve huzur olmuyordu
Kahırlanması boşuna değildi.
Derken; yıllardan beri çöpçüydü, çöpçülükte, ev bark hasretiyle,karın doyumuyla çile doldurmaya bile razıydı..

Tıpkı yüce padişah efendilerimiz gibi;
Etme kulum bulursun,
Zalimin zulmü varsa…
Alma mazlumun ahını..
İşte tüm bunlar olmuş, tüm bunlar gerçekleşmiş ve
er geç gerçekleşecektir,tüm dünya bazında ,tüm insanlık tarihinde..
Uzatmayalım!
Hoca emmi yıllar geçtikçe, tüm kahrına, inadına karşın köyü,
köyünü özlüyor, özlüyor değil burnunda tütüyor olmuştu …
Düşündükçe, anıları anımsadıkça, gözleri buğulanıyordu.,
Marmara’nın buğulanıp sis perdesiyle görünmez olduğu gibi..
Gözleri doluyor;dalıp, dalıp gidiyordu.
Ağlamak istiyor ama, ağlayamıyordu;
Ah bir ağlasa,!..
Biliyordu ki; ağlasaydı, ağlaya bilseydi;
İçinde tortulanmış acının kirini,pasını silip, rahatlayacaktı.
Ama olmuyor, bir türlü ağlayamıyordu, bu da onu terk etmeyen huylarındandı…
İçindeki zehri, sıkıntıyı dökemediği için alıngan, içine kapanık mızmızın biri olmuştu..
İyice yaşlanmıştı;
Arada hemşerilerini görür, memleket sohbetleri ederlerdi.
Bayılırdı,memleket sohbetlerine, hele eskilerden,eski anılardan dem vurulunca…

Hemşerilerinin anlattıklarına göre; köyde efsaneleşmiş, herkes
ondan, onun anılarından, hoş sohbetinden, iyilik severliğinden,
mizaçlarından,Baydin baba dağına olan kahrından köyü,memleketi terk etiğinden, söz eder anlatırlarmış…
Dinledikçe gözleri yaşarıyordu..

Yaş haddinden emeklisinin yaklaştığı yıllardı.
Bir torunu,altı aylık gelin, vefatı acısı ise tüm acıların üstüne
çökmüş altında iyice ezilmeye, içten içe çökmeye başladığı günler oldu…
Emmesi de köye dönmek zorundaydı, evi boşalttılar; işçiler koğuşunda kalıyordu. İyiden iyiye çökmüş his ediyordu kendini
.Akşamları Sarıyer’deki meyhanelerden birine takılır iki üç den alır,
kadehle konuşur, dertlenir;’ yahu sorun şu feleğe benden ne istiyor…
acı üstüne acı çektiriyor… çektiklerim azmış gibi!..’ diyor gerisini tamamlayamadan, gözyaşlarını siliyor…

Evet bu son acıdan sonra; mizacı değişmiş; çocuklaşmış,
anası peşinde ağlayan bir çocuk olmuştu adeta…

İstanbul’un, hayı, huyu, ile yine İstanbul olduğu sisli,
kasvetli bir sonbahar akşamı,
Hoca emmi daimi akşamcılarından olduğu meyhanesinde;
önünde, acı su, bir porsiyonda balıklı mezesiyle masasında;
dalmış derinden, derine köyünü, anılarını, ila da emmesini düşünüyor;
Baydin dağı, hala öyle dumanlı mıdır ola!..
Benimki de akıl mı, koca dağ, dağ olur da karı, kışı dumanı olmaz mı!..
Emme şimdi ne yapıyor canım emmem… şu günler dolsaydı;
‘gider miyim!.’. demekten kendini alamadı,
‘Gitmeyip de ne yapacaktım buralarda, emeklim var, kapıda mal davar tavuk inek vs. az olsa da vardır, gelenler, öyle diyorlar.. Emmemle geçinir gideriz’…
kadehe konuşur, onu tanık göstermek istiyormuş gibi…
Hoca emmi bu hal ve hayalde iken;
Masasına biri, tanımadığı biri gelip selam verip boş sandalyeye oturdu...
Baktı, baktı tanıyamadı; tanıdık biri olmasa oturmazdı.Mutlaka, tanıdık bildiklerden biriydi ama kimdi!.. yaşlılık diyordu, içinden..
Masasına gelip oturan da onun içinden geçenleri , dalgın, derin, yorgun bakışlarından anlamış;
‘Hoca emmi, tanımadın mı!’ demesiyle, hoca emminin yüreği ağzına gelir gibi oldu, bir sevinç, bir heyecan dalgası içini sardı,sarstı…
Hele bu ; ‘Hoca emmi!’deyimi, Emmesi gideli hiç duymadığı, bu isimle anılması… Çünkü buralard;,iş yerinde, koğuşta, müdavimi olduğu bu meyhanede; ‘Mehmet Çavuş , Çavuş emmi, yada sadece çavuştu adı, adresi..
‘Hoca emmi, ah hoca emmi !’ anılarda,saltanatlarda kalmıştı..
Bu nedenle hem sarsılmış, sevinmiş, hem de konuğunun çok yakılarından
biri olduğu kesindi… kesindi , ama kimdi, ayıp olmasın diye sormuyor, diğeriyse; eski bir anıdan dolayı kendisini, kendi adıyla söyleyemiyordu, şimdiki bir hadiseymiş gibi, terbiyesinden,saygısından…
‘Emmin bilemedi kurban, kusura bakma yaşlılık!.’ diye bildi
Misafir;
‘Emmi ben, ben.!..’. dedi,yutkundu,; diyemedi, kendi adını söyleyemedi…
Zamanında kızını istemişti, o nedenle kendi adını söylemekten utandı
Babası da yakınlarda göçmüştü , bu nedenle babasının adını da diyemedi

Hoca emmi;
‘Haydı yavrum , söyle, çıkaramadı, hoca emmin!...’ dedi, adeta yalvarırcasına.
Misafir kalktı;
‘Hoca emmi, ben, ben … Aloş’un Hasan’ın oğlu!.. dedi, eline sarıldı…
Hoca emmi de;
‘Ali sen misin Alim, Aligom!.’ diyebildi…
İkisi sarıldı, ağladı, ağladılar!..

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Hoca emmi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Hoca emmi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Hoca Emmi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL